09-26-2010, Saat: 12:29 AM
Bir gül idim ben
Kökleri sende var olan.
Bir umud idim ben
Mutlulukları sadece senin yüreğinde yazılan...
Bir rüzgar kızıyım ben.
Ellerim senin memleketin gibi toz toprak..
Bir sonbahar hikayesiyim ben..
Saçlarım satırlarından bir satır cümlerinden bir cümle..
ve ben...
hayatın en koyu kahve tonundan
bir çift göz..
O göz ki; bozkır teninden kopup
Senin gözlerinden denizi görebilmiş bir masal..
Bilmiyorum bu mektubumu ne zaman görür ne zaman okursun. Belki de son mektubumdur kim bilir. Yolun sonundayım..Sendelenmekte gövdem. Senin mutluluklarının gölgesine bağdaş kuran yüreğim yavaş yavaş solmakta. Gözlerimin kahvesine "ölüm " çöreklenmiş..Son konuşmamızda " ölecek insanın her isteği yerine gelirmiş " sözüne şakayla karışık " Allah korusun " duasını iliştirmiştin. Gözyaşlarımı kirpiklerimden taşıp dudaklarıma kan diye düşürverdi. Dişlerimle dudaklarımı kemirip susmayı bilerken bıçağın gövdesinde gerçeği saklıyordum senden..Ölüyordum...Ölüme koşuyordu dizlerim..Keşke yalan olsaydı..Keşke...
Uzun zaman sonra bir dost vasıtasıyla sana ulaşıp beni aramanı sağladığımda çalıştığım kurumdaki tüm iş arkadaşlarıma çikolata dağıttım. Ben senin gözlerinde hep çocuktum ya...Sesi duyan yüzümde baharlar açtı oysa. Ölüm kapı eşiğimde mezarımı kazarken ben senin gözlerindeki papatya bahçelerinde gezinmekteydim. Hatta sana ulaştığımda " onca zaman suskun onca zaman konuşmamışken bu arayış bu çağrı neden " diye kendine sorarken ben ise susmayı tercih ediyordum. Azrail'i ahizeye dayayıp sevdiğin ölüyor diye seslenmeli miydim sana..Hayır hayır..Sen bir ikinci kaybedişe hazır değilsin sevgili..
Bu satırları yazarken kulaklarımda " gurbet kuşu " " gücümüz yetene kadar "şarkıları bana eşlik ediyordu. Ve sen benden uzak bir yerde hayatı solurken ben ölümün şerbetini içirmekteyim dudaklarıma. Oysa seni ne çok özlemiştim ben.Daha ilkokula giderken çekilen resimlerimi babam ölmeden kayıt altına alınmış aile albümlerimizi işyerimin köyümün tüm fotoğraflarını sana gösterecektim...Omuzlarıma yaslanıp beni huzur içinde dinleyecektin..Ama olmadı..Vakit doldu..Kum terazisi tersine döndü..
Ben " benden" düşüyorum...
Bende " ben " ölüyorum...
.....
Seni sevmeyi seviyorum ben..
Ve sevdiğimi özlüyorum...
Varlığımdan bir kırıntı bırakıyorum şimdi..
Son konuşmamızda ne güzel söylemiştin " biz hiç kavga etmedik diye " Oysa bizi birbirimize kavuşmak için hayatla kavga etmiştik biz.Daha fazla yazamadım ey sığlığıma dua genişliği katan kadın..
Gözlerim kıpkırmızı.
Yanaklarımdan taşan bir ıslaklık..
Ellerimde bitmeyen titreklik..
Yazacak o kadar şeyim var ki sana..Düşündüğün gibi değil..Hep dediğin gibi Azime teyze bekliyor seni. Evde tek başına..Hadi git derdin ya..Şimdiki gidişim daha yazmaya yeltensem sana bu mektubu yazdığım internet cafenin içinde bir yetim cocuk gibi ağlayacağım..
Bu bir veda değil bilesin..
Sadece eskisi gibi yazacak gücüm yok ..
Yazacak ellerim titrek
Yazdıracak yüreğim senin özleminde kor..
Bu seneki doğum gününe sonra da kendi doğum günüme yetişemesem
Ne olur kusura bakma..
Sessizliğim; gövdemin toprağa kefen olmasındadır..
Seni unuttuğumdan değildir..
Ve ardımda sana bir umut bırakıyorum..Ona iyi bak..
Bir de Elif'i..Elif'imizi. Ona göz kulak ol..
Sizi ahirette bekliyor olacağım..
Bir de Can'a...Düşlerinde büyüt onu..
Bana hediye verdiğin deniz kabuklarını ve mor tesbihi anneme emanet ettim. Arada sırada annemi aramayı unutma. Onu aradığında Meleği de soracaksın biliyorum.
