“Yeşil devrim”le yeniden doğan ülke
Libya Lideri Kaddafi ilginç kişiliği ve tavırları ile dünyanın bakışlarını üzerine çekmeyi başarmıştır. 1969 yılında gerçekleştirdiği “Yeşil Devrim” ile bir anda Libya’yı dünya gündemine taşımayı başaran Kaddafi, 1977 yılında da “Halk yönetimi” ne geçerek halkını bizzat yönetime ortak etmeyi gerçekleştirmesiyle de düzen arayıcılarının kafalarını karıştırmayı başarmıştır. Çünkü, Kaddafi’nin ‘Halk yönetimi” ini Fizan’ın başkenti konumundaki Sebha’da gerçekleştirdiği “Halk Kongresi”nde ilan etmesiyle, o güne kadar dünyada geçerli olan yönetim teorilerine bir üçüncüsü eklenmiş oluyordu. “Üçüncü dünya teorisi” olarak tanımladığı manifestosunu “Yeşil Kitap” adı altında kitaplaştırmıştır. Aradan geçen 30 yıllık süreye rağmen “Yeşil Kitap” üzerindeki tartışmalar, seminerler, sempozyumlar devam etmektedir.
Bütün kesimleri biraraya getirdi
Libya lideri Kaddafi, “Yeşil kitap”ta kitaplaştırdığı görüşlerini hayata geçirmek için 1977 yılında Sebha Kenti’nde topladığı “Halk Kongresi”nde ülkenin her kesimini (asker, sivil, bürokrat, öğrenci, genç, çiftçi, kadınlar) bir araya getirdi. Gerçekleştirilen toplantıda “Halk yönetimi” ilan edildi. Yani halkın doğrudan ülke yönetiminde yer alması ilan edildi. Ve bu kongrede 4 maddelik Libya Anayasası da ilan edildi. Anayasanın maddeleri ise şöyleydi:
Madde 1: Libya’nın resmi adı: (Libya Arap Halk Sosyalist Cumhuriyeti)
Madde 2: Kur’an toplumun yasasıdır.
Madde 3: Libya’da sistemin temeli, doğrudan halkın yönetimi şeklindedir. Yani otorite halkındır, başkasının değildir. Halk bu otoriteyi “Halk Kongreleri”, “Halk komiteleri”, sendikalar, birlikler, mesleki kuruluşlar ve “Genel halk Kongresi” aracılığı ile kullanır. Bunun çalışma sistemi kanunla belirlenir.
Madde 4: Ülkenin savunulması kadın erkek her vatandaşın görevidir. Bu da genel askeri eğitim ve halkın eğitilmesi ve silahlandırılması yoluyla yapılır. Genel anlamda askeri eğitim ve savaş konusunun çerçevesi bir kanunla düzenlenir.
Afrika’nın gelişmesinde Kaddafi’nin rolü
2 Mart Cuma günü “Halk Yönetimi”ne geçişin 30. yıl kutlamalarını izlemek üzere Trablus’tan uçakla SEBHA Kentine gidiyoruz. Bir saat süren uçak yolculuğumuz esnasında uçağın penceresinden Fizan çölünün güzelliklerini uzun uzun seyretme imkanı bulduk. Sebha, Libya’nın önemli kentlerinden birisi. Şehirleşme de oldukça düzgün yapılmış. Sebha’nın gelişmesinde Türk müteahhitleri de yer almışlar, halen de çalışmaktalar. Kutlamalar öncesinde Sebha’da gayet güzel tanzim edilmiş bir bahçede ağırlanıyoruz.
Hava sıcaklığı 30 derece civarında. Ama çölden esen hafif rüzgar bizi rahatlatıyor. Kutlamalar Kongre sarayında yapılıyor. Aynen 30 yıl önce olduğu gibi Halk kongresine katılan, toplumun her kesimini temsil eden katılımcılar günün önemini belirten konuşmalar yaptılar. Toplantıya iştirak eden Uganda Cumhurbaşkanı da yaptığı uzun bir konuşma ile Libya’nın ve Lideri Kaddafi’nin Afrika’nın gelişmesindeki rolü üzerinde durdu. Toplantıyı Lider Kaddafi bizzat kendisi yönetiyordu, 30 yıl öncesinde olduğu gibi.
Günün en son konuşmasını ise, lider Kaddafi yaptı. Kaddafi konuşmasında ambargo öncesinde ve ambargo sırasında izlediğim konuşmalarının aksine heyecanlı değildi. Halkıyla iktidara gelişinin 38. ve Halk Yönetimi’nin ilan edilişinin 30. yılının muhasebesini yaparken, gelecek için de neleri yapmaları gerektiğini, ufuklarını ve ideallerini anlatıyordu. Dış politika da ise sadece Iraktaki gelişmelere işaret ederek konuşmasını sürdürdü. Libyalılar ise büyük bir dikkat ve coşku ile liderlerini dinlerlerken zaman zaman da klişeleşmiş sloganlarla lidere bağlılıklarını dile getiriyorlardı.
Libya halkı Osmanlı hayranı
Tarihi ve kültürel, dini bağlar nedeniyle ortak yanlarımızın çok olduğu Libya’da bulunduğumuz süre içerisinde hiç yabancılık çekmiyoruz. Trablus da bulunduğumuz süre içerisinde şehirde yaptığımız gezinti sırasında halktan oldukça sıcak ilgi gördüğümüzü söylemeliyim. Libya halkı bize hiç yabancı değil. Osmanlı zamanında çeşitli nedenlerle bu ülkeye giden Türkler orada kalarak Libya halkı ile evlilikler gerçekleştirmişler. Onların torunları kendilerini öncelikle Libyalı kabul ediyorlar. Sizinle konuşurken dedelerinin, babalarının Osmanlı olduğunu büyük bir gurur ile ifade ediyorlar. Libya yönetiminde kendilerine önemli görevler verilmiş. Ülkelerine hizmet etmenin mutluluğunu yaşıyorlar.
Libya’da bulunduğumuz süre içerisinde ülkeyi yakından tanıyabilmek için yaptığımız gezintilerdeki tespitlerimizi sizlerle paylaşabilmek için yazıya döktük. Şunu öncelikle ifade etmeliyim ki, bu ülkeye 1982 yılından bu yana çeşitli dönemlerde geldim. Bu son gelişimde önemli gelişmeler gördüğümü söyleyebilirim.10 yıllık ambargo döneminin bezginliğini, kararsızlığını atmış Libyalılar. Gençleri oldukça hareketli, kararlı gördüm. Camiler gençler tarafından dolduruluyor. Çarşı ve pazarlar mallarla dolu, halk akşamın serinliğinde alışveriş yapmak için çarşı ve pazarları dolduruyor. Yeni yeni binalar ve oteller, ”Burcu’l Fatih” gibi iş merkezleri dikilmiş. Yenilerinin yapılması için görüşmeler yapılıyor. Turizm acenteleri geleceğin Libya’sında turizm pastasından pay alabilmek için Trablus’ta konuşlanmaya başlamışlar. Ama Libyalıların arzuları ülkelerindeki gelişmeleri, yatırımları Türk firmaları ve şirketleri ile paylaşmak.
Libya’nın İslâm topraklarına katılışı
Libya (Libya Arap Halk Sosyalist Cumhuriyeti) Akdeniz kıyısında, doğusunda Mısır, batısında Cezayir ve Tunus, güneyinde Nijer ve Çad, güneydoğusunda Sudan ile komşu olan bir Kuzey Afrika ülkesi.
647 yılında ise Abdullah ibn el-Sa’ad komutasındaki Arap İslam orduları Libya'ya girerek Bizanslılar'ı mağlup etti. Trablus (Tripoli) ve Cyrenaica Halifeye bağlanmakla birlikte Bizanslılar'a (İstanbul ve Şam) bağlı yöneticiler bölgeyi yönetmeye devam ettiler. Sonraki dönemlerde bölge halklarının Müslümanlığa geçişi ve Arap dilinin kabulü gerçekleşti. 1146'da Sicilyalı Normanlar Trablus'u istila etti. 14. ve 15. yüzyıllarda İslam egemenliğinden sonra, 16. yüzyılda tekrar Hıristiyan yönetimine geçti. 1553'te Hıristiyanlar Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı Turgut Reis tarafından buradan çıkartıldı. Osmanlı Devleti'nin zayıflamasına paralel olarak Libya’daki yönetim de Dayı denilen ve görece bağımsız olan beylerin eline geçti. Dayılar birer devlet başkanı gibi başka devletlerle ikili antlaşmalar bile yapabiliyorlardı.19.yy başlarında Libya’daki Dayılar da Tunus ve Cezayir Dayıları gibi Akdeniz’de Amerika Birleşik Devletleri ile mücadele etmiştir. Osmanlılar 1835 yılında Libya’daki kontrolü yeniden sağlayarak burayı merkeze bağladılar.
Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıfladığı dönemde, 1911'de İtalyanlar bölgeyi işgal ettiler. Trablusgarp Savaşı akabinde yapılan Oshy anlaşması ile Libya'daki fiili Osmanlı Hakimiyeti sona ermekle birlikte, hukuken Osmanlıya bağlılığı benimsendi.
Libya cihadının önderi
Osmanlı Devleti'nin zayıflamasına paralel olarak Libya’daki yönetim de Dayı denilen ve görece bağımsız olan beylerin eline geçti. Dayılar birer devlet başkanı gibi başka devletlerle ikili antlaşmalar bile yapabiliyorlardı.19. yy başlarında Libya’daki Dayılar da Tunus ve Cezayir Dayıları gibi Akdeniz’de Amerika Birleşik Devletleri ile mücadele etmiştir. Osmanlılar 1835 yılında Libya’daki kontrolü yeniden sağlayarak burayı merkeze bağladılar.
Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıfladığı dönemde, 1911'de İtalyanlar bölgeyi işgal ettiler. Trablusgarp Savaşı akabinde yapılan Oshy anlaşması ile Libya'daki fiili Osmanlı Hakimiyeti sona ermekle birlikte, hukuken Osmanlıya bağlılığı benimsendi. Ülkeyi işgal eden İtalyanlara karşı Mustafa Kemal, Enver Paşa ve diğer bazı Osmanlı subaylarının örgütlediği milis kuvvetleri uzun zaman direnç gösterdi. Ancak her türlü üstünlüğe sahip olan İtalya, ülkenin tamamını kontrol etmeyi başardı. Halkı baskı ve zulüm ile sindirdi. Adeta bütün Libya’yı köleleştirdi. Bu dönemde İtalyan sömürgeciliğine karşı Ömer Muhtar tarafından başlatılan direniş hareketi ise Ömer Muhtar'ın yakalanarak idam edilmesi sonucunda başarısızlığa uğradı.
BM, Libya’nın bağımsızlığını onaylıyor
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bölge Fransa ve İngiltere'ye bırakıldı. Birleşmiş Milletler 1949'da Libya'nın bağımsız bir ülke olması gerektiği kararını aldı. Görüşmelerde Libya'yı, 1920'lerden beri İtalyanlarla mücadele etmiş olan, sonrasında Mısır'a sürgüne giden Şeyh İdris temsil etti. 1951'de Libya bağımsızlığını kazandı ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla bağımsızlığa kavuşan ilk ülke oldu; İdris ülkenin kralı oldu.
1969'da, ordunun genç subaylarından Muammer Ebu Minyar Al-Kaddafi bir grup subayla birlikte Kral İdris'e karşı bir darbe yaptı. Darbe yapıldığı sırada Kral İdris Türkiye’nin Bursa şehrinde bulunuyordu. Monarşi sona erdirildi ve Libya Arap Cemahiriyesi kuruldu. Kaddafi, o tarihten sonra kendisinin "Üçüncü Evrensel Teori" dediği, Sosyalizm ve İslam karışımı bir politik rejimi izledi. 1990’lı yıllardan itibaren Lockerbee faciasını bahane eden Amerika'nın baskısı ile sağlanan uluslararası ambargo ile 1969'dan ititbaren sürdürdüğü kalkınma hamlesine darbe vuruldu.
Kaddafi, ordusunu Türkiye’nin emrine tahsis etti
Libya'da Türk asıllı milyonlarca insan bulunmaktadır. Ayrıca Libya, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında, Türkiye’ye uygulanan ambargoya rağmen Türkiye'ye yardım yapan tek ülkedir. 1974’de Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesi sırasında Libya lideri Kaddafi Türkiye’ye askeri yardım getiren uçaklarla bizzat ilgilenirken, ayrıca yönetim olarak da şu önemli kararları almışlardı:
1. Libya Ordusu, Türk Genel Kurmay’ının emrindedir.
2. Ham petrol, gemilerle Türk tarafının istediği limanlara taşınacaktır.
3. Türkiye hangi silahı almak istiyorsa, bize bildirmesi-fatura etmesi yeterlidir.
Türkiye Libya’nın bu tutumu karşısında 70 Libyalı öğrenciyi Deniz Harp Okulunda eğitti. Jest olarak da dönemin Genel Kurmay Başkanı Genç Subay adaylarıyla yemekte bir araya geldi.
Maalesef Libya, Kıbrıs müdahalesi sırasında yaptıklarına rağmen halen Türkiye'de yanlış tanınmaktadır. Halbuki bu ülkenin doğru tanıtılması iki tarafın da menfaatlerinin gereğidir. Şu anda Libya'da geniş iş ve yatırım imkanları bulunmaktadır. Ancak Türk iş dünyası bu imkanlar ile yeterince ilgilenmemektedir.
Yönetim şekli: Libya'da Muammer el-Kaddafi'nin "Yeşil Kitap" adlı manifestosunda yer alan fikirlerin uygulanmasına çalışılmaktadır. Ancak manifestodaki teorik unsurlarla uygulama arasında ciddi farklılıklar olduğu görülür. Yeşil Kitap halkın yönetime doğrudan katılmasını öngören bir formülden söz eder ve bunun için halk meclisleri oluşturulmasını öngörür. Devletin en üst kademesinde "Devrim Önderi" sıfatı taşıyan başkan bulunmaktadır. İkinci kademedeki yetkili Genel Halk Kongresi Sekreteri’dir. Genel Halk Kongresi'nin 750 üyesi bulunmaktadır ve bu üyeler yukarıda sözü edilen halk meclisleri tarafından belirlenmektedir. Yeşil Kitap, ideolojisini "halk yönetimi", "sosyalizm" ve "üçüncü dünya teorisi" başlıkları altında toplamaktadır. Siyasi partiyi çağdaş diktatörlük olarak nitelemektedir.
Libya yöneticileri birçok konulardaki düşüncelerini sloganlaştırmışlar. Bu sloganlara şehir merkezlerinde, meydanlarda, kongre ve toplantı salonlarında rastlamak mümkün. Sloganlardan bir kaçı şöyle: “Kur’an toplumun yasasıdır”, “Halk kongreleri olmadan demokrasi olmaz”, “Hürriyet ihtiyaçta saklıdır”,” Parlamentolar demokrasinin bir aldatmacasıdır” “Hürriyet ihtiyaçta saklıdır”
Cihad önderi, bilge kişi; Ömer Muhtar
Yürütme- Yasama: Ülkedeki yasama organı Genel Halk Kongresi’dir. Genel Halk Kongresi mahalli komitelerce gönderilen delegelerdenoluşmakta ve mahalli komiteleri de ilgili yöre halkı seçmektedir. Yasama ve yürütme görevini icra eden Genel Halk Kongresi lider tarafından belirlenmektedir. Bakanlar umumiyetle sahasında eğitim görmüş teknokrat kişiler. Libya, BM, İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü), Arap Devletleri Birliği, Afrika Birliği Örgütü, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı), Uluslararası Para Fonu (IMF), İslâm Kalkınma Bankası gibi uluslararası örgütlere üyedir.
