09-15-2010, Saat: 03:27 PM
1973 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de bir bankaya giren 3 soyguncu 4 kişiyi rehin aldı. Bankanın çevresi polis tarafından kuşatıldı. Soyguncular teslim olmayı reddetti. Direniş tam 6 gün sürdü. 6 gün sonra polis soyguncuları yakalamak için bankaya girdiğinde inanılmaz bir olayla karşılaştı. Rehineler de soyguncularla birlikte polise direniyordu. Operasyon tamamlandı soyguncular hapse atıldı ve dava süreci başladı. Rehineler soyguncular aleyhine tanıklık etmeyi reddetti. Hatta para toplayıp soyguncuların savunmalarına yardımcı oldular. Rehinelerden biri soygunculardan biriyle daha sonra evlendi. Bu olaydan sonra psikolojide ‘Stockholm Sendromu’ deyimi kullanılmaya başlandı. Mağdur durumdaki kişinin kendisini kaçıran rehin tutan ezen güçlü kişiye boyun eğip sempati duyması ‘Stockholm Sendromu’ olarak adlandırıldı. Ama bu sendrom sadece rehine-soyguncu ilişkisinde değil aşk ilişkilerinde ve evlilikte de kullanılır oldu.
***
‘Stockholm Sendromu’nda kurban baskı gösteren kişinin kendisini öldürebileceğinden korkar. Ölüm korkusu kurbanın hayatta kalma isteğini arttırır. Bir süre sonra kurban kendisine baskı uygulayan kişi karşısında iyice acizleştiğini hisseder. En küçük bir ihtiyacında bile ona bağlı olduğunu düşünmeye başlar. Baskı uygulayan kişinin zaman zaman ‘bir parmak bal’ misali yaptığı iyilikler kurbanın gözünde inanılmaz şekilde büyür. Kurban artık baskıcının şiddet eğilimini göz ardı etmeye başlamıştır. İçinde bulunduğu tehlikeyi de bilinçaltına itmiştir. Kurban tek bağının hayatındaki tek olumlu şeyin baskı uygulayan kişiyle arasındaki ilişki olduğunu düşünür. Bu ilişkiyi kaybetmek istemez. Artık baskıcıdan ayrılmak çok ama çok zorlaşmıştır. Buradaki şiddeti sadece fiziksel şiddet olarak algılamayın. Psikolojik şiddetve baskıda da ‘Stockholm Sendromu’ ortaya çıkabiliyor.
***
Kurbanlar böyle bir duruma düştüklerinde ‘Stockholm Sendromu’ yaşadıklarının farkında olmuyor. Ve birçoğu bunu ‘Aşk’ sanıyor. Karşısındaki insanın yaptığı tüm zorbalıkları uyguladığı tüm baskıları “Beni sevdiği için yapıyor” diyerek hoş görüyor. Olayın saçmalığını garipliğini anladığı zaman ise iş işten geçmiş oluyor. Bu kez de ‘bağımlılık’ sorunu yaşamaya başlıyor. Sanki o hayatından giderse hiçbir şey yapamayacakmış gibi hissediyor. Uyuşturucu bağımlılarının mal bulamadığı zaman yaşadıkları ‘yoksunluk krizi’ gibi... Hatta kurbanlar “Onsuz yapamam” diye düşündükleri gibi bazen baskı uygulayan kişi için de “Bensiz yapamaz” yanılgısına bile kaptırabiliyorlar kendilerini.
***
Kurbanlar bir gün baskıyı reddetmeye başladığında bu durumdan kurtulmaya çabaladığında inanılmaz zorlu bir süreç yaşıyorlar. Çünkü o güne kadar baskı uygulamaya alışmış karşısındaki kişinin boyun eğmesini benimsemiş kişi buna izin vermiyor. Tehditler aşağılamalar hatta dayak gırla gidiyor. Biliyor musunuz bu durumda bile kurban kendini suçlayabiliyor. “Ben hata yaptım da o yüzden böyle davranıyor” deyip baskıyı kaba kuvveti aklamaya çalışıyor. Bir başka deyişle kendini cezalandırıyor. Her şey olup bittikten insan kendisini kurtardıktan sonra bile ilişkilerinde sürekli güven sorunu yaşıyor. Karşısındaki insanın kendisini sevdiğine inanamayan biri haline geliyor. Sonuç aşk sandığınız şey aslında sizi eriten tüketen şey olabilir dikkat!
Mehmet Coşkundeniz...
***
‘Stockholm Sendromu’nda kurban baskı gösteren kişinin kendisini öldürebileceğinden korkar. Ölüm korkusu kurbanın hayatta kalma isteğini arttırır. Bir süre sonra kurban kendisine baskı uygulayan kişi karşısında iyice acizleştiğini hisseder. En küçük bir ihtiyacında bile ona bağlı olduğunu düşünmeye başlar. Baskı uygulayan kişinin zaman zaman ‘bir parmak bal’ misali yaptığı iyilikler kurbanın gözünde inanılmaz şekilde büyür. Kurban artık baskıcının şiddet eğilimini göz ardı etmeye başlamıştır. İçinde bulunduğu tehlikeyi de bilinçaltına itmiştir. Kurban tek bağının hayatındaki tek olumlu şeyin baskı uygulayan kişiyle arasındaki ilişki olduğunu düşünür. Bu ilişkiyi kaybetmek istemez. Artık baskıcıdan ayrılmak çok ama çok zorlaşmıştır. Buradaki şiddeti sadece fiziksel şiddet olarak algılamayın. Psikolojik şiddetve baskıda da ‘Stockholm Sendromu’ ortaya çıkabiliyor.
***
Kurbanlar böyle bir duruma düştüklerinde ‘Stockholm Sendromu’ yaşadıklarının farkında olmuyor. Ve birçoğu bunu ‘Aşk’ sanıyor. Karşısındaki insanın yaptığı tüm zorbalıkları uyguladığı tüm baskıları “Beni sevdiği için yapıyor” diyerek hoş görüyor. Olayın saçmalığını garipliğini anladığı zaman ise iş işten geçmiş oluyor. Bu kez de ‘bağımlılık’ sorunu yaşamaya başlıyor. Sanki o hayatından giderse hiçbir şey yapamayacakmış gibi hissediyor. Uyuşturucu bağımlılarının mal bulamadığı zaman yaşadıkları ‘yoksunluk krizi’ gibi... Hatta kurbanlar “Onsuz yapamam” diye düşündükleri gibi bazen baskı uygulayan kişi için de “Bensiz yapamaz” yanılgısına bile kaptırabiliyorlar kendilerini.
***
Kurbanlar bir gün baskıyı reddetmeye başladığında bu durumdan kurtulmaya çabaladığında inanılmaz zorlu bir süreç yaşıyorlar. Çünkü o güne kadar baskı uygulamaya alışmış karşısındaki kişinin boyun eğmesini benimsemiş kişi buna izin vermiyor. Tehditler aşağılamalar hatta dayak gırla gidiyor. Biliyor musunuz bu durumda bile kurban kendini suçlayabiliyor. “Ben hata yaptım da o yüzden böyle davranıyor” deyip baskıyı kaba kuvveti aklamaya çalışıyor. Bir başka deyişle kendini cezalandırıyor. Her şey olup bittikten insan kendisini kurtardıktan sonra bile ilişkilerinde sürekli güven sorunu yaşıyor. Karşısındaki insanın kendisini sevdiğine inanamayan biri haline geliyor. Sonuç aşk sandığınız şey aslında sizi eriten tüketen şey olabilir dikkat!
Mehmet Coşkundeniz...