* Son olarak sana mesaj olarak attıklarımı derli toplu bu mektubuma iliştirdim..
Kabul eyle gözlerimin kahvesine sevda kadınım..
" Pastel boyalı düşlerim sorguda iken al götür beni buralardan. Ölümün öldüğü bir kentin geçmişi yaralı sokaklarına bırak beni. Çocukluğumda hile yaparak kazandığım bilyeleri bağışlamışken sen bana kağıttan gemiler yapmayı öğret bana. Sonra da gözlerimin kahve renginden binlerce uçurtma. Gözyaşımdaki tuzla gusül ederken yaralarımı bir şarkıyı fısılda kulaklarıma. Eteklerine doldurduğun bayramlık sevinçlerimi arife sabahı olmadan yetiştir yetim yanıma ve güçsüz kollarıma yüreğini giydirip bir baharı çiz gözlerimin en beyaz bulutuna.
Bayat ekmeğin üzerine sürülmüş acılarla geçiştirilmiş öğle paydoslarında sevdim seni.Gazoz kapaklarından alıntı yaptığım filintalı şatafatlı sözlerle değil Anadolu’nun küçük bir kasabasının yarı bozuk yarı argo şivesi ile anlattım seni. Soğuk bir kışın izlerini barındıran demir sefer taslarına konmuş yemeklerden önce aç karnına içtim gözlerini. Gasp edilmiş çocukluğumu ararken gözlerinde koca bir özlem cümlesi oldu sustuklarım.Bilmediğim bir sokakta hayatının bir harfine denk gelecek bir nefesi keşfetmişken tenimde bir nihavent şarkı olur ömrüm dizlerinin dibinde.
Gecenin karanlığına bir bıçak diye gözlerini sürerken bana ilişmiş ölümün saçlarına nefesini nakışladim. Içimin aynalarına çocukluğumu istiflerken dudaklarımda senle başlayıp benle biten söz olur gözlerin. Ellerim bir duaya durmuşken yüzünden geçerim Cennetin üzüm bahçelerine ve ucuz bir gazetenin üçüncü sayfasından kovulmuş mutluluklarim sadece senin yüreğinde var olur."
Seni seviyorum sağlığıma dua genişliği katan kadınım...
Kocaman eyvallah...
08 Mayıs 2009
İsmail Sarıgene
Kökleri sende var olan.
Bir umud idim ben
Mutlulukları sadece senin yüreğinde yazılan...
Bir rüzgar kızıyım ben.
Ellerim senin memleketin gibi toz toprak..
Bir sonbahar hikayesiyim ben..
Saçlarım satırlarından bir satır cümlerinden bir cümle..
ve ben...
hayatın en koyu kahve tonundan
bir çift göz..
O göz ki; bozkır teninden kopup
Senin gözlerinden denizi görebilmiş bir masal..
Bilmiyorum bu mektubumu ne zaman görür ne zaman okursun. Belki de son mektubumdur kim bilir. Yolun sonundayım..Sendelenmekte gövdem. Senin mutluluklarının gölgesine bağdaş kuran yüreğim yavaş yavaş solmakta. Gözlerimin kahvesine "ölüm " çöreklenmiş..Son konuşmamızda " ölecek insanın her isteği yerine gelirmiş " sözüne şakayla karışık " Allah korusun " duasını iliştirmiştin. Gözyaşlarımı kirpiklerimden taşıp dudaklarıma kan diye düşürverdi. Dişlerimle dudaklarımı kemirip susmayı bilerken bıçağın gövdesinde gerçeği saklıyordum senden..Ölüyordum...Ölüme koşuyordu dizlerim..Keşke yalan olsaydı..Keşke...
Uzun zaman sonra bir dost vasıtasıyla sana ulaşıp beni aramanı sağladığımda çalıştığım kurumdaki tüm iş arkadaşlarıma çikolata dağıttım. Ben senin gözlerinde hep çocuktum ya...Sesi duyan yüzümde baharlar açtı oysa. Ölüm kapı eşiğimde mezarımı kazarken ben senin gözlerindeki papatya bahçelerinde gezinmekteydim. Hatta sana ulaştığımda " onca zaman suskun onca zaman konuşmamışken bu arayış bu çağrı neden " diye kendine sorarken ben ise susmayı tercih ediyordum. Azrail'i ahizeye dayayıp sevdiğin ölüyor diye seslenmeli miydim sana..Hayır hayır..Sen bir ikinci kaybedişe hazır değilsin sevgili..