Libya anlatılırken, ülkenin manevi lideri ve bağımsızlık hareketinin önderi Ömer Muhtar’ı da hatırlamamak olmaz. Ömer Muhtar, en güvenilir tesbite göre 1862 yılında Defne'de dünyaya gelmiştir. Cağbub'daki medreselerde ve İslâmi İlimler Enstitüsü'nde tahsil gördü. İlk cihadını Fransız emperyalizmine karşı verdi. 29 Eylül 1911'de, İtalyan işgaline karşı mücadele eden Seyyid Ahmed Şerif'in komutasında yürütülen cihada katıldı. Başarılı eylemleriyle cihadda ön saflara geçti ve 1922'de mücahid kuvvetlerinin başkumandanlığına getirildi. 1922'de İtalya'da faşist Mussolini'nin iktidarı ele alması üzerine Libya'nın tamamının kontrol altına alınabilmesi için takviye askeri birlikler gönderildi. Ömer Muhtar da buna karşı kendi birliklerini yeniden organize etti. Ancak her türlü modern imkâna sahip İtalyan güçleri karşısında zor durumdaydı. Buna rağmen cihadı 1931'e kadar kararlılıkla sürdürdü.1931'de İtalyan kuvvetleri Ömer Muhtar'ı esir ettiler ve sıkıyönetim mahkemesinde yargıladıktan sonra 15 Eylül 1931'de idam ettiler.
Kaddafi, 1969 yılında yeşil devrimini gerçekleştirdikten sonra iki önemli filmi dünya sinemasına kazandırmıştı. Bu filmlerden birincisi “İslam’a çağrı” ikincisi ise “Ömer muhtar” filmi idi. İslam’ı Çağrı filminde Hz. Muhammed(as) hayatı, mücadelesi ve asrı saadet dönemi bugünün insanına anlatılırken, Ömer Muhtar filmiyle de Libya’nın bağımsızlık mücadelesi ve bu mücadelede Şeyh Ömer Muhtar’ın yeri ve önemi anlatılmaktadır. Kaddafi bu iki film ile İslam’ın tebliğine önemli katkıda bulunmuştur.
Tacura, Trablus’a 15 kilometre mesafede güzel bir kent. Tacura’nın en önemli özelliği de Osmanlı kumandanı Murat Ağa’ya ev sahipliği yapmasıdır. İspanyollar Libya’yı taciz etmeye başladıklarında Tacura’nın ileri gelenleri Osmanlı’ya bir heyet göndererek yardım ve destek talebinde bulunurlar. Zamanın Padişahı da Murat Ağa’yı Libyalılara yardıma gönderir. Murat Ağa ile Osmanlıların Libya’ya ilk gidişi gerçekleşir. Murat Ağa Libya’ya Tacura sahillerinden çıkar. Tabiî ki daha sonra Kaptanı Derya Turgut Reis Libya’ya yardıma gelir. Osmanlının Libya’ya gelişi ile ilgili olarak yaşlı Libyalılar “Osmanlı olmasaydı biz kim bilir hangi dinin mensubu olurduk” diyerek Osmanlı’ya karşı sevgilerini ve muhabbetlerini ifade ediyorlar.
Tacura sahillerinden Libya’ya giriş yapan Murat Ağa, vefatından sonra da bu şehirde ebedi istirahatgahına tevdi edilir. Biz de Trablus’a gidince akşam namazını Seyyid Abdullah Şaab Mescidi’nde kılmak, hem de avlusunda bulunan Murat Ağa’nın türbesini ziyaret etmek üzere Tacura’ya gidiyoruz. Yolumuzun üzerinde Mehtike askeri havaalanı bulunuyor. Geçmiş yıllarda Libya’yı ziyaretimiz sırasında bu havaalanında gerçekleştirilen törenler münasebetiyle havaalanını görmüş ve Havaalanına ismi verilen Mehtike’nin de mezarını ziyaret etmiştik.
Afrikalıları İslâm’a ısındıran mücahid; Ukbe b. Nafi
Niçin Mehtike diyebilirsiniz. Hikayesi oldukça ilginç. Mehtike Üssü’nün eski ismi Gheellus Field iken Mehtike ismine dönüşüyor. Amerikalıların en önemli üslerinden birisi imiş. 1970 yılında Amerikan üsleri millileştirilince Amerikalıların bu üssü de “UKBE B.NAFİ” ismini alıyor.
Ukbe b.Nafi, Afrika’ya İslam’ın yayılmasına öncülük eden ve bu uğurda cihad eden bir Afrikalı Müslüman önder. Afrika’nın İslamlaşmasında büyük gayretleri olan bu zatın rahmetle anılmasına vesile olması için o zaman millileştirilen Amerikan üssüne de bu zatın ismi verilmiş.
Daha sonra, yani 1981 yılında yapılan üslerin millileştirilmesi törenlerinde Libya Lideri Kaddafi yaptığı konuşmada, “Ukbe b. Nafi Üssü’nün isminin bundan sonra Mehtike üssü” olarak değiştirildiğini açıklarken, Libya’da bulunan ve 11 Haziran 1970 yılında millileştirilen ve o günden itibaren “11 Haziran Üssü” olarak anılan üssün adını da “Ukbe b. Afi” olarak değiştirildiğini açıklıyor.
Niçin Mehtike? Üsse niçin bir çocuğun ismi verilmiş?..
Mehtike, sadece belli bir ülkede yaşayan bir kız çocuğu değildir. Geri bırakılmış ve gelişmekte olan ülkelerin çocuklarını da temsil etmektedir Mehtike. Bir arap kızı olmasına rağmen bir başka kimliği ile de uzak doğuludur. Başka ülkelerin yaşadıkları gerçek olayların kahramanlarından birisidir. Mehtike bu yönü ile evrensel bir kimliğe sahiptir.
ABD, bugün Irak’ta yaptığını dün Libya’da yapmıştı...
Libyalılar Mehtike ismini,”Megtiga” şeklinde telaffuz etmekteler. Mehtike 1949 yılında Misurata ile Trablus arasında 160 kilometre mesafede bulunan Zileytan kasabasında dünyaya gelmiş. Asıl adı Megtiga Muhammed Ahmed el- Zileytani. Vefat tarihi ise 1958… 9 yaşında söz konusu olan üssün çevresinde sürülerini otlatırken, ABD üssünden kalkan bir askeri helikopterden açılan ateş sonucu hayatını kaybeder. Şu anda Cumapazarı isimli köyde iki muhterem zatla birlikte Şevarif Mezarlığı’nda medfun. Küçük Mehtike’nin kabri her yıl yüzlerce Afrikalı tarafından ziyaret edilmektedir. Küçük Mehtike Afrika’daki bağımsızlık hareketlerinin sembolü haline gelmiş. Mehtike’nin hayat hikayesi mezarının başındaki levhaya yazılmış. Mezarı ise gayet sade olarak tanzim edilmiş, bizim köylerdeki mezarlar gibi. Onu ziyaret edilmeye değer kılan ve mezarını bile ömürlü kılan, saygı ile anılır yapan taşıdığı anlamdır.
Libya ambargo nedeniyle yaklaşık 20 yıldır dışlanmıştı. 1980 başlarında ABD-Libya ilişkileri gerginleşti. 1986’da ABD uçakları bugün Irak’ta yaptığı gibi Trablus ve Bingazi’yi bombaladı. Bu bombardımanda Kaddafi’nin küçük kızı(evladlığı) öldü, bir hastane ve bir çok mesken yıkıldı.
Ardından BM, İskoçya’nın Lockerbie kenti üzerinde düşen Panama uçağına bomba yerleştirmekle suçlanan iki Libyalıyı İskoçya ya da ABD’ye vermeyen Libya’ya 1992’de ambargo koydu. Libya’nın farklı biçimlerde anlaşması üzerine ambargo 2003 yılında tamamen kaldırıldı. Libya’nın ABD ve Avrupa ülkeleri ile arasının tamamen düzelmesinden sonra İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ve İngiltere Başbakanı Tony Blair’in ardından Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac da Libya’yı ziyaret etti. ABD’de vatandaşlarına “Libya’ya gidin” çağrısı yaptı.
