02-17-2011, Saat: 12:02 AM
Antik Pisidya bölgesinin en önemli kentlerinden biri olan ve bugün Burdur ili sınırları içinde yer alan Kremna, bir kartal yuvasını andırıyor.
Savaşların, fetihlerin ve yağmaların pek fazla yaşandığı, insan yaşamının pamuk ipliğine bağlı olduğu antik dönemlerde, kent ve güvenlik olgusu daima birlikte düşünülen kavramlar olagelmiştir. Antik çağın hemen hemen tüm şehirleri, savunulması kolay bir bölgeye konumlandırılmaya çalışılmıştır bu nedenle. Tıpkı üç tarafı uçurumla çevrili ve kuşatılması sadece tek bir noktadan mümkün olan Kremna kenti gibi...
PİSİDYA ÜLKESİNİN SESSİZ KENTİ
Komşuları Lidya, Frigya ve Karyalıların aksine savaşçı bir yapıya sahip olan Pisidyalılar, günümüzde Göller Bölgesi olarak anılan yöreye yerleşmişlerdi. Torosların bu yiğit savaşçıları, özgürlüklerine düşkünlükleri nedeniyle hiç bir zaman devlet olamamış, uzun yıllar boyunca bağımsız şehir birlikleri olarak varlıklarını sürdürmüşlerdi. Antalya Körfezi’ni Orta Anadolu’ya bağlayan derin vadiler üzerindeki bu kentler, halk idaresi altında otonom bir yapıya sahipti aynı zamanda. Mehmet Özsait’in anlatımıyla, büyük askeri ve ticaret yollarının dışında kalmaları nedeniyle, MÖ 1. yüzyıla dek hiç bir istilanın hegemonyasına baş eğmemişti yüksek yaylaların bu cesur kavmi.
Komşuları Sagalassos ve Pisidya Antiokheia kadar önemli bir kent olan Kremna, Galatya kralı Amyntas’ın egemenliğine girmesiyle tarih sahnesindeki uzun soluklu yerini alır. Anadolu yarımadasındaki Pers, Makedon, Seleukos, Bergama egemenlikleri dönemlerinden doğal olarak etkilenen kent, Augustus zamanında bir Roma kolonisine dönüşür. Bu dönemde ‘Colonia Lulia Agusta Felix Cremnensium’ adıyla anılan şehir, Pamfilya’yı işgal eden Lydius tarafından zapt edilir, fakat kısa bir süre sonra koloniye geri döner. Aurelianus’un
(MS 270-275) saltanatının ilk yıllarında korkunç bir açlık çeken Kremna’nın, imparatorluktan aldığı yardım sayesinde bu kıtlıktan çıkabildiğini öğreniriz tarihçi Strabon’dan. Bizans döneminde Pamfilya sınırları içinde görünen şehir, zamanla önemini kaybedip tarih sahnesindeki görevini tamamlayarak doğanın kollarında sessizliğe terk edilir birçok eski kent gibi.
ROMA DÖNEMİNİN İZLERİ
Kremna, Aksu (Kestros) Nehri’nin aktığı derin vadiye bakan 1200 metrelik bir tepenin üzerine kurulmuş. Aşağıdan bakıldığında, şehrin konumlandığı tepenin kartal yuvalarına ev sahipliği yaparcasına sarp ve heybetli bir görüntüsü var. Yunanca’da ‘uçurum’ anlamına gelen adı, gerçekteki konumuna çok uymuş doğrusu. Kenti çevreleyen
7-8 metre yüksekliğindeki dev surlar, şehrin ilk habercisi olarak çıkar karşımıza. Yamaçları çevreleyen ve bir kısmı ayakta kalabilen bu surlar, zamanında Kremna’nın zaptedilemez oluşunun simgesiymiş adeta. Yüzey kazıları Prof. Dr. Jale İnan tarafından yapılan ören yerinin büyük bölümü çalılık ve fundalıklarla doğal koruma altına alınmış sanki. Eskiden taş döşeli olan antik bir patikadan ulaşılan Batı Kapısı’ndan giriyoruz kente. Boğadiç Dağı’nın doğu yüzüne konumlanan şehirden bugüne kalanlar Roma dönemine tarihleniyor çoğunlukla.
