08-11-2010, Saat: 01:13 AM
Göndermeyeceğim bir mektuba başlıyorum yine. Yine bir yola koyulmuş, saymaya başlıyorum kesik yol çizgilerini. Birleştirip upuzun bir beyaz şerit oluveriyor, sana çıkıyor yine sonu.
Henüz terk etmemişken şehrimi, akılma düşüyor şimdiden bıraktığım sıcak ellerin. “Rüya gibi her hatıra, her yaşantı bana.
Ne bulduysa kaybetti gönül aşktan yana.
Ağlama, değmez hayat, yazık göz yaşlarına...” çalıyor fonda ve ben tüm gün kendi kendime bunu mırıldandığımı hatırlıyorum, gülümsüyorum.
Dilimden düşmeyen bu şarkının bulması gibi beni burda, tüm bunların da henüz bilmediğim ve belki de hiçbir zaman anlayamayacağım birer sebebi vardı. Ve hepsi seni taşıyordu üzerinde. Hepsinde sen barınıyordun en çok, sebep sen olmasan da.
Sensiz başlayıp devam eden ve tam ortasında yer ediverdiğin bu günüm şehrim gibi somutluğunun da geride kalmışlığıyla sürüyor işte.
Anlayacağın stoklardan kullanmaya başladım bile.
Yine şekersiz yudumladığım kahvem boğazımı yakıyor ve fark ediyorum ki ellerimde kalan tadından tat alıyor. Henüz kokun uçmadı üzerimden. Görsen, hala sıcaklığın ısıttığın ellerimde.
Sabaha başka bir iklime varmış olacağım.
Güneş önce gözlerine değip, parladıktan sonra saçlarında, günüme doğacak ve aralanıverecek gözlerim seni saklayarak ve özleyeceğim deniz yeşiline çalan gözlerini daha o zamandan.
Eve çoktan varmış olmalısın. Uzatmış ayaklarını bilmem hangi filmi izlerken televizyonda düşünmüyorsan eğer beni, kulakların çınlasın. Aklındaysam şayet, düşsün ateşim yüreğine ve hisset(!) nasıl da seninleyim ben.
Artık uyumalıyım...
Göz kapaklarım geçen geceden de kavuşamamışlığın ağırlığını barındırıyor kirpiklerinin arasında. Hem başka bir iklimin davetlisiyim sabaha, başka yüzlerin ve denizin. Hazırlanmalıyım.
Üzülme sen, sakın..
Yumduğumda gözlerimi, dopdolu olacağım seninle.
Saklısın orda, üşüme...
Henüz terk etmemişken şehrimi, akılma düşüyor şimdiden bıraktığım sıcak ellerin. “Rüya gibi her hatıra, her yaşantı bana.
Ne bulduysa kaybetti gönül aşktan yana.
Ağlama, değmez hayat, yazık göz yaşlarına...” çalıyor fonda ve ben tüm gün kendi kendime bunu mırıldandığımı hatırlıyorum, gülümsüyorum.
Dilimden düşmeyen bu şarkının bulması gibi beni burda, tüm bunların da henüz bilmediğim ve belki de hiçbir zaman anlayamayacağım birer sebebi vardı. Ve hepsi seni taşıyordu üzerinde. Hepsinde sen barınıyordun en çok, sebep sen olmasan da.
Sensiz başlayıp devam eden ve tam ortasında yer ediverdiğin bu günüm şehrim gibi somutluğunun da geride kalmışlığıyla sürüyor işte.
Anlayacağın stoklardan kullanmaya başladım bile.
Yine şekersiz yudumladığım kahvem boğazımı yakıyor ve fark ediyorum ki ellerimde kalan tadından tat alıyor. Henüz kokun uçmadı üzerimden. Görsen, hala sıcaklığın ısıttığın ellerimde.
Sabaha başka bir iklime varmış olacağım.
Güneş önce gözlerine değip, parladıktan sonra saçlarında, günüme doğacak ve aralanıverecek gözlerim seni saklayarak ve özleyeceğim deniz yeşiline çalan gözlerini daha o zamandan.
Eve çoktan varmış olmalısın. Uzatmış ayaklarını bilmem hangi filmi izlerken televizyonda düşünmüyorsan eğer beni, kulakların çınlasın. Aklındaysam şayet, düşsün ateşim yüreğine ve hisset(!) nasıl da seninleyim ben.
Artık uyumalıyım...
Göz kapaklarım geçen geceden de kavuşamamışlığın ağırlığını barındırıyor kirpiklerinin arasında. Hem başka bir iklimin davetlisiyim sabaha, başka yüzlerin ve denizin. Hazırlanmalıyım.
Üzülme sen, sakın..
Yumduğumda gözlerimi, dopdolu olacağım seninle.
Saklısın orda, üşüme...