Trablus, geçmişi yaşatıyor
UNESCO tarafından 2007 yılı Kültür Başkent’i ilan edilen Trablus’ta nisan ayında uluslararası katılımlarla “Kültür Başkenti Trablus” törenleri yapılacak. Bu amaçla Libya dışından da önemli davetli katılımı bekleniyor Trablus’a. Osmanlı imparatorluğu döneminde Libya’nın önemi büyüktü. Özellikle Trablus Osmanlılar için Akdeniz’deki önemli deniz üslerinden birisiydi. Bu bakımdan Trablus şehrinde gezerken Osmanlı izlerine oldukça sık rastlıyorsunuz. Trablus’un çarşı ve meydanlarında Osmanlı’yı yaşamamak mümkün değil. Libyalılar sizin Türkiye’den geldiğinizi öğrendikleri zaman, dedelerinin ve babalarının Osmanlı Sevgisini anlatırlarken, kendilerinin de aynı duyguları yaşadıklarını gizleyemiyorlar. Libya, ambargo sonrasında tarihi eserlerin restorasyonuna oldukça önem vermiş. Trablus kenti bir anlamda yeniden restore edilerek, geçmişteki tarihi kisvesine büründürülmüş. Restorasyon çalışmalarında da Osmanlı’nın torunları çalışmış. Turgut Reis Camii de yeniden restore edilerek, geçmişteki tarihi kimliğine büründürülmüş. Ancak üzüntü verici durum, Turgut Reis Türbesi’nin bakımsızlığı. Ziyaretimiz sırasında türbedar, bize ısrarla diyordu ki; “Burada sizin atanız yatıyor, buranın restorasyonu Türk büyükelçiliğine ait. Ne olur, Büyükelçinize söyleyin de biran evvel daha fazla tahribat görmeden türbe eski güzelliğine kavuşturulsun.”
Türk denizcilik tarihinin büyük kahramanı Kuzey Afrika efsanesi Turgut Reis 1565 Malta kuşatmasında şehit düştükten bir müddet sonra Trablus’a getirilerek bugün ki türbesine defnedilmiş. Turgut Reis Akdeniz’i Türk gölü haline getiren Kaptan-ı Deryalardan…
Meydan-ı Şüheda ya da Meydan-ı Ahtar
Bu meydan bugünkü maruf adıyla “Yeşil Meydan”dır. Trablus’un merkezi konumundadır. Trablus’ta bütün yollar ve caddeler (Ömer muhtar ve Raşi Caddeleri gibi) Yeşil Meydan’a çıkar.
Meydan-ı Şüheda denmesinin nedeni, İtalyanlar sömürgelerini sürdürdükleri dönemde Libyalılara karşı giriştikleri soykırımında bütün Libyalıları kadın, erkek, çocuk, ihtiyar demeden hepsini bu meydanda katletmişler. Onun için o zaman şehitlerin kanlarıyla boyanan bu meydana “Meydan-ı Şüheda” adı verilmiş. Bilahare 1 Eylül devriminden sonra da bu meydanın adı “ Meydan-ı Ahtar”,”Yeşil Meydan” olmuş. Meydana Yeşil ismini Kaddafi vermiş. Her yıl devrim kutlamaları bu meydan da yapılıyor. Her ne kadar ismi “Meydan-ı Ahtar”a dönüşse de meydanın levhalarında halen “Meydan-ı Şüheda” yazmaktadır.
Libya’nın en büyük kenti olan Trablus, Fenikelilerce İ.Ö 500’lü yıllarda kurulmuş. Trablus’ta öncelikle Akdeniz, ardından biraz Arap-Müslüman, epeyce Osmanlı ve İtalyan mimarisi hakim. Cezayir meydanındaki İtalyan kilisesi camiye dönüştürülerek “Fatih Camii” ismiyle ibadete açılmış. Çevresindeki Kur’an Kursu ve diğer eğitim kurumlarıyla önemli bir yapı. Medresül Funun vel Sanayi İslam da önemli eğitim kurumlarından. Trablus Valisi Namık Bek tarafından hizmete açılmış. O günden beri eğitime devam eden önemli bir Osmanlı eseri. Kentin en etkileyici yeri “Yeşil Meydan” ya da “Meydan-ı Şüheda” çevresi. Bu çevrede kale, bu kalenin içerisinde Cemahiriye Müzesi, kale ardında Eski Kent var. Meydanın diğer tarafında İtalyan mimarisine sahip hoş yapılar yer alıyor. Müze Libya gezisinin “ olmazsa olmaz”larından. Neolitik Çağdan günümüze kronolojik 47 galerinin bir kısmında olağanüstü parçalar sergileniyor.
Eski Kent ya da Medine çok ilginç, görülmeye değer. Burada 3-4 saatlik çok hoş bir gezinti yapılabilir. Çarşılar, örneğin Suk el-Müşir, Suk el-Turki, yukarıdan kemerli daracık sokaklar, beyaz badanalı evler, Karamanlı Ahmet Paşa Camii, 1200 yıllık olduğu söylenen En-Naka Camii, Osmanlı döneminin Gurci, Osman Paşa, Turgut Reis Camii ve Türbesi, Ali Rıza Paşa tarafından yaptırılan Saat kulesi, değişik medreseler, hanlar, eski Fransız, İngiliz elçilikleri, kiliseler, surlar, kapılar, Marcus Aurelius kemeri…
Leptis Manga, UNESCO’nun listesinde
Trablusgarp’ın batısı ve doğusu tarihte Tripolitanie olarak biliniyor. Eski Trablus Garp yerleşimi, yani Oca, batıda Sabratha, doğuda Leptis Manga. Birkaç kez depremle yıkılan Sabratha’nın restore edilmiş bugünkü görüntüsü Roma döneminden. Yumuşak kumtaşından yapılar yıllarca denizin dalgalarıyla epeyce aşındırılmış olsa da, eski günlerin görkemini gözler önüne seriyor.
Ama Libya’nın en parlak antik ören yeri Leptis Manga. İstanbul’u yakıp yıkan, cezalandıran, sonra da yeniden inşa eden Roma imparatoru Septimus Severus’un doğum yeri olan Leptis Manga, bir zamanlar Afrika’nın en büyük kentiydi. Kalıntılar oldukça iyi korunmuş, restorasyonu henüz tamamlanmış.
Öyle görülüyor ki, önümüzdeki birkaç yıl Libya turizmi için patlama getirecek. Dünyanın önemli turizm şirketleri, Libya’nın Akdeniz kıyılarındaki antik ören yerlerini şimdiden programlarına almışlar.
Önde gelen Fransız, Alman, İtalyan ve ABD’li kültür gezisi acenteleri de şimdiden az sayıdaki otelleri kapatmış durumdalar.
Libya dünya turizm sektörünün henüz keşfetmeye başladığı yeni bir bölge. Türkiye’nin 2 katından fazla yüzölçümüne sahip, 6 milyon nüfusu var. Bir o kadar da yabancılar yaşıyor ülkede.
Dünyanın en güzel çölü: Fizan
Osmanlı’da sürgün yeri, Fizan ya da Fizan Çölü. Giden gelmiyor, Yemen gibi... Acılar, üzüntüler… Ama günümüzde turizm endüstrisinin önümüzdeki 8-10 yılına damgasını vuracak bakir bir diyar.
Libya’nın güneyinde yer alan ve ülkeyi meydana getiren üç bölgeden (diğer ikisi Trablus, Berka) biri olan Fizan rivayete göre adını Fezan b. Ham b. Nuh’tan alır. 1969’a kadar Fizan vilayeti, bu tarihten sonra itibaren el- Muhafazatü’l-Cenubiye olarak adlandırılmış. Bölge, deniz seviyesinden 200-500 metre yükseklikte ve yaklaşık 570.000 km2 genişliğinde olup, yüzde 95’i çöllerle kaplı. Bölgenin merkezi Sebha, diğer şehirleri Merzuk ve Katrin.
Vahalarda yaşayan Fizan halkının büyük kısmı göçebedir ve hayvancılıkla uğraşır. Yerleşik olanların bir kısmı tarım, bir kısmı da ticaretle meşguldür. Sudan’dan Akdeniz’e ulaşan en kısa ticaret yolu üzerinde bulunması dolayısıyla Fizan, tarih boyunca önemli bir ticari bölge olmuş. En önemli ticaret merkezleri Zevile, Tragen ve Merzuk. Bu yoldan başta köle olmak üzere fildişi, bakır, deve kuşu tüyü ve kürk gibi mallar Akdeniz limanına taşınıyordu. Fizan ise sadece hurma ve karbonat ihraç ediyordu. Avrupa’nın cam, tekstil ve metal ürünleriyle ilaç ve baharat gibi malları yine aynı yolla Afrika’ya gönderiyordu. 1959’dan sonra Fizan’da da petrolün bulunmasıyla bölge gelişmeye başlamıştır.
Fizan’ın tarihi çok eskilere dayanır. Arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan Yontma Taş ve Yeni Taş devirlerine ait eserlerden Fizan’ın önemli bir yerleşim merkezi olduğu anlaşılmakla birlikte, burada yaşayan topluluklar hakkında fazla bilgi yoktur. Fizan’ın İslam ile tanışması Emeviler döneminde Kuzey Afrika’nın Ukbe bin Nafi tarafından fethedilmesiyle Fizan halkı Araplarla tanışmıştır.