Bu satırları yazarken kulaklarımda " gurbet kuşu " " gücümüz yetene kadar "şarkıları bana eşlik ediyordu. Ve sen benden uzak bir yerde hayatı solurken ben ölümün şerbetini içirmekteyim dudaklarıma. Oysa seni ne çok özlemiştim ben.Daha ilkokula giderken çekilen resimlerimi babam ölmeden kayıt altına alınmış aile albümlerimizi işyerimin köyümün tüm fotoğraflarını sana gösterecektim...Omuzlarıma yaslanıp beni huzur içinde dinleyecektin..Ama olmadı..Vakit doldu..Kum terazisi tersine döndü..
Ben " benden" düşüyorum...
Bende " ben " ölüyorum...
.....
Seni sevmeyi seviyorum ben..
Ve sevdiğimi özlüyorum...
Varlığımdan bir kırıntı bırakıyorum şimdi..
Son konuşmamızda ne güzel söylemiştin " biz hiç kavga etmedik diye " Oysa bizi birbirimize kavuşmak için hayatla kavga etmiştik biz.Daha fazla yazamadım ey sığlığıma dua genişliği katan kadın..
Gözlerim kıpkırmızı.
Yanaklarımdan taşan bir ıslaklık..
Ellerimde bitmeyen titreklik..
Yazacak o kadar şeyim var ki sana..Düşündüğün gibi değil..Hep dediğin gibi Azime teyze bekliyor seni. Evde tek başına..Hadi git derdin ya..Şimdiki gidişim daha yazmaya yeltensem sana bu mektubu yazdığım internet cafenin içinde bir yetim cocuk gibi ağlayacağım..
Bu bir veda değil bilesin..
Sadece eskisi gibi yazacak gücüm yok ..
Yazacak ellerim titrek
Yazdıracak yüreğim senin özleminde kor..
Bu seneki doğum gününe sonra da kendi doğum günüme yetişemesem
Ne olur kusura bakma..
Sessizliğim; gövdemin toprağa kefen olmasındadır..
Seni unuttuğumdan değildir..
Ve ardımda sana bir umut bırakıyorum..Ona iyi bak..
Bir de Elif'i..Elif'imizi. Ona göz kulak ol..
Sizi ahirette bekliyor olacağım..
Bir de Can'a...Düşlerinde büyüt onu..
Bana hediye verdiğin deniz kabuklarını ve mor tesbihi anneme emanet ettim. Arada sırada annemi aramayı unutma. Onu aradığında Meleği de soracaksın biliyorum.
* Son olarak sana mesaj olarak attıklarımı derli toplu bu mektubuma iliştirdim..
Kabul eyle gözlerimin kahvesine sevda kadınım..
" Pastel boyalı düşlerim sorguda iken al götür beni buralardan. Ölümün öldüğü bir kentin geçmişi yaralı sokaklarına bırak beni. Çocukluğumda hile yaparak kazandığım bilyeleri bağışlamışken sen bana kağıttan gemiler yapmayı öğret bana. Sonra da gözlerimin kahve renginden binlerce uçurtma. Gözyaşımdaki tuzla gusül ederken yaralarımı bir şarkıyı fısılda kulaklarıma. Eteklerine doldurduğun bayramlık sevinçlerimi arife sabahı olmadan yetiştir yetim yanıma ve güçsüz kollarıma yüreğini giydirip bir baharı çiz gözlerimin en beyaz bulutuna.
Bayat ekmeğin üzerine sürülmüş acılarla geçiştirilmiş öğle paydoslarında sevdim seni.Gazoz kapaklarından alıntı yaptığım filintalı şatafatlı sözlerle değil Anadolu’nun küçük bir kasabasının yarı bozuk yarı argo şivesi ile anlattım seni. Soğuk bir kışın izlerini barındıran demir sefer taslarına konmuş yemeklerden önce aç karnına içtim gözlerini. Gasp edilmiş çocukluğumu ararken gözlerinde koca bir özlem cümlesi oldu sustuklarım.Bilmediğim bir sokakta hayatının bir harfine denk gelecek bir nefesi keşfetmişken tenimde bir nihavent şarkı olur ömrüm dizlerinin dibinde.
Gecenin karanlığına bir bıçak diye gözlerini sürerken bana ilişmiş ölümün saçlarına nefesini nakışladim. Içimin aynalarına çocukluğumu istiflerken dudaklarımda senle başlayıp benle biten söz olur gözlerin. Ellerim bir duaya durmuşken yüzünden geçerim Cennetin üzüm bahçelerine ve ucuz bir gazetenin üçüncü sayfasından kovulmuş mutluluklarim sadece senin yüreğinde var olur."
Seni seviyorum sağlığıma dua genişliği katan kadınım...
Kocaman eyvallah...
08 Mayıs 2009
İsmail Sarıgene