04-30-2010, Saat: 06:34 PM
Oysa pembe panjurlu bir ev düşlerdim ikimize...Biliyordum,çok yoğundun,hayat çok yoğundu zaten.Benim küçük düşlerim zaten senin yoğun hayatında söz konusu bile olamazdı.
Öyle ya sen ... yaşında sorumlulukları büyük olan koca bir adamdın, ben ise ... yaşında halen başında kavak yelleri esen bir kız çocuğu.. Seni özledim derdim.Sen hep yoğun olurdun..Hayatında hep o iki saatlik boşluklarına sıkıştırırdın beni.Mızmızlanmalarımsa çok saçmaydı,oysa iki saat bulabilmiştin bana ,daha ne istiyordum ki ,yetmiyor muydu.. Yetmiyordu sevdiğim hiç yetmemişti...
Sen kocaman adamdın,canım cicimlerle beni şımartacak vaktin yoktu hiç.. Onca işinin arasında bir de bu küçük kız çocuğunu şımartamazdın.Sana göre değildi bu işler artık.Ben mi,ben dudaklarından dökülecek iki kelimeye aç küçük kız çocuğu, gözlerim nemli bakamazdım bile sana, bunca dert varken buna üzünülmezdi çünkü,gereksiz şeylerdi...
Senin sorumlulukların büyüktü,benimse düşlerim. Kocaman bir sızı yerleştirivermiştin bu küçücük yüreğime .. Ama birşey olmaz değil mi sevdiğim, nasıl olsa küçücük şeyler bunlar bu büyük hayatta ?
Bu aşk sana bir beden büyük küçük kız...
Uğraşma, sana bu renk yakışmıyor...
Sen kırmızının en çok yakıştığı dudaklara sahipsin,
bak, sana siyah öpücükler veriyorlar...
Sen, sevildiğini duymanın en çok yakıştığı kulaklara sahipsin,
bak, sana susuyorlar...
Her yeni yolculuğun başladığı an
bir kez daha bilirdim öncekilerden daha çok acıtacağını...
Her dalgadan biraz daha fazla ürkerdim,
biraz daha fazla korkardım
her sarsıntıda gemilerimin alabora olmasından...
Ve her fırtına biraz daha fazla üşütürdü içimi,
her yeni esintide daha fazla diken diken olurdu tüylerim...
Korkularım her yolculukta karabasanlara
dönüşmeye başlardı...
Alışmıştım buna...
Ne kadar gariptir değil mi alışmışlık...
Korkuya alışıp;
içinde minicik şüpheleri bile barındırmayan sevdalarda
ne yapacağını bilememek...
Yalnızlığa alışıp, “bak ben yanındayım”lı cümlelerde
kendini zavallı hissetmek...
“Yolcu”luğa alışıp “yanımda kal”ların
değerini bilememek ya da...
Unutulmuşluklara aşk adını koyar olduktan sonra
değişmeye başlar her şey...
Artık acıyla kavrulur yüreğin ve kimse ellerine
alıp üflemez ona,
bir kış akşamında aşıkların kestanelere yaptıkları gibi...
Hiçbir serzeniş duyuramaz sesini...
Hiçbir bekleyişte sıkılmazsın, asla gelmeyeceğini
bilsen bile...
Aşıksındır artık, kandırılmışsındır...
Zaten yalnızlığının söylediği en büyük yalan
değil midir aşk?
İnanırsın sonuna dek...
İnanırsın yalnızlığın son bulana dek...
Sözlerim sana küçük kız...
Yüzüme bak...
Ve bana onu sevdiğini söyle...
Ona her hayal kırıklığında daha fazla bağlandığını...
Onu her nefretinde daha fazla arzuladığını...
Onu her terkedilmişlikte daha fazla özlediğini...
Durma söyle...
Hem de bana söyle, “yolcu”ya...
Kaptanın özlemini kim daha iyi anlayabilir ki
tayfalarından başka...
Küçücük yüreklerden daha iyi kim hissedebilir ki...
Kocaman sevdaların acısını...
Bu aşk sana bir beden büyük küçük kız...
Uğraşma, sana bu renk yakışmıyor...
Sen kırmızının en çok yakıştığı dudaklara sahipsin,
bak, sana siyah öpücükler veriyorlar...