Jön Türklerin sürgün yeri
16. yüzyıl başlarından itibaren Kuzey Afrika’yı fethetmeye başlayan Osmanlılar 1551’de Trablusgarp’ı ele geçirerek eyalet haline getirdiler ve Fizan’da bu eyalete bağlı bir sancak olarak teşkilatlandırıldı. Fizan’daki Osmanlı hakimiyeti 1911’de vuku bulan İtalyan saldırısına kadar ciddi bir güçlükle karşılaşmadan devam etmiştir. II. Abdülhamid döneminin son yıllarında Fizan, Jön Türkler’in sürgün yeri olarak kullanıldı. Zamanla bunlara memuriyet kisvesi altında sürgüne gönderilen bazı görevli ve subaylar da eklenince Fizan ve onun bağlı bulunduğu Traslusgarp vilayetinde modern okullarda yetişmiş, yeni fikirlere ve milliyetçiliğe eğilimi bulunan etkili bir Türk grubu oluştu. Trablusgarp’ın İtalyanlar’ın saldırısına uğramasından (5 Ekim 1911) sonra Osmanlı Devleti ile İtalya arasında imzalanan Uşi Antlaşması ile (19 Ekim 1912) bölgedeki Osmanlı hakimiyeti sona erdi.
İtalyanlar Trablusgarp’ı ele geçirmekle beraber Fizan’a ancak Ağustos 1914’te girebildiler. Fakat Senusi direnişi ve I. Dünya Savaşı yüzünden geri çekilmek zorunda kaldılar. 1930 yılında yeniden bölgeye gelen İtalyanlar Fizan’ı yeniden işgal ettiler. 1942 yılına kadar İtalyan idaresinde kalan Fizan, bu defada güneyden gelen Fransızlar’ın işgaline uğradı. Fransızlar 7 Ocak 1943’te Merzuk’u, daha sonra Sebha’yı ele geçirerek Tunus’ta İngiliz ordusuyla birleştiler. Ocak 1943’te imzalanan İngiliz-Fransız anlaşmasıyla Fizan, Fransız idaresi altına girdi. 24 Aralık 1951’de Muhammet İdris es-Sunisi liderliğinde kurulan Libya Birleşik Krallığı’nda Fizan üç otonom bölgeden biri oldu. Libya ve Fransa arasında Ağustos 1955’te yapılan antlaşma gereğince Fransızlar Gat ve Gadames’ten sonra Fizan’ı da terk ettiler. Eylül 1969’da işbaşına gelen Devrim hükümeti Trablus’un adını El- Muhafazatü’ş-Garbiyye, Berka’nın adını da El-Muhafazatü’l-Cenübiyye olarak değiştirdi. Fizan Çölü, Osmanlılarda bir sürgün yeri. Tarihte Garamantlar'ın ülkesi. Bugün ise Tuaregler’in diyarı. Fizan her ne kadar tarihte acılar diyarı olarak anılsa da günümüzde petrolü ve suyu ile yüzleri güldüren, acılara son veren bir diyar olarak anılacak gibi. Fizan çölün tam ortasında bereketli topraklar üzerine kurulmuş. Çölün ortasında bulunan tatlı suyun kapasitesinin çok yüksek oluşu da Fizan’a ayrı bir önem kazandırmış durumda. 1984 yılında “Yapay Nehir” projesi olarak adlandırılan projenin temel atma töreninde bulunmuştuk. Libya’nın bugünkü Ankara Büyükelçisi Muhammed Menguş Bey ile o zaman tanışmıştık. Zamanın Bayındırlık Bakanı olarak projeyi yönetiyordu, bizlere proje hakkında bir de brifing vermiş idi. Proje tamamlandığında çölün altındaki tatlı su denizinden çıkartılan su, bütün Libya’yı yeşile kavuşturacak. Çorak topraklar bereketli topraklara dönüşecek. Daha şimdiden bunun sonuçları alınmaya başladı. Uçaktan Trablus’a ve Fizan’ın başkenti Sebha’ya inerken suyun ülkede meydana getirdiği değişikliği gözlemleyebiliyorsunuz. Çölde oluşan vahaların çevresinde oluşan yeşil bahçeler ayrı bir güzellik oluşturuyor.
Hazırlayan: Ferhat Koç
1969 yılında gerçekleştirdiği “Yeşil Devrim” ile bir anda Libya’yı dünya gündemine taşımayı başaran Kaddafi, 1977 yılında da “Halk yönetimi” ne geçerek halkını bizzat yönetime ortak etmeyi gerçekleştirmesiyle de düzen arayıcılarının kafalarını karıştırmayı başarmıştır.
Bütün kesimleri biraraya getirdi
Libya lideri Kaddafi, “Yeşil kitap”ta kitaplaştırdığı görüşlerini hayata geçirmek için 1977 yılında Sebha Kenti’nde topladığı “Halk Kongresi”nde ülkenin her kesimini (asker, sivil, bürokrat, öğrenci, genç, çiftçi, kadınlar) bir araya getirdi. Gerçekleştirilen toplantıda “Halk yönetimi” ilan edildi. Yani halkın doğrudan ülke yönetiminde yer alması ilan edildi. Ve bu kongrede 4 maddelik Libya Anayasası da ilan edildi. Anayasanın maddeleri ise şöyleydi:
Madde 1: Libya’nın resmi adı: (Libya Arap Halk Sosyalist Cumhuriyeti)
Madde 2: Kur’an toplumun yasasıdır.
Madde 3: Libya’da sistemin temeli, doğrudan halkın yönetimi şeklindedir. Yani otorite halkındır, başkasının değildir. Halk bu otoriteyi “Halk Kongreleri”, “Halk komiteleri”, sendikalar, birlikler, mesleki kuruluşlar ve “Genel halk Kongresi” aracılığı ile kullanır. Bunun çalışma sistemi kanunla belirlenir.
Madde 4: Ülkenin savunulması kadın erkek her vatandaşın görevidir. Bu da genel askeri eğitim ve halkın eğitilmesi ve silahlandırılması yoluyla yapılır. Genel anlamda askeri eğitim ve savaş konusunun çerçevesi bir kanunla düzenlenir.
Afrika’nın gelişmesinde Kaddafi’nin rolü
2 Mart Cuma günü “Halk Yönetimi”ne geçişin 30. yıl kutlamalarını izlemek üzere Trablus’tan uçakla SEBHA Kentine gidiyoruz. Bir saat süren uçak yolculuğumuz esnasında uçağın penceresinden Fizan çölünün güzelliklerini uzun uzun seyretme imkanı bulduk. Sebha, Libya’nın önemli kentlerinden birisi. Şehirleşme de oldukça düzgün yapılmış. Sebha’nın gelişmesinde Türk müteahhitleri de yer almışlar, halen de çalışmaktalar. Kutlamalar öncesinde Sebha’da gayet güzel tanzim edilmiş bir bahçede ağırlanıyoruz.
Hava sıcaklığı 30 derece civarında. Ama çölden esen hafif rüzgar bizi rahatlatıyor. Kutlamalar Kongre sarayında yapılıyor. Aynen 30 yıl önce olduğu gibi Halk kongresine katılan, toplumun her kesimini temsil eden katılımcılar günün önemini belirten konuşmalar yaptılar. Toplantıya iştirak eden Uganda Cumhurbaşkanı da yaptığı uzun bir konuşma ile Libya’nın ve Lideri Kaddafi’nin Afrika’nın gelişmesindeki rolü üzerinde durdu. Toplantıyı Lider Kaddafi bizzat kendisi yönetiyordu, 30 yıl öncesinde olduğu gibi.
Günün en son konuşmasını ise, lider Kaddafi yaptı. Kaddafi konuşmasında ambargo öncesinde ve ambargo sırasında izlediğim konuşmalarının aksine heyecanlı değildi. Halkıyla iktidara gelişinin 38. ve Halk Yönetimi’nin ilan edilişinin 30. yılının muhasebesini yaparken, gelecek için de neleri yapmaları gerektiğini, ufuklarını ve ideallerini anlatıyordu. Dış politika da ise sadece Iraktaki gelişmelere işaret ederek konuşmasını sürdürdü. Libyalılar ise büyük bir dikkat ve coşku ile liderlerini dinlerlerken zaman zaman da klişeleşmiş sloganlarla lidere bağlılıklarını dile getiriyorlardı.
