07-11-2010, Saat: 12:25 AM
Kozasına çekilen tüm yüreklere; kendini acıyla, hüzünle, geçmişle yontan tüm yüreklere sesleniyorum.
Uyanın artık.
Etrafınızı düşlerle ördüğünüz kafesten çıkıp, yalnızlıkla yattığınız kış uykusundan uyanın artık. Kaldırın gözlerinizdeki hüzün perdelerini. Hayatımıza serpiştirilmiş, rengarenk yağan mutluluk yağmurlarını tek tek görebilmek için.
Zamanı geldi diyorum. Nerden mi biliyorum. Yoksa daha kokusunu almadınız mı, kır çiçeklerinin ya da aşkın sembolü olan, aşkı anlatan güllerin kokusunu? Yazık çok yazık. Bir gül ya da herhangi bir çiçeğin kokusunu hala içinize çekmediyseniz, bir şeyler kaçırdığınızı rahatlıkla söyleyebilirim size.
Zamanı geldi diyorum Nerden mi biliyorum? Yoksa hala fark etmediniz mi, mavi berrak semada Güneş'in sevgiyle parladığını ya da çıplak dalların, çıplaklığını tomurcuk ve çiçeklere bıraktığını.
Bırakın yüreğinizi, salıverin. O vakit anlayacaksınız kuş cıvıltılarının melodilerini, o vakit fark edeceksiniz papatyadaki sanların sevgi ve tutkuyu nasıl anlattığını. O vakit göreceksiniz, Ay'ın bulutlarla nasıl seviştiğini ve o vakit göreceksiniz o güzelim güllerin başlarını nasıl gökyüzüne uzattığını ve o müthiş kokularıyla hiç solmadığını ve bir de renklerinin hiç siyaha dönmediğini.
Açın artık yüreğinizdeki kafesi. Bırakın oradaki duygularınız, özgürlüğe susamış bir kuş gibi kanat çırpsın bilinmezlere. Kafesi açın dedim. İki anahtarı var, bu kapıyı açmanın. Biri sevgi diğeri aşk. Seçimi size kalmış.
İşe sevgi anahtarıyla başlayabilirsiniz. En küçük bir şeyi sevmekle başlayın. Nefes almayı, yaşamayı, insanları, küçücük bir çocuğun gözlerindeki saflığı, penceredeki ekmek kırıntılarını gagalayan kuşları, çiçekleri, radyodaki şarkıları... Her şeyi ama her şeyi severek. Hadi bir deneyin. İnanın, zor değil.
İkinci anahtara gelince; zaman zaman bizi bulutlara uçuran, sonunda yerden yere vuran, her zaman korkulan, kaçılan ama vazgeçilemeyen, hissettiklerimizi yüreğimizin diline bıraktıran, sonunda gözyaşı ve hüsran barındıran kavram olan aşk anahtarından bahsediyorum. Aşık olun. Kilitlediğiniz gönül kapınızı aşkla açın. Varsın sonunda acı olsun. Bile bile lades yani.
Olsun, bu kötü değil ki. Aşkınız yaşanıp bitince acı çekin, olgunlaşın. Acı çekin, değerini anlayın sevmenin. Değmez mi buna?
Unutmayın ki, insan kendisinde, kalbinde derin izler bırakan şeyler yüzünden sevinç naraları atar ya da gözyaşı döker. Yani insan aşk ve aşkın hediyesi olan ayrılık acısıyla yontar hep yüreğini. Hayatı boyunca hatta son nefesinde bile bu iki şeyle savaşır. Her ne kadar yenilse de... Oysa bir bilebilsek, bir anlayabilsek: 'Hayat, aşk ve acının bileşimidir.' Hayatın özüdür aşk ve acı...
Diyeceğim şu ki; her şeye ama her şeye rağmen sevip, aşık olabilmeli insan. Her ne kadar da sonunda hüsran, sorgu ve anılarla baş başa kalsak da...
'Baharda aşk bir başka güzel, baharda meşk her şeye değer. Bir yar bulursam gönlüme denk, kalbim çiçek olur rengârenk.' diye tekrarlarım ben her bahar, kuş cıvıltılarına eşlik ederek. Yüreğimi her bahar düşlerimde büyüttüğüm aynı aşka, aynı sevdaya teslim ederek..
