04-19-2011, Saat: 05:14 PM
Aşkı Anlatmak Şairin İşidir
“Bekarlara ev vermiyorlar, doğru;
Evlilere kız vermedikleri de doğru,
Bu yüzden bir gün seni bırakırım ya,
Tütünü bırakmak gibi bir şey olur bu
Evet, gün geliyor bıkıyorum senden
Ama İstanbul’dan bıkmak gibi bir şey bu,”
Cemal Süreya böyle diyor. Aşk üzerine yazı yazmak için şiirlerde dolaşmak gerekiyor, sevgiliye söylenecek en güzel sözler orada saklıdır. Ben bir şiirimde diyorum ki
“Yüz yıl sonra kimse kalmayacak bugünden
Bir geceyi çalsam ne olur ömründen”
Öylesine geceler vardır şairin düşlerinde, hayaldir kavuşulası olmasa da kurulası bir hayaldir. Çünkü sevgili denilen şey de bir hayaldir, elinizi dokunsanız, saçını okşasanız bile, sevgili bir şair için hep hayaldir.
Aşk denilen şeyin tarifi ve sınırı yoktur, o yüzden de şiirlerde aşk tarifsiz ve sınırsız bir güzellik sergiler. Nazım Hikmet bu sınırsızlığı çok güzel ifade etmiştir
“Sana söylemek istediğim en güzel söz
Henüz söylememiş olduğum sözdür”
diyerek ne aşkın tarif edilebileceğini, ne sevgiliye söylenen sözün en güzel söz olabileceğini en veciz şekilde anlatmıştır. Söz sevginin, aşkın bittiği yerde biter. Aşkın bittiğini sözün bitmesinden anlarsınız. Ama sözün bittiği yerde aşkın bittiğini anlamak için sorduğunuz sorunun yanıtı
“Evde dolaşan ayak seslerin, içime huzur veriyor” ise aşk sessizliğe bürünmüş ama söz yürekte devam ediyor demektir. Aynen Süreya’nın yukarıdaki dizeleri gibi İstanbul’dan bıkmak gibi olan anlardır bazen sözün kalmadığı anlar, bir gurbet akşamında ciğerlerine dolan hava ile yandığında koşa koşa geri dönmek istersin. Ama ya İstanbul eski İstanbul değildir, ya da sen eski sen.
Aşkın, seksin, sevginin ve şehvetin ayrı kelimelerle ifadesinde de bu vardır. Değişmek, hem bedende hem de arzuda değişmek. Değişim sam yeli gibidir bazen kavurur suyunu alır insanın, meltemdir bazen yaşama yaşam katar. Ne tarafa doğru değiştiğin önemlidir. Aşktan kaçmadıkça yürek, yaşama yaşam katar her aşk.
“Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk” diyor Sezen bir şarkısında, ne güçlü sözler değil mi, aslında çok gerçekçi, neden mi? Evren canlılığı sevmez de ondan, insan, yürek evrenin bu ölümü sevmesine direnerek yaşar. İşte o nedenle Sezen’in sözleri evrene uygun ama insanın ölüme direnişine uygun değildir. Aşk da bir nevi ölüme karşı direniştir.
Ölüme direniş everene bir direniş olduğu için, bazı yaşlarda aşk insana “evrenin askerleri” yani ölü sevici çevre tarafından yakıştırılmaz. Çünkü onlar zaten ölmüşlerdir. Buzla, suni teneffüsle yaşıyorlardır.
Evren niçin canlıdan çok ölüyü sever, bu bir gerçektir, bir yazımda bunu sizlerle tartışmak isterim. Ama şimdi konumuz aşk. Ve evren ölüyü sevdiği için aşk da ölür, lakin canlılık direndiği için kardelen gibi her ölen aşk bazı yüreklerde yeni aşklar yaratır bazı yürekleri ise tümüyle söndürür.
Şairler olmasa aşk yok olur giderdi, şairlerdir aşkın ölümüne direnen. O şairler ki her aşkı tarifsiz kılmışlardır, o şairler ki hep aşkı özlenir yapmışlardır.
O çalınamayan bir gece için sayfalar, kitaplar dolusu dizeler harcanmıştır, ama emin olun şair o gecenin peşinde değildir.
Neden mi;
“Ben sana mecburum bilemezsin” diyebilmek için, Atilla İlhan gibi, ya da yine onun gibi “kimi sevsem sensin” diyebilmenin zevkini ve keyfini sürdürmek için.