Libya halkı Osmanlı hayranı
Tarihi ve kültürel, dini bağlar nedeniyle ortak yanlarımızın çok olduğu Libya’da bulunduğumuz süre içerisinde hiç yabancılık çekmiyoruz. Trablus da bulunduğumuz süre içerisinde şehirde yaptığımız gezinti sırasında halktan oldukça sıcak ilgi gördüğümüzü söylemeliyim. Libya halkı bize hiç yabancı değil. Osmanlı zamanında çeşitli nedenlerle bu ülkeye giden Türkler orada kalarak Libya halkı ile evlilikler gerçekleştirmişler. Onların torunları kendilerini öncelikle Libyalı kabul ediyorlar. Sizinle konuşurken dedelerinin, babalarının Osmanlı olduğunu büyük bir gurur ile ifade ediyorlar. Libya yönetiminde kendilerine önemli görevler verilmiş. Ülkelerine hizmet etmenin mutluluğunu yaşıyorlar.
Libya’da bulunduğumuz süre içerisinde ülkeyi yakından tanıyabilmek için yaptığımız gezintilerdeki tespitlerimizi sizlerle paylaşabilmek için yazıya döktük. Şunu öncelikle ifade etmeliyim ki, bu ülkeye 1982 yılından bu yana çeşitli dönemlerde geldim. Bu son gelişimde önemli gelişmeler gördüğümü söyleyebilirim.10 yıllık ambargo döneminin bezginliğini, kararsızlığını atmış Libyalılar. Gençleri oldukça hareketli, kararlı gördüm. Camiler gençler tarafından dolduruluyor. Çarşı ve pazarlar mallarla dolu, halk akşamın serinliğinde alışveriş yapmak için çarşı ve pazarları dolduruyor. Yeni yeni binalar ve oteller, ”Burcu’l Fatih” gibi iş merkezleri dikilmiş. Yenilerinin yapılması için görüşmeler yapılıyor. Turizm acenteleri geleceğin Libya’sında turizm pastasından pay alabilmek için Trablus’ta konuşlanmaya başlamışlar. Ama Libyalıların arzuları ülkelerindeki gelişmeleri, yatırımları Türk firmaları ve şirketleri ile paylaşmak.
Libya’nın İslâm topraklarına katılışı
Libya (Libya Arap Halk Sosyalist Cumhuriyeti) Akdeniz kıyısında, doğusunda Mısır, batısında Cezayir ve Tunus, güneyinde Nijer ve Çad, güneydoğusunda Sudan ile komşu olan bir Kuzey Afrika ülkesi.
647 yılında ise Abdullah ibn el-Sa’ad komutasındaki Arap İslam orduları Libya'ya girerek Bizanslılar'ı mağlup etti. Trablus (Tripoli) ve Cyrenaica Halifeye bağlanmakla birlikte Bizanslılar'a (İstanbul ve Şam) bağlı yöneticiler bölgeyi yönetmeye devam ettiler. Sonraki dönemlerde bölge halklarının Müslümanlığa geçişi ve Arap dilinin kabulü gerçekleşti. 1146'da Sicilyalı Normanlar Trablus'u istila etti. 14. ve 15. yüzyıllarda İslam egemenliğinden sonra, 16. yüzyılda tekrar Hıristiyan yönetimine geçti. 1553'te Hıristiyanlar Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı Turgut Reis tarafından buradan çıkartıldı. Osmanlı Devleti'nin zayıflamasına paralel olarak Libya’daki yönetim de Dayı denilen ve görece bağımsız olan beylerin eline geçti. Dayılar birer devlet başkanı gibi başka devletlerle ikili antlaşmalar bile yapabiliyorlardı.19.yy başlarında Libya’daki Dayılar da Tunus ve Cezayir Dayıları gibi Akdeniz’de Amerika Birleşik Devletleri ile mücadele etmiştir. Osmanlılar 1835 yılında Libya’daki kontrolü yeniden sağlayarak burayı merkeze bağladılar.
Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıfladığı dönemde, 1911'de İtalyanlar bölgeyi işgal ettiler. Trablusgarp Savaşı akabinde yapılan Oshy anlaşması ile Libya'daki fiili Osmanlı Hakimiyeti sona ermekle birlikte, hukuken Osmanlıya bağlılığı benimsendi.
Libya cihadının önderi
İtalya'da faşist Mussolini'nin iktidarı ele alması üzerine Libya'nın tamamının kontrol altına alınabilmesi için takviye askeri birlikler gönderildi. Ömer Muhtar buna karşı kendi birliklerini yeniden organize etti. Ancak her türlü imkâna sahip İtalyan güçleri karşısında zor durumdaydı...
Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıfladığı dönemde, 1911'de İtalyanlar bölgeyi işgal ettiler. Trablusgarp Savaşı akabinde yapılan Oshy anlaşması ile Libya'daki fiili Osmanlı Hakimiyeti sona ermekle birlikte, hukuken Osmanlıya bağlılığı benimsendi. Ülkeyi işgal eden İtalyanlara karşı Mustafa Kemal, Enver Paşa ve diğer bazı Osmanlı subaylarının örgütlediği milis kuvvetleri uzun zaman direnç gösterdi. Ancak her türlü üstünlüğe sahip olan İtalya, ülkenin tamamını kontrol etmeyi başardı. Halkı baskı ve zulüm ile sindirdi. Adeta bütün Libya’yı köleleştirdi. Bu dönemde İtalyan sömürgeciliğine karşı Ömer Muhtar tarafından başlatılan direniş hareketi ise Ömer Muhtar'ın yakalanarak idam edilmesi sonucunda başarısızlığa uğradı.
BM, Libya’nın bağımsızlığını onaylıyor
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bölge Fransa ve İngiltere'ye bırakıldı. Birleşmiş Milletler 1949'da Libya'nın bağımsız bir ülke olması gerektiği kararını aldı. Görüşmelerde Libya'yı, 1920'lerden beri İtalyanlarla mücadele etmiş olan, sonrasında Mısır'a sürgüne giden Şeyh İdris temsil etti. 1951'de Libya bağımsızlığını kazandı ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla bağımsızlığa kavuşan ilk ülke oldu; İdris ülkenin kralı oldu.
1969'da, ordunun genç subaylarından Muammer Ebu Minyar Al-Kaddafi bir grup subayla birlikte Kral İdris'e karşı bir darbe yaptı. Darbe yapıldığı sırada Kral İdris Türkiye’nin Bursa şehrinde bulunuyordu. Monarşi sona erdirildi ve Libya Arap Cemahiriyesi kuruldu. Kaddafi, o tarihten sonra kendisinin "Üçüncü Evrensel Teori" dediği, Sosyalizm ve İslam karışımı bir politik rejimi izledi. 1990’lı yıllardan itibaren Lockerbee faciasını bahane eden Amerika'nın baskısı ile sağlanan uluslararası ambargo ile 1969'dan ititbaren sürdürdüğü kalkınma hamlesine darbe vuruldu.
Kaddafi, ordusunu Türkiye’nin emrine tahsis etti
Libya'da Türk asıllı milyonlarca insan bulunmaktadır. Ayrıca Libya, Kıbrıs Barış Harekatı sırasında, Türkiye’ye uygulanan ambargoya rağmen Türkiye'ye yardım yapan tek ülkedir. 1974’de Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesi sırasında Libya lideri Kaddafi Türkiye’ye askeri yardım getiren uçaklarla bizzat ilgilenirken, ayrıca yönetim olarak da şu önemli kararları almışlardı:
1. Libya Ordusu, Türk Genel Kurmay’ının emrindedir.
2. Ham petrol, gemilerle Türk tarafının istediği limanlara taşınacaktır.
3. Türkiye hangi silahı almak istiyorsa, bize bildirmesi-fatura etmesi yeterlidir.
Türkiye Libya’nın bu tutumu karşısında 70 Libyalı öğrenciyi Deniz Harp Okulunda eğitti. Jest olarak da dönemin Genel Kurmay Başkanı Genç Subay adaylarıyla yemekte bir araya geldi.
