07-06-2010, Saat: 12:49 AM
Üzerine kurulmuş bir hayattı benim ki. Nefes aldığında nefes alıyor, güldüğünde gülüyor, üzüldüğünde kahroluyordum. Seni tanıdığımda doğmuş, sensiz kaldığım her an yeniden ölmüştüm.
Sensiz kalmak... Ne çok yokladı beni bu acı! Başını alıp gittiğin zamanlarda beni de bensiz bırakıyordun. Seni beklemekten başka bir de kendimi bulmam gerekiyordu. Yalnızca fiziksel değildi gidişlerin. Yanı başımdayken gidiveriyordun birden bire uzaklara. Aklın, kalbin, düşüncelerin gidiveriyordu, ellerin ellerimdeyken bile. Bilemediğim o yerlere gidiyordun ansızın. Kaybolmuş çocuklar gibiydim o zamanlarda. Dörtlüğünü bulamamış mısralar gibi anlamsız bir hayat kalıyordu bana yalnızca.
Benimse sabırla söylediğim şarkı aynıydı;
Hep aranan hep özlenen/ Gelir diye yol gözlenen/Öldürse de çok sevilen/ Sizden biri...
Sorgusuzca bekledim. Neden gittiğini, nereye gittiğini, ne zaman geleceğini sormadan, sadece bekledim. Nefes alacağım zamanı bekledim.
Her gelişin şenlik, her dönüşün bayramdı sanki. Sen de çok sevmesen gelir miydin hiç? Özlemesen benim kadar döner miydin?
Gidişlerine bahaneler bulmak en iyi yaptığım şeydi benim. Mecbur olmasan bırakıp gitmezdin ki beni sen. Vardı mutlaka kendince sebeplerin. Önemli olan gelmendi. Dönmüştün ya artık. Ne önemi vardı neden gittiğinin!
Şimdi anlıyorum ki, bu senin sevdiğin bir oyundu. Her gidişte geride bekleyenin olmasını seviyordun sen. Geleceğin yer aynı, bekleyen aynı, bulacağın sevgi aynıydı çünkü. Kendini güvende hissettirdi, gururunu okşadı.
Aslında bir küçük çocuk gibiydin. Dolaba saklanıp annesini korkutarak sevgisini ölçmeye çalışan bir çocuk gibi. Sınırlarımı ölçmek istedin her seferinde. Ne kadar sevdiğimi görmek istedin. Daha ne kadar dayanabileceğimi sınadın.
Fark edemediğim ise; hiçbir sevginin beslenmeden büyümediğiydi. Ben kendim besledim sevgimi, senin için büyüttüm. Kara kıştan, sert rüzgârlardan, yakan güneşten korudum senin için. Sen bir damla su bile vermedin. Kurak topraklara benzedi yüreğim, bir küçük çiçeğin bile büyüyemediği topraklara... Güneşe döner gibi yüzümü döndüm sana, sen bulutların ardına saklandın.
Ve ben derin uykumdan uyandım bir sabah. Anladım ki sevgimle birlikte bende kuruyor, ölüyorum. Sensiz olmaz derdim, baktım ki bensiz olmuyor. Daha fazla almadan benden beni bu sevda, koparıp attım ne varsa içinde yüreğimin, kanata kanata.
Şimdi sensizlikle terbiye ettim yüreğimi. Herkes gibi yaşamayı öğreniyorum yeniden. Kaçırdığım hayatı yakalamaya çalışıyorum. Sensiz nefes almayı başarmayı, günün, güneşin, yağmurun, karın tadını çıkarmayı öğreniyorum sensiz. Dolaştığımız yerlere yalnız gidiyorum, ağlamamayı öğretiyorum gözlerime. Seni hatırlatan şarkılar çaldığında dimdik duruyorum artık. Parçalara ayrılmıyorum gökyüzünü yalnız seyrederken.
Her şeyi öğretebildim kendime de; bir her sabah uyandığımda aklıma düşmeni engelleyemedim daha, bir de rüyalarıma girmeni.
Merhaba derken hayata yeniden, senin için söyleyecek tek sözüm var artık.
