05-14-2010, Saat: 11:56 PM
Benim evlilikten anladığım
Öyle kafamıza sürekli kakıldığı gibi çok fazla ortak nokta olması gerekmiyor bir ilişkide bence.
Aşık olmuşsun ya, en baba ortak nokta budur. Diğerleri sanki hep ezbere söylenen şeyler gibi geliyor bana. ılişkileri tüketiyoruz durduk yerde.
Bir sürü fikirde çatışıyor olabilirsiniz, hatta ortak hobiniz de olmayabilir. Nedir bu “ortak bir hobiniz olsun!” baskısı hiç anlamıyorum zaten. Abi yok ortak hobim mobim... Hobiyi ortak yapacağız diye adamla boğaz boğaza mı geleyim!
Zaten her daim vıcık vıcık dip dipe, onu da beraber yapalım, bunu da beraber yapalımcı bir insan değilim, olamam, sıkılırım. E karşı taraf nasıl sıkılmasın bu durumdan sizce?
Bazı insanlar yemeğini, tatlısını paylaşır, ben yeşil eriğimi bile paylaşmak istemiyorum. Kitaplarımı da veremem. Çocuğuma bile kıyıp da veremedim kitabımı, benden sonra hepsi onların nasıl olsa... Herkes sırasını beklesin, değil mi ama?
Benim bir hobim olsun, onun da bir hobisi olsun, hobilerimize saygımız olsun. Ben kendi hobimi yapar anlatırım, o kendininkini yapar anlatır. Anca beraber kanca beraber, insan sevdiği adama kıl kapar zaman içinde. Kendi başıma yapmak istediğim şeyleri kendi başıma yapabilmeyi seviyorum ben. Bir de beni böyle kabul ettiği için edeni...
Beraber yapmak istediğimiz şeyler de var tabii... Ama sürekli değişiyorlar günden güne. Bilmem kaç sene önce yapmaktan hoşlandığımız şeylerden eser yok. ınsan neden “eskiden biz şöyle yapardık, böyle yapardık” diye dövünür de bugün yaptıklarını bakıp göremez sizce? Biz hep bardağın boş taraflarına bakmaya şartlandırılıyoruz belki de.
Her olayda hemfikir olmak, emme basma tulumba misali birbirini onaylamak, her konuda birbirini haklı bulmak, her konuda paralel düşünmek biraz garip değil mi? Hani benim her dediğime “He!” dense, sıkılırım. “A be kardeşim senin hiç değişik fikrin yok mu?” diye sinir yaparım.
Tartışmak iyi bir şey, kavga şiddete dönüşmedikçe... “Taraflar her zaman birbirlerine katılmak zorunda değildir” ilkesi benimsendikçe...
Ben başka bir insanım, o başka bir insan; bizi güzel yapan uyumsuzluklarımızdan doğan çekicilik ve çeşitlilik değil mi? O öyle kalsın, ben de böyle...
Birbirimizi olduğumuz gibi kabullenip, sevmediğimiz huylarımızla da dalga geçmeyi öğrensek keşke. Gülmeyi bilsek gülmeyi. Dalga geçmekle küçük düşürmek arasındaki farkı ayırdedebilsek. ıncitince özür dilemeyi öğrensek. Affetmenin gurursuzluk olmadığını erkenden keşfetsek!
O tenis oynasın, ben koşayım.
Ben aşk filmleri seveyim, o aksiyon.
O her zaman tatlıya yer ayırsın midesinde, ben salatanın dibini saklayayım kendime.
O sakin olsun, ben heyecanlı.
O mantıklı olsun, ben hayalperest.
O karamsar olsun, benim iyimserliğim eminim yedi sülalemize nasıl olsa yetecek.
Kabul etmesin fikirlerimi, kavga edelim, barışması pek tatlı olur elbet. Bir ondan tadalım bir bundan. ıki farklı insan olarak kendimiz gibi kalalım.
Becerilerimizi teşvik edecek kadar özgüvenli olup birbirimize cesaret aşılayalım.
Sağımız solumuz klişe ve kalıp... Filmlerdeki ilişkilere benzeyeceğiz diye kendimizi şaşırdık. Bizim filmlerin sonu hep kötü biter oldu artık. Geçen gün kadın diyor ki dizide “Seninle sevişmek dışında en son ne zaman ortak bir şey yaptık”... Beni gülme tutuyor, “E bundan daha ortak ve daha güzel ne yapacaktın ki be kadın” diye...
Nereye gidersen git, ne kadar kavga edersen et, ne kadar fikrin uyuşmazsa uyuşmasın, ne kadar ortak noktan olmazsa olmasın, dönüp gelip evine yatağına girmek istiyorsan eğer, vardır bir hikmet.
Bir yastıkta kocamak için, o yatağa girip birbirine küsmeden, dokunarak uyumayı, sevişmeyi istemek her türlü klişeden önemli.
Eskiden yataklar bu kadar büyük değilmiş hem... Karı koca dediğin birbirine değmeden zar zor o minik yatağa sığıp uyuyabilirmiş. Kavuşmak küçücük bir ev içinde, ona buna çaktırmadan amma büyük amaç imiş.
Yataklarımız, evlerimiz büyüdükçe aramızdaki mesafeler de büyüdü belki de. Siz yine de uzatın yatağın bir ucundan ayaklarınızı, birbirine değsinler sessizce. Gerisi gelecektir... Mutluluk bu kadar basit bence.