Maalesef Libya, Kıbrıs müdahalesi sırasında yaptıklarına rağmen halen Türkiye'de yanlış tanınmaktadır. Halbuki bu ülkenin doğru tanıtılması iki tarafın da menfaatlerinin gereğidir. Şu anda Libya'da geniş iş ve yatırım imkanları bulunmaktadır. Ancak Türk iş dünyası bu imkanlar ile yeterince ilgilenmemektedir.
Yönetim şekli: Libya'da Muammer el-Kaddafi'nin "Yeşil Kitap" adlı manifestosunda yer alan fikirlerin uygulanmasına çalışılmaktadır. Ancak manifestodaki teorik unsurlarla uygulama arasında ciddi farklılıklar olduğu görülür. Yeşil Kitap halkın yönetime doğrudan katılmasını öngören bir formülden söz eder ve bunun için halk meclisleri oluşturulmasını öngörür. Devletin en üst kademesinde "Devrim Önderi" sıfatı taşıyan başkan bulunmaktadır. İkinci kademedeki yetkili Genel Halk Kongresi Sekreteri’dir. Genel Halk Kongresi'nin 750 üyesi bulunmaktadır ve bu üyeler yukarıda sözü edilen halk meclisleri tarafından belirlenmektedir. Yeşil Kitap, ideolojisini "halk yönetimi", "sosyalizm" ve "üçüncü dünya teorisi" başlıkları altında toplamaktadır. Siyasi partiyi çağdaş diktatörlük olarak nitelemektedir.
Libya yöneticileri birçok konulardaki düşüncelerini sloganlaştırmışlar. Bu sloganlara şehir merkezlerinde, meydanlarda, kongre ve toplantı salonlarında rastlamak mümkün. Sloganlardan bir kaçı şöyle: “Kur’an toplumun yasasıdır”, “Halk kongreleri olmadan demokrasi olmaz”, “Hürriyet ihtiyaçta saklıdır”,” Parlamentolar demokrasinin bir aldatmacasıdır” “Hürriyet ihtiyaçta saklıdır”
Cihad önderi, bilge kişi; Ömer Muhtar
Yürütme- Yasama: Ülkedeki yasama organı Genel Halk Kongresi’dir. Genel Halk Kongresi mahalli komitelerce gönderilen delegelerdenoluşmakta ve mahalli komiteleri de ilgili yöre halkı seçmektedir. Yasama ve yürütme görevini icra eden Genel Halk Kongresi lider tarafından belirlenmektedir. Bakanlar umumiyetle sahasında eğitim görmüş teknokrat kişiler. Libya, BM, İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü), Arap Devletleri Birliği, Afrika Birliği Örgütü, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı), Uluslararası Para Fonu (IMF), İslâm Kalkınma Bankası gibi uluslararası örgütlere üyedir.
Libya anlatılırken, ülkenin manevi lideri ve bağımsızlık hareketinin önderi Ömer Muhtar’ı da hatırlamamak olmaz. Ömer Muhtar, en güvenilir tesbite göre 1862 yılında Defne'de dünyaya gelmiştir. Cağbub'daki medreselerde ve İslâmi İlimler Enstitüsü'nde tahsil gördü. İlk cihadını Fransız emperyalizmine karşı verdi. 29 Eylül 1911'de, İtalyan işgaline karşı mücadele eden Seyyid Ahmed Şerif'in komutasında yürütülen cihada katıldı. Başarılı eylemleriyle cihadda ön saflara geçti ve 1922'de mücahid kuvvetlerinin başkumandanlığına getirildi. 1922'de İtalya'da faşist Mussolini'nin iktidarı ele alması üzerine Libya'nın tamamının kontrol altına alınabilmesi için takviye askeri birlikler gönderildi. Ömer Muhtar da buna karşı kendi birliklerini yeniden organize etti. Ancak her türlü modern imkâna sahip İtalyan güçleri karşısında zor durumdaydı. Buna rağmen cihadı 1931'e kadar kararlılıkla sürdürdü.1931'de İtalyan kuvvetleri Ömer Muhtar'ı esir ettiler ve sıkıyönetim mahkemesinde yargıladıktan sonra 15 Eylül 1931'de idam ettiler.
Kaddafi, 1969 yılında yeşil devrimini gerçekleştirdikten sonra iki önemli filmi dünya sinemasına kazandırmıştı. Bu filmlerden birincisi “İslam’a çağrı” ikincisi ise “Ömer muhtar” filmi idi. İslam’ı Çağrı filminde Hz. Muhammed(as) hayatı, mücadelesi ve asrı saadet dönemi bugünün insanına anlatılırken, Ömer Muhtar filmiyle de Libya’nın bağımsızlık mücadelesi ve bu mücadelede Şeyh Ömer Muhtar’ın yeri ve önemi anlatılmaktadır. Kaddafi bu iki film ile İslam’ın tebliğine önemli katkıda bulunmuştur.
Trablus, Osmanlı kokuyor
Trablus şehrinde gezerken Osmanlı izlerine oldukça sık rastlıyorsunuz. Trablus’un çarşı ve meydanlarında Osmanlı’yı yaşamamak mümkün değil. Libyalılar sizin Türkiye’den geldiğinizi öğrendikleri zaman, dedelerinin ve babalarının Osmanlı sevgisini anlatırlarken, kendilerinin de aynı duyguları yaşadıklarını gizleyemiyorlar.
Tacura sahillerinden Libya’ya giriş yapan Murat Ağa, vefatından sonra da bu şehirde ebedi istirahatgahına tevdi edilir. Biz de Trablus’a gidince akşam namazını Seyyid Abdullah Şaab Mescidi’nde kılmak, hem de avlusunda bulunan Murat Ağa’nın türbesini ziyaret etmek üzere Tacura’ya gidiyoruz. Yolumuzun üzerinde Mehtike askeri havaalanı bulunuyor. Geçmiş yıllarda Libya’yı ziyaretimiz sırasında bu havaalanında gerçekleştirilen törenler münasebetiyle havaalanını görmüş ve Havaalanına ismi verilen Mehtike’nin de mezarını ziyaret etmiştik.
Afrikalıları İslâm’a ısındıran mücahid; Ukbe b. Nafi
Niçin Mehtike diyebilirsiniz. Hikayesi oldukça ilginç. Mehtike Üssü’nün eski ismi Gheellus Field iken Mehtike ismine dönüşüyor. Amerikalıların en önemli üslerinden birisi imiş. 1970 yılında Amerikan üsleri millileştirilince Amerikalıların bu üssü de “UKBE B.NAFİ” ismini alıyor.
Ukbe b.Nafi, Afrika’ya İslam’ın yayılmasına öncülük eden ve bu uğurda cihad eden bir Afrikalı Müslüman önder. Afrika’nın İslamlaşmasında büyük gayretleri olan bu zatın rahmetle anılmasına vesile olması için o zaman millileştirilen Amerikan üssüne de bu zatın ismi verilmiş.
Daha sonra, yani 1981 yılında yapılan üslerin millileştirilmesi törenlerinde Libya Lideri Kaddafi yaptığı konuşmada, “Ukbe b. Nafi Üssü’nün isminin bundan sonra Mehtike üssü” olarak değiştirildiğini açıklarken, Libya’da bulunan ve 11 Haziran 1970 yılında millileştirilen ve o günden itibaren “11 Haziran Üssü” olarak anılan üssün adını da “Ukbe b. Afi” olarak değiştirildiğini açıklıyor.
Niçin Mehtike? Üsse niçin bir çocuğun ismi verilmiş?..
Mehtike, sadece belli bir ülkede yaşayan bir kız çocuğu değildir. Geri bırakılmış ve gelişmekte olan ülkelerin çocuklarını da temsil etmektedir Mehtike. Bir arap kızı olmasına rağmen bir başka kimliği ile de uzak doğuludur. Başka ülkelerin yaşadıkları gerçek olayların kahramanlarından birisidir. Mehtike bu yönü ile evrensel bir kimliğe sahiptir.
ABD, bugün Irak’ta yaptığını dün Libya’da yapmıştı...