Sen, sevildiğini duymanın en çok yakıştığı
kulaklara sahipsin,
bak, sana susuyorlar...
Sen her şarkıda hatırlanmanın
en çok yakıştığı isme sahipsin, bak unutuyorlar...
“Yüzünü dökme küçük kız ” diyor birileri,
“bir tek sen misin unutulan sevilmeyi ? ”...
Sen de geçmişim saklı küçük kız...
Sende kandırılmışlıklarım,
sen de acıtılmışlıklarım,
sen de tüm kaybolmuşluklarıma sebep olan
meçhule giden yolculuklarım...
Bak dünyanın ucuna geldin...
Birazdan aşağıya düşeceksin,
birazdan kaybolacaksın sonsuzlukta...
O zaman kimse hatırlamayacak seni
ruh ikizinden başka...
Kimsenin kolu uzanmayacak boşluktan seni
kurtarmak için
ve kimse atmayacak kendini o meçhul karanlığa
seni bulabilmek umuduyla...
Yalnızca ben olacağım...
Önce seyredeceğim düşüşünü acıyla...
Sonra yenik düşecek “onsuz da yaşanır”larım...
Birden bırakacağım kendimi...
Ölümüm olacaksın o zaman, bir kenarda
unutulmuşluğum...
Ta ki yeni bedenlerde can bulana dek...
Sonra seveceksin beni
çünkü anlayacaksın yokluğunu paylaşabildiğimi...
Sonra aşık olacaksın bana
çünkü anlayacaksın dökük yüzündeki solgun bakışları
en iyi benim anlayabildiğimi...
Sonra unutacaksın beni,
fark edince seni “yolcu”luğumdan daha fazla istediğimi...
Sonra sonsuz bir uykuya dalacaksın onun omzunda...
Sonra acıyacaksın onun suskunluğunda...
Sonra yeniden dökeceksin yüzünü,
dünyanın ucunda yalnız kaldığında...
Aşk tatlı bir sarhoşluk...
Bazen ufak bir yudumu yeter başını döndürmeye;
bazen kadehler dolusu etkilemez seni...
Çözüm doğru zamanda doğru içkiyi
bulabilmekte...
Ve sen önündeki boş şişeler dolusu
içmişliğin arasında
kendinde olacaksın, benden bir yudum
almadığın için....
Öldürmeyin içimdeki küçük kızı ne olur....
Öyle ya sen ... yaşında sorumlulukları büyük olan koca bir adamdın, ben ise ... yaşında halen başında kavak yelleri esen bir kız çocuğu.. Seni özledim derdim.Sen hep yoğun olurdun..Hayatında hep o iki saatlik boşluklarına sıkıştırırdın beni.Mızmızlanmalarımsa çok saçmaydı,oysa iki saat bulabilmiştin bana ,daha ne istiyordum ki ,yetmiyor muydu.. Yetmiyordu sevdiğim hiç yetmemişti...
Sen kocaman adamdın,canım cicimlerle beni şımartacak vaktin yoktu hiç.. Onca işinin arasında bir de bu küçük kız çocuğunu şımartamazdın.Sana göre değildi bu işler artık.Ben mi,ben dudaklarından dökülecek iki kelimeye aç küçük kız çocuğu, gözlerim nemli bakamazdım bile sana, bunca dert varken buna üzünülmezdi çünkü,gereksiz şeylerdi...
Senin sorumlulukların büyüktü,benimse düşlerim. Kocaman bir sızı yerleştirivermiştin bu küçücük yüreğime .. Ama birşey olmaz değil mi sevdiğim, nasıl olsa küçücük şeyler bunlar bu büyük hayatta ?
Bu aşk sana bir beden büyük küçük kız...
Uğraşma, sana bu renk yakışmıyor...
Sen kırmızının en çok yakıştığı dudaklara sahipsin,
bak, sana siyah öpücükler veriyorlar...
Sen, sevildiğini duymanın en çok yakıştığı kulaklara sahipsin,
bak, sana susuyorlar...
Her yeni yolculuğun başladığı an
bir kez daha bilirdim öncekilerden daha çok acıtacağını...
Her dalgadan biraz daha fazla ürkerdim,
biraz daha fazla korkardım
her sarsıntıda gemilerimin alabora olmasından...
Ve her fırtına biraz daha fazla üşütürdü içimi,
her yeni esintide daha fazla diken diken olurdu tüylerim...