Öyle kafamıza sürekli kakıldığı gibi çok fazla ortak nokta olması gerekmiyor bir ilişkide bence.
Aşık olmuşsun ya, en baba ortak nokta budur. Diğerleri sanki hep ezbere söylenen şeyler gibi geliyor bana. ılişkileri tüketiyoruz durduk yerde.
Bir sürü fikirde çatışıyor olabilirsiniz, hatta ortak hobiniz de olmayabilir. Nedir bu “ortak bir hobiniz olsun!” baskısı hiç anlamıyorum zaten. Abi yok ortak hobim mobim... Hobiyi ortak yapacağız diye adamla boğaz boğaza mı geleyim!
Zaten her daim vıcık vıcık dip dipe, onu da beraber yapalım, bunu da beraber yapalımcı bir insan değilim, olamam, sıkılırım. E karşı taraf nasıl sıkılmasın bu durumdan sizce?
Bazı insanlar yemeğini, tatlısını paylaşır, ben yeşil eriğimi bile paylaşmak istemiyorum. Kitaplarımı da veremem. Çocuğuma bile kıyıp da veremedim kitabımı, benden sonra hepsi onların nasıl olsa... Herkes sırasını beklesin, değil mi ama?
Benim bir hobim olsun, onun da bir hobisi olsun, hobilerimize saygımız olsun. Ben kendi hobimi yapar anlatırım, o kendininkini yapar anlatır. Anca beraber kanca beraber, insan sevdiği adama kıl kapar zaman içinde. Kendi başıma yapmak istediğim şeyleri kendi başıma yapabilmeyi seviyorum ben. Bir de beni böyle kabul ettiği için edeni...
Beraber yapmak istediğimiz şeyler de var tabii... Ama sürekli değişiyorlar günden güne. Bilmem kaç sene önce yapmaktan hoşlandığımız şeylerden eser yok. ınsan neden “eskiden biz şöyle yapardık, böyle yapardık” diye dövünür de bugün yaptıklarını bakıp göremez sizce? Biz hep bardağın boş taraflarına bakmaya şartlandırılıyoruz belki de.
Her olayda hemfikir olmak, emme basma tulumba misali birbirini onaylamak, her konuda birbirini haklı bulmak, her konuda paralel düşünmek biraz garip değil mi? Hani benim her dediğime “He!” dense, sıkılırım. “A be kardeşim senin hiç değişik fikrin yok mu?” diye sinir yaparım.
Tartışmak iyi bir şey, kavga şiddete dönüşmedikçe... “Taraflar her zaman birbirlerine katılmak zorunda değildir” ilkesi benimsendikçe...
Ben başka bir insanım, o başka bir insan; bizi güzel yapan uyumsuzluklarımızdan doğan çekicilik ve çeşitlilik değil mi? O öyle kalsın, ben de böyle...
Birbirimizi olduğumuz gibi kabullenip, sevmediğimiz huylarımızla da dalga geçmeyi öğrensek keşke. Gülmeyi bilsek gülmeyi. Dalga geçmekle küçük düşürmek arasındaki farkı ayırdedebilsek. ıncitince özür dilemeyi öğrensek. Affetmenin gurursuzluk olmadığını erkenden keşfetsek!
O tenis oynasın, ben koşayım.
Ben aşk filmleri seveyim, o aksiyon.
O her zaman tatlıya yer ayırsın midesinde, ben salatanın dibini saklayayım kendime.
O sakin olsun, ben heyecanlı.
O mantıklı olsun, ben hayalperest.
O karamsar olsun, benim iyimserliğim eminim yedi sülalemize nasıl olsa yetecek.
Kabul etmesin fikirlerimi, kavga edelim, barışması pek tatlı olur elbet. Bir ondan tadalım bir bundan. ıki farklı insan olarak kendimiz gibi kalalım.
Becerilerimizi teşvik edecek kadar özgüvenli olup birbirimize cesaret aşılayalım.
Sağımız solumuz klişe ve kalıp... Filmlerdeki ilişkilere benzeyeceğiz diye kendimizi şaşırdık. Bizim filmlerin sonu hep kötü biter oldu artık. Geçen gün kadın diyor ki dizide “Seninle sevişmek dışında en son ne zaman ortak bir şey yaptık”... Beni gülme tutuyor, “E bundan daha ortak ve daha güzel ne yapacaktın ki be kadın” diye...
Nereye gidersen git, ne kadar kavga edersen et, ne kadar fikrin uyuşmazsa uyuşmasın, ne kadar ortak noktan olmazsa olmasın, dönüp gelip evine yatağına girmek istiyorsan eğer, vardır bir hikmet.
Bir yastıkta kocamak için, o yatağa girip birbirine küsmeden, dokunarak uyumayı, sevişmeyi istemek her türlü klişeden önemli.
Eskiden yataklar bu kadar büyük değilmiş hem... Karı koca dediğin birbirine değmeden zar zor o minik yatağa sığıp uyuyabilirmiş. Kavuşmak küçücük bir ev içinde, ona buna çaktırmadan amma büyük amaç imiş.
Yataklarımız, evlerimiz büyüdükçe aramızdaki mesafeler de büyüdü belki de. Siz yine de uzatın yatağın bir ucundan ayaklarınızı, birbirine değsinler sessizce. Gerisi gelecektir... Mutluluk bu kadar basit bence.