“Ne kadınlar sevdim hiç yoktular”
diyen yüreklerde aşk biter mi?
“Bekarlara ev vermiyorlar, doğru;
Evlilere kız vermedikleri de doğru,
Bu yüzden bir gün seni bırakırım ya,
Tütünü bırakmak gibi bir şey olur bu
Evet, gün geliyor bıkıyorum senden
Ama İstanbul’dan bıkmak gibi bir şey bu,”
Cemal Süreya böyle diyor. Aşk üzerine yazı yazmak için şiirlerde dolaşmak gerekiyor, sevgiliye söylenecek en güzel sözler orada saklıdır. Ben bir şiirimde diyorum ki
“Yüz yıl sonra kimse kalmayacak bugünden
Bir geceyi çalsam ne olur ömründen”
Öylesine geceler vardır şairin düşlerinde, hayaldir kavuşulası olmasa da kurulası bir hayaldir. Çünkü sevgili denilen şey de bir hayaldir, elinizi dokunsanız, saçını okşasanız bile, sevgili bir şair için hep hayaldir.
Aşk denilen şeyin tarifi ve sınırı yoktur, o yüzden de şiirlerde aşk tarifsiz ve sınırsız bir güzellik sergiler. Nazım Hikmet bu sınırsızlığı çok güzel ifade etmiştir
“Sana söylemek istediğim en güzel söz
Henüz söylememiş olduğum sözdür”
diyerek ne aşkın tarif edilebileceğini, ne sevgiliye söylenen sözün en güzel söz olabileceğini en veciz şekilde anlatmıştır. Söz sevginin, aşkın bittiği yerde biter. Aşkın bittiğini sözün bitmesinden anlarsınız. Ama sözün bittiği yerde aşkın bittiğini anlamak için sorduğunuz sorunun yanıtı
“Evde dolaşan ayak seslerin, içime huzur veriyor” ise aşk sessizliğe bürünmüş ama söz yürekte devam ediyor demektir. Aynen Süreya’nın yukarıdaki dizeleri gibi İstanbul’dan bıkmak gibi olan anlardır bazen sözün kalmadığı anlar, bir gurbet akşamında ciğerlerine dolan hava ile yandığında koşa koşa geri dönmek istersin. Ama ya İstanbul eski İstanbul değildir, ya da sen eski sen.
Aşkın, seksin, sevginin ve şehvetin ayrı kelimelerle ifadesinde de bu vardır. Değişmek, hem bedende hem de arzuda değişmek. Değişim sam yeli gibidir bazen kavurur suyunu alır insanın, meltemdir bazen yaşama yaşam katar. Ne tarafa doğru değiştiğin önemlidir. Aşktan kaçmadıkça yürek, yaşama yaşam katar her aşk.
“Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk” diyor Sezen bir şarkısında, ne güçlü sözler değil mi, aslında çok gerçekçi, neden mi? Evren canlılığı sevmez de ondan, insan, yürek evrenin bu ölümü sevmesine direnerek yaşar. İşte o nedenle Sezen’in sözleri evrene uygun ama insanın ölüme direnişine uygun değildir. Aşk da bir nevi ölüme karşı direniştir.
Ölüme direniş everene bir direniş olduğu için, bazı yaşlarda aşk insana “evrenin askerleri” yani ölü sevici çevre tarafından yakıştırılmaz. Çünkü onlar zaten ölmüşlerdir. Buzla, suni teneffüsle yaşıyorlardır.
Evren niçin canlıdan çok ölüyü sever, bu bir gerçektir, bir yazımda bunu sizlerle tartışmak isterim. Ama şimdi konumuz aşk. Ve evren ölüyü sevdiği için aşk da ölür, lakin canlılık direndiği için kardelen gibi her ölen aşk bazı yüreklerde yeni aşklar yaratır bazı yürekleri ise tümüyle söndürür.
Şairler olmasa aşk yok olur giderdi, şairlerdir aşkın ölümüne direnen. O şairler ki her aşkı tarifsiz kılmışlardır, o şairler ki hep aşkı özlenir yapmışlardır.
O çalınamayan bir gece için sayfalar, kitaplar dolusu dizeler harcanmıştır, ama emin olun şair o gecenin peşinde değildir.
Neden mi;
“Ben sana mecburum bilemezsin” diyebilmek için, Atilla İlhan gibi, ya da yine onun gibi “kimi sevsem sensin” diyebilmenin zevkini ve keyfini sürdürmek için.
“Ne kadınlar sevdim hiç yoktular”
diyen yüreklerde aşk biter mi?