12-22-2010, Saat: 01:53 AM
Aynı suda ikinci kez yıkanmak imkânsız değil boğulmakmış!
Yalanlarınızın eline bakarken gözlerim dürüstlüğünüzü bana gösterdiniz. Size inandım. Size hep inanırdım! Dürüsttünüz. Ve acımasız! Öldürmeyi canıma ödül sayıp beni kendi hatalarımla vurdunuz. Serseriliğimi sessizliğinize dinleyici yaptınız. Sustunuz! Günlerce… konuşmadınız! Aylarca… daha yanacak yanımın kalmadığını anladığınız da çıkıp geldiniz. İçimin içine… asıl yerinize asilce oturdunuz. Gitmeleri silmiştiniz. Size inandım. Size hep inanırdım!
Aynı suda ikinci kez yıkanmak imkânsız değil boğulmakmış!
Gördüğüm yüzünüze suların durgunluğunda bakmışım meğer. İlk gel-git’te gideceğinizi bildiğim halde. Kandım gelmenize. Kopardığım ilk fırtınada gittiniz gelen dalganın gitmesini beklemeden gittiniz! Her şeyinizi alıp da gittiniz. Hiç gelmemiş gibi gittiniz!
“Bilmediniz”
Şüpheleriniz beynimi kemirirken ‘senaryo yazıyorsun’ dediniz. Şüpheleriniz içimi çürütürken ‘zaman’ dediniz. Şüpheleriniz artık belimi bükerken yüzüme kapılar çarptınız! Beni kendi gözümden düşürdünüz. Acı çekiyordum. Ne acı ki acı çektiğimi canınızı yaktığımda anladınız. Ve daha acı ki sizin canınız yanınca benim canım daha çok yandı!
Ben kelime kelime kim’lere ulaşırken ‘neden’ yoktu Lügatinizde. Sormadınız! Nasıl’ın açıklaması gereksiz bir tartışmanın açılışıydı sizin için. Çelişkisiz karakterinizle içinizin rahatladığı son’a vardık. Sonuç: Dudaklarınız arasından çıkan sonsuz suskunluk…
“Şimdi”
Bu hiddet benim! Kimse sahiplenmesin! Bütün suçlar ‘yine’ benim! Kimse nezaketini araya verip suçtan pay çıkarmasın kendine! Nesnelerinizin kelimelerinizin zamanınızın sevginizin ziyanlığına yanmayın! Hasarı tespit edin yeter! Bedelini fazlasına canımı ekleyip ödeyeceğim! Sıyrılıp çekilirken aranızdan ‘üstüm kalsın’ diyebileceğim! Meğer siz nasıl da yetermişsiniz size! Bilemedim… sağ olun sizi sevmeme izin verdiğiniz için ve beni sevdiğiniz için… üstüm kalsın!
Alıntıdır..
Yalanlarınızın eline bakarken gözlerim dürüstlüğünüzü bana gösterdiniz. Size inandım. Size hep inanırdım! Dürüsttünüz. Ve acımasız! Öldürmeyi canıma ödül sayıp beni kendi hatalarımla vurdunuz. Serseriliğimi sessizliğinize dinleyici yaptınız. Sustunuz! Günlerce… konuşmadınız! Aylarca… daha yanacak yanımın kalmadığını anladığınız da çıkıp geldiniz. İçimin içine… asıl yerinize asilce oturdunuz. Gitmeleri silmiştiniz. Size inandım. Size hep inanırdım!
Aynı suda ikinci kez yıkanmak imkânsız değil boğulmakmış!
Gördüğüm yüzünüze suların durgunluğunda bakmışım meğer. İlk gel-git’te gideceğinizi bildiğim halde. Kandım gelmenize. Kopardığım ilk fırtınada gittiniz gelen dalganın gitmesini beklemeden gittiniz! Her şeyinizi alıp da gittiniz. Hiç gelmemiş gibi gittiniz!
“Bilmediniz”
Şüpheleriniz beynimi kemirirken ‘senaryo yazıyorsun’ dediniz. Şüpheleriniz içimi çürütürken ‘zaman’ dediniz. Şüpheleriniz artık belimi bükerken yüzüme kapılar çarptınız! Beni kendi gözümden düşürdünüz. Acı çekiyordum. Ne acı ki acı çektiğimi canınızı yaktığımda anladınız. Ve daha acı ki sizin canınız yanınca benim canım daha çok yandı!
Ben kelime kelime kim’lere ulaşırken ‘neden’ yoktu Lügatinizde. Sormadınız! Nasıl’ın açıklaması gereksiz bir tartışmanın açılışıydı sizin için. Çelişkisiz karakterinizle içinizin rahatladığı son’a vardık. Sonuç: Dudaklarınız arasından çıkan sonsuz suskunluk…
“Şimdi”
Bu hiddet benim! Kimse sahiplenmesin! Bütün suçlar ‘yine’ benim! Kimse nezaketini araya verip suçtan pay çıkarmasın kendine! Nesnelerinizin kelimelerinizin zamanınızın sevginizin ziyanlığına yanmayın! Hasarı tespit edin yeter! Bedelini fazlasına canımı ekleyip ödeyeceğim! Sıyrılıp çekilirken aranızdan ‘üstüm kalsın’ diyebileceğim! Meğer siz nasıl da yetermişsiniz size! Bilemedim… sağ olun sizi sevmeme izin verdiğiniz için ve beni sevdiğiniz için… üstüm kalsın!
Alıntıdır..