( geçip gidecektim yanınızdan, öyle bakmasaydınız )
Sorumluluğunu bildiğim kelimeleri dillendirmekten korkuyorum artık. İçimde bir yarımada ve ne yöne gideceğini bilemeyen ayaklarım, devriliyorum yollara. Kim olduğumu düşünürken fark ettim ki, “ ağzı nektar kokan hiç kimseydim, belki de en çok kendimdim / aşk suçu işliyordum durmadan” Nedendir bu iki keskin yâlnızlık derken durdum, “kazanmak bana göre değildi, kaybedenlerdendim / cömertti kalbim, nerede üşüyen bir ruh görse onu ısıtırdı”
Size bunları itiraf edecek kadar zaman verilmedi, belki de o zaman hiç olmadı ama sizi düşündüm tüm bu zamansızlığa rağmen. Çünkü “ hiçbir anıyı terk edemeyecek kadar vefa doluydu kalbim” Son görüşmemizi anımsıyorum da, “ sen git yâlnızlığın zaman katında ağla / ben koynumda ateş biriktiriyorum” demiştiniz. Oysa “ telaşlı bir maviydim size ben” Yedi yaş çocukluğumla ellerimde balonlar taşıyor, ruhunuzu şımartacak her türlü çılgınlığın evinde yatıp kalkıyordum.
Ne kadar az ama size göre ne kadar çok şey istemişim meğerse. “ Sevgilim hadi bana deniz taklidi yap, köpüğüne yaslanıp mavi düşlerinde kaybolmayalım”, dediğimde, derin bir sıkıntıyla sustunuz ateş böceklerine. “ Bana ritmik ve aynı zamanda aksak sözler biçtiniz” Bilmiyordunuz ki, “ ben sizde masalsız, suçlu ve uykusuz biriydim” Şimdi anlıyorum, şimdilerde düşüyor bütün cevaplar dilime. Nasıl da kapanmış gözlerim aldanarak güzelliğinize. Oysa ben “ ruhumun vicdanıyla hep acemi kaldım” size.
“ Zerre kadar yalanım yok, çılgın ve uykusuz / şaşkın bir gökyüzü sızıyor dilimizden” Kim adımı haykırsa, gidip dudaklarını ısıracak gibiyim. “ Avunmak için alkoldeki şarkılara mı gitmeli” bilmiyorum. Ama siz bilirsiniz ki, “rakı içmek teselliydi bana, şiir gibi / meyhane bir gülümseme bahçesiydi benim için” Artık teselli de istemiyorum, yetmiyor bu havai teselliler içimdeki acıyı kapatmaya. Anaç yanım yokluğunuzu avutmak için direniyor işte. Geçen akşam sizi rüyamda gördüm mesela, kan ter içinde uyandım karanlığın gölgesinden. Hemen giyinip dışarı çıktım ve dakikalarca yürüdükten sonra pencere önü sessizliğinde, kapınıza bir not bıraktım: “ Seni merak ettim, ensende çılgın atlar koşuyordu” diye. Siz diye yazılan dudaklarım, merakımda “sen” oldu gitti. Artık biliyorum, ne kadar merak etsem de, ne kadar sokulsam da yanınıza, “bahçenin önünden bir sahil gibi geçip / giden mor yüzlü bir kediyim” size ben.
“Bana tene dokunur bir şey söyleyin, ahşap yanım çıtırdasın ve ben sizin küçük çığlıklar ülkesi kalbinize sığınsam” diyorum, sesimi duymuyorsunuz. Daha ne kadar direnir dudaklarım sevginize, ne kadar daha susabilirim sizin gibi bir bilsem, bilebilsem. Bir anda bilemediklerim oluyorsunuz.
Yoruldum. İnanın bana, çok yoruldum. Her defasında aşktan uzak yollara çıkacağım diyorum ama her seferinde kalbim takılıyor sevgi sözcüklerinin ağlarına. Debelenirsem daha da dolanıyorum, balıkların bile direnemediği yosun kokan aldanmalara. “ Ah şu benim uçurum aklım / zihnim karışıyor hisler sinemasının balkonunda” Elbet kemale erer yürek vurgunları da. Elbet çekilir kıyılardan yakamoz güzelliği öpüşmeler. Oysa ki “ kalbimizden başka adres yok bize / yarım kalmış, yarım bırakılmış aşklardan yaptık biz bu hayatı” Kimse anlamıyor bunu, herkeste bir yerlere yetişme, yetişememe telaşı. Ne alıp götüreceksek diğer dünyaya, herkeste bir maraton coşkusu. “ Veda ve sızı kıyamet kadar / ve sarhoşluksa adamakıllı”
Biliyor musunuz, “bana hep yağmurlar armağan edildi / koynumu ısıran hayal makasları bir de” Bu yüzden canımı acıtmıyor artık gidişler. Sizin gidişiniz elbette iz bırakacak seyir defterimde ama geçecek sızısı bir şekilde. Belki de, “yokluğunuz en güzel hatıraydı bana, sisli bir armağandı” Bütün armağanların değeri bilinmeli, böyle öğrendik, böyle öğretildi bizlere.
“ Şiir neyin tesellisiydi bilmiyorum, aşk git git bitmiyor / kalbime imkan tanımadınız, şarabın bakışları kalsın” diyerek uzaklaşıyorum teninizde çiçeklenen hazan senfonisinden. Çok düşündüm, neydi beni o sevgisini gösteremeyen kalbinize çeken? Serseri bakışlarınıza tutunan deli öfkeniz, kahkahalarınızda parlayan güvensizlik, içimi acıtan gidişleriniz varken, neydi beni size yürüten? Belki de uyurken bir çocuk gibi kıvrılışınız geceye, belki de sadece bu. Ama “biliyorum siz bana hep siyah bir kahır gibi davrandınız / yazgımın telaşıyla söylüyorum işte: Sizdeki rüyalarım kalsın”
Aklınıza düşer miyim ve tutar mısınız beni o anlarda yara almasın diye sizde bıraktıklarım, emin değilim. Emin olduğum tek şey artık gitmem gerektiği. Biz, aynı şehirde nefes alan iki farklı mevsimin gecesiyiz. Bana sarıldığınız zamanlara çocuğum gibi bakarak ve yüzüme sürdüğünüz ellerinizin sıcaklığını saçlarıma iliştirerek ayrılıyorum dilimde barınan isminizden. Ve hatta ‘ seviyorum’ diyerek kulaklarınıza çarptığım itirafımın sorumluğunu kalbimde besleyerek. Siz inanmadınız, en acısı da hiç inanmayacaksınız aşka belki ama “ cazın buğusuyla yıkasın sizi saksafon / ben sade bir törenle aşka gidiyorum”
Ne çok konuştum giderayak. Dilimde nöbet tutuyor seviştiğimiz akşamlar.
“Sevgilim gevezeliğimi bağışla ve beni içindeki avluya çıkart”