"Hoşça kal sevdiğim, nefesim, hayallerim, tek gerçeğim.
Hoşça kal her şeyim!"
Sensiz kalmak... Ne çok yokladı beni bu acı! Başını alıp gittiğin zamanlarda beni de bensiz bırakıyordun. Seni beklemekten başka bir de kendimi bulmam gerekiyordu. Yalnızca fiziksel değildi gidişlerin. Yanı başımdayken gidiveriyordun birden bire uzaklara. Aklın, kalbin, düşüncelerin gidiveriyordu, ellerin ellerimdeyken bile. Bilemediğim o yerlere gidiyordun ansızın. Kaybolmuş çocuklar gibiydim o zamanlarda. Dörtlüğünü bulamamış mısralar gibi anlamsız bir hayat kalıyordu bana yalnızca.
Benimse sabırla söylediğim şarkı aynıydı;
Hep aranan hep özlenen/ Gelir diye yol gözlenen/Öldürse de çok sevilen/ Sizden biri...
Sorgusuzca bekledim. Neden gittiğini, nereye gittiğini, ne zaman geleceğini sormadan, sadece bekledim. Nefes alacağım zamanı bekledim.
Her gelişin şenlik, her dönüşün bayramdı sanki. Sen de çok sevmesen gelir miydin hiç? Özlemesen benim kadar döner miydin?
Gidişlerine bahaneler bulmak en iyi yaptığım şeydi benim. Mecbur olmasan bırakıp gitmezdin ki beni sen. Vardı mutlaka kendince sebeplerin. Önemli olan gelmendi. Dönmüştün ya artık. Ne önemi vardı neden gittiğinin!
Şimdi anlıyorum ki, bu senin sevdiğin bir oyundu. Her gidişte geride bekleyenin olmasını seviyordun sen. Geleceğin yer aynı, bekleyen aynı, bulacağın sevgi aynıydı çünkü. Kendini güvende hissettirdi, gururunu okşadı.
Aslında bir küçük çocuk gibiydin. Dolaba saklanıp annesini korkutarak sevgisini ölçmeye çalışan bir çocuk gibi. Sınırlarımı ölçmek istedin her seferinde. Ne kadar sevdiğimi görmek istedin. Daha ne kadar dayanabileceğimi sınadın.
Fark edemediğim ise; hiçbir sevginin beslenmeden büyümediğiydi. Ben kendim besledim sevgimi, senin için büyüttüm. Kara kıştan, sert rüzgârlardan, yakan güneşten korudum senin için. Sen bir damla su bile vermedin. Kurak topraklara benzedi yüreğim, bir küçük çiçeğin bile büyüyemediği topraklara... Güneşe döner gibi yüzümü döndüm sana, sen bulutların ardına saklandın.
Ve ben derin uykumdan uyandım bir sabah. Anladım ki sevgimle birlikte bende kuruyor, ölüyorum. Sensiz olmaz derdim, baktım ki bensiz olmuyor. Daha fazla almadan benden beni bu sevda, koparıp attım ne varsa içinde yüreğimin, kanata kanata.
Şimdi sensizlikle terbiye ettim yüreğimi. Herkes gibi yaşamayı öğreniyorum yeniden. Kaçırdığım hayatı yakalamaya çalışıyorum. Sensiz nefes almayı başarmayı, günün, güneşin, yağmurun, karın tadını çıkarmayı öğreniyorum sensiz. Dolaştığımız yerlere yalnız gidiyorum, ağlamamayı öğretiyorum gözlerime. Seni hatırlatan şarkılar çaldığında dimdik duruyorum artık. Parçalara ayrılmıyorum gökyüzünü yalnız seyrederken.
Her şeyi öğretebildim kendime de; bir her sabah uyandığımda aklıma düşmeni engelleyemedim daha, bir de rüyalarıma girmeni.
Merhaba derken hayata yeniden, senin için söyleyecek tek sözüm var artık.
"Hoşça kal sevdiğim, nefesim, hayallerim, tek gerçeğim.
Hoşça kal her şeyim!"