Uyanın artık.
Etrafınızı düşlerle ördüğünüz kafesten çıkıp, yalnızlıkla yattığınız kış uykusundan uyanın artık. Kaldırın gözlerinizdeki hüzün perdelerini. Hayatımıza serpiştirilmiş, rengarenk yağan mutluluk yağmurlarını tek tek görebilmek için.
Zamanı geldi diyorum. Nerden mi biliyorum. Yoksa daha kokusunu almadınız mı, kır çiçeklerinin ya da aşkın sembolü olan, aşkı anlatan güllerin kokusunu? Yazık çok yazık. Bir gül ya da herhangi bir çiçeğin kokusunu hala içinize çekmediyseniz, bir şeyler kaçırdığınızı rahatlıkla söyleyebilirim size.
Zamanı geldi diyorum Nerden mi biliyorum? Yoksa hala fark etmediniz mi, mavi berrak semada Güneş'in sevgiyle parladığını ya da çıplak dalların, çıplaklığını tomurcuk ve çiçeklere bıraktığını.
Bırakın yüreğinizi, salıverin. O vakit anlayacaksınız kuş cıvıltılarının melodilerini, o vakit fark edeceksiniz papatyadaki sanların sevgi ve tutkuyu nasıl anlattığını. O vakit göreceksiniz, Ay'ın bulutlarla nasıl seviştiğini ve o vakit göreceksiniz o güzelim güllerin başlarını nasıl gökyüzüne uzattığını ve o müthiş kokularıyla hiç solmadığını ve bir de renklerinin hiç siyaha dönmediğini.
Açın artık yüreğinizdeki kafesi. Bırakın oradaki duygularınız, özgürlüğe susamış bir kuş gibi kanat çırpsın bilinmezlere. Kafesi açın dedim. İki anahtarı var, bu kapıyı açmanın. Biri sevgi diğeri aşk. Seçimi size kalmış.
İşe sevgi anahtarıyla başlayabilirsiniz. En küçük bir şeyi sevmekle başlayın. Nefes almayı, yaşamayı, insanları, küçücük bir çocuğun gözlerindeki saflığı, penceredeki ekmek kırıntılarını gagalayan kuşları, çiçekleri, radyodaki şarkıları... Her şeyi ama her şeyi severek. Hadi bir deneyin. İnanın, zor değil.
İkinci anahtara gelince; zaman zaman bizi bulutlara uçuran, sonunda yerden yere vuran, her zaman korkulan, kaçılan ama vazgeçilemeyen, hissettiklerimizi yüreğimizin diline bıraktıran, sonunda gözyaşı ve hüsran barındıran kavram olan aşk anahtarından bahsediyorum. Aşık olun. Kilitlediğiniz gönül kapınızı aşkla açın. Varsın sonunda acı olsun. Bile bile lades yani.
Olsun, bu kötü değil ki. Aşkınız yaşanıp bitince acı çekin, olgunlaşın. Acı çekin, değerini anlayın sevmenin. Değmez mi buna?
Unutmayın ki, insan kendisinde, kalbinde derin izler bırakan şeyler yüzünden sevinç naraları atar ya da gözyaşı döker. Yani insan aşk ve aşkın hediyesi olan ayrılık acısıyla yontar hep yüreğini. Hayatı boyunca hatta son nefesinde bile bu iki şeyle savaşır. Her ne kadar yenilse de... Oysa bir bilebilsek, bir anlayabilsek: 'Hayat, aşk ve acının bileşimidir.' Hayatın özüdür aşk ve acı...
Diyeceğim şu ki; her şeye ama her şeye rağmen sevip, aşık olabilmeli insan. Her ne kadar da sonunda hüsran, sorgu ve anılarla baş başa kalsak da...
'Baharda aşk bir başka güzel, baharda meşk her şeye değer. Bir yar bulursam gönlüme denk, kalbim çiçek olur rengârenk.' diye tekrarlarım ben her bahar, kuş cıvıltılarına eşlik ederek. Yüreğimi her bahar düşlerimde büyüttüğüm aynı aşka, aynı sevdaya teslim ederek..