04-18-2011, Saat: 05:56 PM
Söylediğimiz her sözün üzerinde bir tebessüm olmalı değil mi? Gül yaprağı gibi zerafetle hem suyun üzerinde kalan hem batmayan, hem ıslanan hem ıslanmayan. En önemlisi bardak ne kadar dolu olursa olsun suyu taşırmayan... Sözü dolduran ancak taşırmayan bir tebessüm.
Öykü şöyle:
Dergahın kapısı hikmeti arayan herkese açıktı.
Hakikatin peşine düşen herkes kabul ediliyordu. Dergahta geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.
Bir gün dergahın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.
Burada sessizce ve sezgiyle buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki mürid, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, dergaha girmek, fikir halkasına dahil olmak, burada kalmak istiyordu.
Mürid bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabı yabancıya uzattı.
Bu “Yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz”demekti.
Yabancı dergahın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.
Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki mürid saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeri aldı.
Dergahta suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
Kalbin sükununu bozmayan sözler su üzerinde gül yaprağı gibidir.
Kalbinde böylesi sözlere yer olsun her zaman..
Dostun damağında yetişen gül yaprağı dimağında gülistan olacak nasılsa..
Suyu taşırmadan, sükunu bozmadan, kalbi yormadan,sabrı daraltmadan…
HAYDİ BİR GÜL!…