Ören yerinin en önemli yapısı, antik dönemin kitaplıkları İskender ve Efes’teki Selsius kadar ünlü olan kent kütüphanesi. Tiyatronun güneyinde bulunan ve arkeologlar tarafından Q yapısı olarak adlandırılan bu dörtgen biçimindeki bina, harabe halindeki görüntüsüne karşın yine de hayranlık uyandırıyor. Yol seviyesinden aşağıda bulunan yapıda, dönemin heykellerinin ayak izlerinin bugün de görülebildiği kaideler dikkat çekici. Bu heykeller,
Prof. Dr. Jale İnan’ın titiz çalışmaları sonucu kurtarılıp Burdur Müzesi’nde sergiye sunulmuş günümüzde.
Sütunları kırık dökük etrafa saçılan anıtsal caddenin doğusunda, zengin kalıntıları ile minik bir açık hava müzesini andıran forum meydanı yer alıyor. Hemen yanı başına konumlanan bazilikanın varlığını, geriye kalan iki kemerli yapı haber veriyor bize. Bazilikanın dışında sırasıyla, anıtsal çeşme, stoa, gymnasium ve sayısız ev yapılarından geriye kalan harabeler dağınık bir vaziyette sergileniyor sessiz doğanın kucağında. Kentin kurulduğu tepenin en yüksek noktasındaki akropole ilerliyoruz çalılıklar arasındaki patikadan. Akropolün altına kurulan tiyatro, kente hakim bir noktaya inşa edilmiş. Kremna’nın bulunduğu engebeli araziye karşın, küçük tepeler arasına kurulmuş sokaklar, ızgara biçimli kent planına ustaca uyarlanmış durumda. Baş döndüren bir yamaca yayılan akropolden doyumsuz bir manzara izlemek mümkün açık havalarda. Aksu Vadisi, üzerindeki minik adacıklarıyla yemyeşil ormanın çevresini kuşattığı Karacaören Baraj Gölü, Sarp-Bozburun-Dedegöl ve Davraz dağlarının beyaz zirveleri ve komşu Keraitae ören yeri bu panoramik görüntünün baş aktörleri.
Bulutlar karşıdaki yüce dağları sarmalayıp herkesten gizlemeye hazırlanırken Kremna’nın diğer tarihi değerlerini görebilmek için aşağı kente yöneliyoruz. Kilise binası, engebeli arazinin yetersizliğinden dolayı şehir dışına kurulmuş kent ahalisi tarafından. Tarihi kentin üzerine yayıldığı tepenin etrafından birçok kaynak suyu çıkıyor yeryüzüne. Gözelerin yüzeye çıktığı noktalarda suyun şehre dağıtımını sağlayan kanallar oyulmuş kayalara. Ayaktaki surların iç kısmında kalan yamaçta ise, sunak olarak kullanıldığı anlaşılan küçük mağaralar göze çarpıyor. Şehrin nekropolis alanı aşağı kentin batı ve güney yamaçlarına yayılmış. Onlarca lahdin durduğu bu alana çıkmak, çalılıklar yüzünden oldukça zahmetli. Olağanüstü manzaraya sahip mezarlık alanının en dikkat çekici yanı, doğal kayaların üzerine işlenen lahitler topluluğu. Bunların içinde kapaksız üçüz lahit grubu ayrı bir önem taşıyor.
NASIL GİDİLİR?
Kremna’ya ev sahipliği yapan ve eski adı ‘Girme’ olan Çamlık, dört mahalleden oluşan bir belde. Burdur’a 60 km mesafede bulunan antik kente iki yoldan ulaşmak mümkün. Antalya-Burdur yolunu seçenler Bucak ilçesinden, Antalya-Isparta güzergâhını tercih edenler ise Karacaören Gölü’nün kenarındaki Çamlık tabelasını izleyerek gelebilirler. Günümüzde mermer ocaklarının kuşatması altında tarihsel miras Kremna. Doğal bitki örtüsü altında zengin geçmişini gizleyen kent, kendisini yeniden diriltip ayağa kaldıracak mucizeyi bekliyor çaresiz.