09-16-2010, Saat: 10:24 PM
Düşün! Düşün, düşüne bildiğin kadar çok yönlü. Sevgilinle yaşadığın o günleri, en küçük ayrıntısına kadar, düşün. Saniye ve hatta saliseleri hayal et. Gördün değil mi? Ayrılığın ne kadar yüksek dağların zirvesinde olduğunu ve bir o kadar da yakın, bir o kadar da elimizde olduğunu… İşte bencil şey yalnızsın, kendinle berabersin. Duymak istiyorum en az benim kadar mutsuzluk, hasret ve acı çektiğin günlerde ki ecel teri kokusunda haykırışlarını...
Devam ediyorum; seni, sensizliği, senden sonrasını, günahsız çiçekleri sana benzetmeyi, tanrı kadar yok, benim kadar var olduğunu bilmeyi, yazmaya devam ediyorum. Ya ben yanlış yapıyorum ya da kalem görevini yanlış hatırlıyor. Sorarım! Sence hangisi doğru?
Bekledim seni, hiç gelmeyecekte olsan bekledim. Küçük bir çocuğun babasının geleceği ve ona getireceği oyuncak arabayı beklemesi gibi aptalca, çocukça heyecanlarla, ürkek serçe gibi kalp atışlarıyla, umuda kanat çırparcasına bekledim. Karıncaların baharı beklemesi gibi, hasret dolu hücrelerden kurtulmak isteyen mahkûmlar gibi bekledim. Denizatı kadar fedakâr olamadım ama bir köpek gibi sadakatimi koruduğuma eminim. Sorarım! Peki ya sen?
En sonunda geldin. Gördüm, hiçbir harikaya benzetemediğim seni, bakışlarıyla bir efsane, gülüşleri destan, kokusu ise baharın adeta gelişi… Yürüyor, topuklarını vurarak yere, hala izi vardır gönlümde…
Gidiyorsun… Elini kolunu sallaya sallaya, virane bir yuva bıraktın ardında. Sana da bu yakışırdı demek isterdim ama övgü, güzel söz, mutluluk, evrende iyi ve güzel ne varsa, tasvirini yapamadığım hayranlıklar, harikalar daha çok yakışıyor sana…
Özlüyorum... Gidişini, bakışını, gülüşünü, bir avuç mutluluğu özlüyorum. Bu hasrette sensin, aşkta. Uçsuz bucaksız, sonsuz bu yolda yürürken düşündüğüm her günü özlüyorum… Bu ayrılıkta sen vardın, bu kopuşta sen, bu özlemde sen kokuyorsun. Benim özlemimsin artık, özlemeyi özlüyorum, yazık…