02-07-2011, Saat: 12:19 PM
Üşüten bir mum alevi gece…
Daha sabaha kaç karanlık eklemeli ey adı yar olan ?
Afedersiniz… Adınız aşk diye sevmiştim.
Düşüşümü bilin diye gözlerinizin önünde yığıldım
- ‘topla kendini kan görmeden aşk olmaz ’ –dediniz.
Peki tutup yüreğimin mahrem köşelerinden
kalkmayı öğretecek yar değil miydi isminiz?
Afedersiniz ne de düşüncesizim çünkü düşünce/sizdim…
Dört duvar derisi kavlamış dehlizlere (s)açılan rutubetli
hüznün kapı ardında küçük kız…
Islayıp serçe parmağını topluyorken içlenmelerini
örüklü dilinin kurdelaları hiç boylanamayacağım
paltonuzun iç cebinde mi gizli?
Lütfen pişirin içimde çöreklenen bu çare/sizliği sizi taşıyorum!
Ağzı gevşemiş bir mahfi keseyken yürek susuşunuz kadar çığırtkan
yalnızlık boyu hafakan söz gümüşü lutledin gözlerime inen geceye.
Kördüm… Ve gördüm.
Ağlak mevsimlerin ısladığı eğreti taşlık manastırın kıyısına
çıkartıp asmışsınız içinizden arta kalanları.
Kendimi t/uzağınızda buldum.
Uzansam edebi uykulu bir düş(üş) ardınız.
Ardıma yürütsem hıçkırıkları
size sırt çevirmek her adımda çift çelme.
Hem ne çok sakarım bilirsiniz sizi de yanlışlıkla sevmiştim!
kör/ebeyim suçüstü yumdum gözümü…
Size yazmak mecazi fıtratların asil debdebesiydi
üzgünüm özendim.Uzun zamandı…
Yol iz yoktu. O zamanlar aşındı gönlümün felahının eşiği.
Gözlerinizin önüne döktüm tüm sağırlığınızı.
Kanım akmazdı uğultum kesse nefesimin şakağını.
Özledim de… Gel(me)diniz.
Peki ya saçımdan topuğuma yoklayan ölüm siz değil miydiniz ?
Afedersiniz…
Ben sizi üşüyorum. Elleriniz cebinizde ya hani
merakındayım siz rüzgarın yari misiniz?
Gözlerimi bağladı ne çok tebdil-i suretiniz.
Evvel solumdan geçmişsiniz
el yordamıyla seçilmiyor ki aşk bilesiniz..
Gittiniz sonra… Ve lakin ‘‘özleyerek dönmek için’’ dediniz.
G/özlediniz ne çok gel(e)mediniz..
Siz en çok (t)uzaktan (g)özlemeyi mi bilirsiniz?
Yine aşka bağlanmak üzre dilimi çözün!
Heveslerimden tutun kaldırın beni nasıl olsa düşünce/sizim…
Düşümce siz.
Ah efendim bir bilseniz içimde ne çok değer/sizsiniz!
Yağmur bahane melekler sizin nazarınıza malik olmaya iniyor kente
Üsküdar’ın endamı kime sanıyorsunuz?
Baksanıza aşkın çekincesinden peçesini iğneliyor Beykoz
denizdeki aynalara göz süzerken siz.
Sözlerimi dize getirin dergahınızda daim aşka talibim.
Defettim bariz isyanlarımı dilimi üfledim de eşiğinize geldim.
Ben ki na-reften sürülen pejmurde bir derviş
aşk adına yolu geceye vurdum.
Gece ki öz askın döşeğinde inzivada…
Tesbih tesbih çekiliyoruz aşk/la otuzüç boncukta bir eksiksiniz!
Yan/sızım…
Heybemde kaybedeceğim hiç birşey’sizliğimle
çıplak ayak dolanıyorum mikâtınızda.
Ele verdim kendimi ele vermeyin beni!
Gidecek yanım çok ancak gözlerime Yusuf ‘un rayihasıyla
gömlek sürenim yok!
Yok mu ensar bir yürek?
Hayli kalabalık çaresizliğim oysa bilin ki
ezelinden mahzun bir muhacir(d)im.
sağım..
solum..
önüm..
ardım.. aşk!
Yaradan’a işittirdim kapıyı açın!
