04-20-2011, Saat: 08:47 PM
Sensiz de yaşanıyor işte! İlk zamanlar çok canım yanmıştı ama insan her şeye alışıyor. Yokluğu da öğreniyorsun, açlığı da, üşümeyi de, yanmayı da…
Sensiz de yeniyor yemek işte! Gerçi ekmeğin köşesini hep sana ayırmak geçiyor içimden ama yapmıyorum. İnadına ben yiyorum. Olmayan hakkını kaybediyor!
Sensiz de gülünüyor işte! Bazen öyle olaylar oluyor ki, elim telefona gidiyor. Anlatmak istiyorum çünkü sadece ikimiz anlarız, biliyorum fakat aramıyorum!
Sensiz de uyunuyor işte! İlk zamanlar dönüp durduğum o yatağa, şimdi kafamı koyunca kapanıyor gözlerim. Hayatın yorgunluğu, günün stresi derken, vücut da bitiyor. Bir ara yastığa sarılıyordum sen diye! Şimdi uyanınca bakıyorum ki, elim kolum bomboş! Vakti gelince saracaktır başka bedeni, bekliyorum!
Sensiz de içiliyor işte! Akşamüstü bir yorgunluk kahvesi yapıyorum kendime, üstü bol köpüklü. Geçiyorum camın kenarına, hava güzelse balkona; fonda Edith Piaff, bazen Sezen ya da Müzeyyen Abla, ses veriyorlar bana. Kahvenin tadı değişmiyor sen yoksun diye! Sadece artık fal kapatmıyorum..
Sensiz de geziliyor işte! Kendimi o dört duvarın arasından çıkardım. Kimi akşam dostlarla duble yanı sohbete, ülke kurtarmaya; kimi zaman tek başıma tiyatroya gidiyorum. Yollarda senin adın yazan dükkan isimleri çarpıyor gözüme, o an içim bir sızlıyor ama o da geçiyor. Kendi kendime gülümsüyorum.
Velhasıl, sensiz de bu ömür bir şekilde geçiyor. Zaman, kabuk bağlatıyor yaraları. Ölümün acısına katlanan insan, ayrılığınkine de dayanıyor. Uykusuz geceler de bitiyor, hiç dinmeyecek sandığım gözyaşlarım da!
Her hayat kendi hikayesini yazıyor. Kimi renkli, kimi garip, kimi sıradan ama hepsi bir yerinde aşka çarpıyor. Sonra bitiyor umutlar, ayrılık dediğin kapıyı çalıyor. Vakit geçtikçe, bitmez sandığın her şey yavaş yavaş bitiyor.
Sensiz de yaşanıyor yani; ancak aklımı kurcalayan soru şu: Ne gerek var?
Sensiz de yeniyor yemek işte! Gerçi ekmeğin köşesini hep sana ayırmak geçiyor içimden ama yapmıyorum. İnadına ben yiyorum. Olmayan hakkını kaybediyor!
Sensiz de gülünüyor işte! Bazen öyle olaylar oluyor ki, elim telefona gidiyor. Anlatmak istiyorum çünkü sadece ikimiz anlarız, biliyorum fakat aramıyorum!
Sensiz de uyunuyor işte! İlk zamanlar dönüp durduğum o yatağa, şimdi kafamı koyunca kapanıyor gözlerim. Hayatın yorgunluğu, günün stresi derken, vücut da bitiyor. Bir ara yastığa sarılıyordum sen diye! Şimdi uyanınca bakıyorum ki, elim kolum bomboş! Vakti gelince saracaktır başka bedeni, bekliyorum!
Sensiz de içiliyor işte! Akşamüstü bir yorgunluk kahvesi yapıyorum kendime, üstü bol köpüklü. Geçiyorum camın kenarına, hava güzelse balkona; fonda Edith Piaff, bazen Sezen ya da Müzeyyen Abla, ses veriyorlar bana. Kahvenin tadı değişmiyor sen yoksun diye! Sadece artık fal kapatmıyorum..
Sensiz de geziliyor işte! Kendimi o dört duvarın arasından çıkardım. Kimi akşam dostlarla duble yanı sohbete, ülke kurtarmaya; kimi zaman tek başıma tiyatroya gidiyorum. Yollarda senin adın yazan dükkan isimleri çarpıyor gözüme, o an içim bir sızlıyor ama o da geçiyor. Kendi kendime gülümsüyorum.
Velhasıl, sensiz de bu ömür bir şekilde geçiyor. Zaman, kabuk bağlatıyor yaraları. Ölümün acısına katlanan insan, ayrılığınkine de dayanıyor. Uykusuz geceler de bitiyor, hiç dinmeyecek sandığım gözyaşlarım da!
Her hayat kendi hikayesini yazıyor. Kimi renkli, kimi garip, kimi sıradan ama hepsi bir yerinde aşka çarpıyor. Sonra bitiyor umutlar, ayrılık dediğin kapıyı çalıyor. Vakit geçtikçe, bitmez sandığın her şey yavaş yavaş bitiyor.
Sensiz de yaşanıyor yani; ancak aklımı kurcalayan soru şu: Ne gerek var?
Candan Ünal