Korkularım her yolculukta karabasanlara
dönüşmeye başlardı...
Alışmıştım buna...
Ne kadar gariptir değil mi alışmışlık...
Korkuya alışıp;
içinde minicik şüpheleri bile barındırmayan sevdalarda
ne yapacağını bilememek...
Yalnızlığa alışıp, “bak ben yanındayım”lı cümlelerde
kendini zavallı hissetmek...
“Yolcu”luğa alışıp “yanımda kal”ların
değerini bilememek ya da...
Unutulmuşluklara aşk adını koyar olduktan sonra
değişmeye başlar her şey...
Artık acıyla kavrulur yüreğin ve kimse ellerine
alıp üflemez ona,
bir kış akşamında aşıkların kestanelere yaptıkları gibi...
Hiçbir serzeniş duyuramaz sesini...
Hiçbir bekleyişte sıkılmazsın, asla gelmeyeceğini
bilsen bile...
Aşıksındır artık, kandırılmışsındır...
Zaten yalnızlığının söylediği en büyük yalan
değil midir aşk?
İnanırsın sonuna dek...
İnanırsın yalnızlığın son bulana dek...
Sözlerim sana küçük kız...
Yüzüme bak...
Ve bana onu sevdiğini söyle...
Ona her hayal kırıklığında daha fazla bağlandığını...
Onu her nefretinde daha fazla arzuladığını...
Onu her terkedilmişlikte daha fazla özlediğini...
Durma söyle...
Hem de bana söyle, “yolcu”ya...
Kaptanın özlemini kim daha iyi anlayabilir ki
tayfalarından başka...
Küçücük yüreklerden daha iyi kim hissedebilir ki...
Kocaman sevdaların acısını...
Bu aşk sana bir beden büyük küçük kız...
Uğraşma, sana bu renk yakışmıyor...
Sen kırmızının en çok yakıştığı dudaklara sahipsin,
bak, sana siyah öpücükler veriyorlar...
Sen, sevildiğini duymanın en çok yakıştığı
kulaklara sahipsin,
bak, sana susuyorlar...
Sen her şarkıda hatırlanmanın
en çok yakıştığı isme sahipsin, bak unutuyorlar...
“Yüzünü dökme küçük kız ” diyor birileri,
“bir tek sen misin unutulan sevilmeyi ? ”...
Sen de geçmişim saklı küçük kız...
Sende kandırılmışlıklarım,
sen de acıtılmışlıklarım,
sen de tüm kaybolmuşluklarıma sebep olan
meçhule giden yolculuklarım...
Bak dünyanın ucuna geldin...
Birazdan aşağıya düşeceksin,
birazdan kaybolacaksın sonsuzlukta...
O zaman kimse hatırlamayacak seni
ruh ikizinden başka...
Kimsenin kolu uzanmayacak boşluktan seni
kurtarmak için
ve kimse atmayacak kendini o meçhul karanlığa
seni bulabilmek umuduyla...
Yalnızca ben olacağım...
Önce seyredeceğim düşüşünü acıyla...
Sonra yenik düşecek “onsuz da yaşanır”larım...
Birden bırakacağım kendimi...
Ölümüm olacaksın o zaman, bir kenarda
unutulmuşluğum...
Ta ki yeni bedenlerde can bulana dek...
Sonra seveceksin beni
çünkü anlayacaksın yokluğunu paylaşabildiğimi...
Sonra aşık olacaksın bana
çünkü anlayacaksın dökük yüzündeki solgun bakışları
en iyi benim anlayabildiğimi...
Sonra unutacaksın beni,
fark edince seni “yolcu”luğumdan daha fazla istediğimi...
Sonra sonsuz bir uykuya dalacaksın onun omzunda...
Sonra acıyacaksın onun suskunluğunda...
Sonra yeniden dökeceksin yüzünü,
dünyanın ucunda yalnız kaldığında...
Aşk tatlı bir sarhoşluk...
Bazen ufak bir yudumu yeter başını döndürmeye;
bazen kadehler dolusu etkilemez seni...
Çözüm doğru zamanda doğru içkiyi
bulabilmekte...
Ve sen önündeki boş şişeler dolusu
içmişliğin arasında
kendinde olacaksın, benden bir yudum
almadığın için....
Öldürmeyin içimdeki küçük kızı ne olur....