Aşkın vahyinde hicretinize geldim…
Daha sabaha kaç karanlık eklemeli ey adı yar olan ?
Afedersiniz… Adınız aşk diye sevmiştim.
Düşüşümü bilin diye gözlerinizin önünde yığıldım
- ‘topla kendini kan görmeden aşk olmaz ’ –dediniz.
Peki tutup yüreğimin mahrem köşelerinden
kalkmayı öğretecek yar değil miydi isminiz?
Afedersiniz ne de düşüncesizim çünkü düşünce/sizdim…
Dört duvar derisi kavlamış dehlizlere (s)açılan rutubetli
hüznün kapı ardında küçük kız…
Islayıp serçe parmağını topluyorken içlenmelerini
örüklü dilinin kurdelaları hiç boylanamayacağım
paltonuzun iç cebinde mi gizli?
Lütfen pişirin içimde çöreklenen bu çare/sizliği sizi taşıyorum!
Ağzı gevşemiş bir mahfi keseyken yürek susuşunuz kadar çığırtkan
yalnızlık boyu hafakan söz gümüşü lutledin gözlerime inen geceye.
Kördüm… Ve gördüm.
Ağlak mevsimlerin ısladığı eğreti taşlık manastırın kıyısına
çıkartıp asmışsınız içinizden arta kalanları.
Kendimi t/uzağınızda buldum.
Uzansam edebi uykulu bir düş(üş) ardınız.
Ardıma yürütsem hıçkırıkları
size sırt çevirmek her adımda çift çelme.
Hem ne çok sakarım bilirsiniz sizi de yanlışlıkla sevmiştim!
kör/ebeyim suçüstü yumdum gözümü…
Size yazmak mecazi fıtratların asil debdebesiydi
üzgünüm özendim.Uzun zamandı…
Yol iz yoktu. O zamanlar aşındı gönlümün felahının eşiği.
Gözlerinizin önüne döktüm tüm sağırlığınızı.
Kanım akmazdı uğultum kesse nefesimin şakağını.
Özledim de… Gel(me)diniz.
Peki ya saçımdan topuğuma yoklayan ölüm siz değil miydiniz ?
Afedersiniz…
Ben sizi üşüyorum. Elleriniz cebinizde ya hani
merakındayım siz rüzgarın yari misiniz?
Gözlerimi bağladı ne çok tebdil-i suretiniz.
Evvel solumdan geçmişsiniz
el yordamıyla seçilmiyor ki aşk bilesiniz..
Gittiniz sonra… Ve lakin ‘‘özleyerek dönmek için’’ dediniz.
G/özlediniz ne çok gel(e)mediniz..
Siz en çok (t)uzaktan (g)özlemeyi mi bilirsiniz?
Yine aşka bağlanmak üzre dilimi çözün!
Heveslerimden tutun kaldırın beni nasıl olsa düşünce/sizim…
Düşümce siz.
Ah efendim bir bilseniz içimde ne çok değer/sizsiniz!
Yağmur bahane melekler sizin nazarınıza malik olmaya iniyor kente
Üsküdar’ın endamı kime sanıyorsunuz?
Baksanıza aşkın çekincesinden peçesini iğneliyor Beykoz
denizdeki aynalara göz süzerken siz.
Sözlerimi dize getirin dergahınızda daim aşka talibim.
Defettim bariz isyanlarımı dilimi üfledim de eşiğinize geldim.
Ben ki na-reften sürülen pejmurde bir derviş
aşk adına yolu geceye vurdum.
Gece ki öz askın döşeğinde inzivada…
Tesbih tesbih çekiliyoruz aşk/la otuzüç boncukta bir eksiksiniz!
Yan/sızım…
Heybemde kaybedeceğim hiç birşey’sizliğimle
çıplak ayak dolanıyorum mikâtınızda.
Ele verdim kendimi ele vermeyin beni!
Gidecek yanım çok ancak gözlerime Yusuf ‘un rayihasıyla
gömlek sürenim yok!
Yok mu ensar bir yürek?
Hayli kalabalık çaresizliğim oysa bilin ki
ezelinden mahzun bir muhacir(d)im.
sağım..
solum..
önüm..
ardım.. aşk!
Yaradan’a işittirdim kapıyı açın!
Aşkın vahyinde hicretinize geldim…