Libyalılar Mehtike ismini,”Megtiga” şeklinde telaffuz etmekteler. Mehtike 1949 yılında Misurata ile Trablus arasında 160 kilometre mesafede bulunan Zileytan kasabasında dünyaya gelmiş. Asıl adı Megtiga Muhammed Ahmed el- Zileytani. Vefat tarihi ise 1958… 9 yaşında söz konusu olan üssün çevresinde sürülerini otlatırken, ABD üssünden kalkan bir askeri helikopterden açılan ateş sonucu hayatını kaybeder. Şu anda Cumapazarı isimli köyde iki muhterem zatla birlikte Şevarif Mezarlığı’nda medfun. Küçük Mehtike’nin kabri her yıl yüzlerce Afrikalı tarafından ziyaret edilmektedir. Küçük Mehtike Afrika’daki bağımsızlık hareketlerinin sembolü haline gelmiş. Mehtike’nin hayat hikayesi mezarının başındaki levhaya yazılmış. Mezarı ise gayet sade olarak tanzim edilmiş, bizim köylerdeki mezarlar gibi. Onu ziyaret edilmeye değer kılan ve mezarını bile ömürlü kılan, saygı ile anılır yapan taşıdığı anlamdır.
Libya ambargo nedeniyle yaklaşık 20 yıldır dışlanmıştı. 1980 başlarında ABD-Libya ilişkileri gerginleşti. 1986’da ABD uçakları bugün Irak’ta yaptığı gibi Trablus ve Bingazi’yi bombaladı. Bu bombardımanda Kaddafi’nin küçük kızı(evladlığı) öldü, bir hastane ve bir çok mesken yıkıldı.
Ardından BM, İskoçya’nın Lockerbie kenti üzerinde düşen Panama uçağına bomba yerleştirmekle suçlanan iki Libyalıyı İskoçya ya da ABD’ye vermeyen Libya’ya 1992’de ambargo koydu. Libya’nın farklı biçimlerde anlaşması üzerine ambargo 2003 yılında tamamen kaldırıldı. Libya’nın ABD ve Avrupa ülkeleri ile arasının tamamen düzelmesinden sonra İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ve İngiltere Başbakanı Tony Blair’in ardından Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac da Libya’yı ziyaret etti. ABD’de vatandaşlarına “Libya’ya gidin” çağrısı yaptı.
Trablus, geçmişi yaşatıyor
UNESCO tarafından 2007 yılı Kültür Başkent’i ilan edilen Trablus’ta nisan ayında uluslararası katılımlarla “Kültür Başkenti Trablus” törenleri yapılacak. Bu amaçla Libya dışından da önemli davetli katılımı bekleniyor Trablus’a. Osmanlı imparatorluğu döneminde Libya’nın önemi büyüktü. Özellikle Trablus Osmanlılar için Akdeniz’deki önemli deniz üslerinden birisiydi. Bu bakımdan Trablus şehrinde gezerken Osmanlı izlerine oldukça sık rastlıyorsunuz. Trablus’un çarşı ve meydanlarında Osmanlı’yı yaşamamak mümkün değil. Libyalılar sizin Türkiye’den geldiğinizi öğrendikleri zaman, dedelerinin ve babalarının Osmanlı Sevgisini anlatırlarken, kendilerinin de aynı duyguları yaşadıklarını gizleyemiyorlar. Libya, ambargo sonrasında tarihi eserlerin restorasyonuna oldukça önem vermiş. Trablus kenti bir anlamda yeniden restore edilerek, geçmişteki tarihi kisvesine büründürülmüş. Restorasyon çalışmalarında da Osmanlı’nın torunları çalışmış. Turgut Reis Camii de yeniden restore edilerek, geçmişteki tarihi kimliğine büründürülmüş. Ancak üzüntü verici durum, Turgut Reis Türbesi’nin bakımsızlığı. Ziyaretimiz sırasında türbedar, bize ısrarla diyordu ki; “Burada sizin atanız yatıyor, buranın restorasyonu Türk büyükelçiliğine ait. Ne olur, Büyükelçinize söyleyin de biran evvel daha fazla tahribat görmeden türbe eski güzelliğine kavuşturulsun.”
Türk denizcilik tarihinin büyük kahramanı Kuzey Afrika efsanesi Turgut Reis 1565 Malta kuşatmasında şehit düştükten bir müddet sonra Trablus’a getirilerek bugün ki türbesine defnedilmiş. Turgut Reis Akdeniz’i Türk gölü haline getiren Kaptan-ı Deryalardan…
Meydan-ı Şüheda ya da Meydan-ı Ahtar
Bu meydan bugünkü maruf adıyla “Yeşil Meydan”dır. Trablus’un merkezi konumundadır. Trablus’ta bütün yollar ve caddeler (Ömer muhtar ve Raşi Caddeleri gibi) Yeşil Meydan’a çıkar.
Meydan-ı Şüheda denmesinin nedeni, İtalyanlar sömürgelerini sürdürdükleri dönemde Libyalılara karşı giriştikleri soykırımında bütün Libyalıları kadın, erkek, çocuk, ihtiyar demeden hepsini bu meydanda katletmişler. Onun için o zaman şehitlerin kanlarıyla boyanan bu meydana “Meydan-ı Şüheda” adı verilmiş. Bilahare 1 Eylül devriminden sonra da bu meydanın adı “ Meydan-ı Ahtar”,”Yeşil Meydan” olmuş. Meydana Yeşil ismini Kaddafi vermiş. Her yıl devrim kutlamaları bu meydan da yapılıyor. Her ne kadar ismi “Meydan-ı Ahtar”a dönüşse de meydanın levhalarında halen “Meydan-ı Şüheda” yazmaktadır.
Libya’nın en büyük kenti olan Trablus, Fenikelilerce İ.Ö 500’lü yıllarda kurulmuş. Trablus’ta öncelikle Akdeniz, ardından biraz Arap-Müslüman, epeyce Osmanlı ve İtalyan mimarisi hakim. Cezayir meydanındaki İtalyan kilisesi camiye dönüştürülerek “Fatih Camii” ismiyle ibadete açılmış. Çevresindeki Kur’an Kursu ve diğer eğitim kurumlarıyla önemli bir yapı. Medresül Funun vel Sanayi İslam da önemli eğitim kurumlarından. Trablus Valisi Namık Bek tarafından hizmete açılmış. O günden beri eğitime devam eden önemli bir Osmanlı eseri. Kentin en etkileyici yeri “Yeşil Meydan” ya da “Meydan-ı Şüheda” çevresi. Bu çevrede kale, bu kalenin içerisinde Cemahiriye Müzesi, kale ardında Eski Kent var. Meydanın diğer tarafında İtalyan mimarisine sahip hoş yapılar yer alıyor. Müze Libya gezisinin “ olmazsa olmaz”larından. Neolitik Çağdan günümüze kronolojik 47 galerinin bir kısmında olağanüstü parçalar sergileniyor.
Eski Kent ya da Medine çok ilginç, görülmeye değer. Burada 3-4 saatlik çok hoş bir gezinti yapılabilir. Çarşılar, örneğin Suk el-Müşir, Suk el-Turki, yukarıdan kemerli daracık sokaklar, beyaz badanalı evler, Karamanlı Ahmet Paşa Camii, 1200 yıllık olduğu söylenen En-Naka Camii, Osmanlı döneminin Gurci, Osman Paşa, Turgut Reis Camii ve Türbesi, Ali Rıza Paşa tarafından yaptırılan Saat kulesi, değişik medreseler, hanlar, eski Fransız, İngiliz elçilikleri, kiliseler, surlar, kapılar, Marcus Aurelius kemeri…
Leptis Manga, UNESCO’nun listesinde
Trablusgarp’ın batısı ve doğusu tarihte Tripolitanie olarak biliniyor. Eski Trablus Garp yerleşimi, yani Oca, batıda Sabratha, doğuda Leptis Manga. Birkaç kez depremle yıkılan Sabratha’nın restore edilmiş bugünkü görüntüsü Roma döneminden. Yumuşak kumtaşından yapılar yıllarca denizin dalgalarıyla epeyce aşındırılmış olsa da, eski günlerin görkemini gözler önüne seriyor.
Ama Libya’nın en parlak antik ören yeri Leptis Manga. İstanbul’u yakıp yıkan, cezalandıran, sonra da yeniden inşa eden Roma imparatoru Septimus Severus’un doğum yeri olan Leptis Manga, bir zamanlar Afrika’nın en büyük kentiydi. Kalıntılar oldukça iyi korunmuş, restorasyonu henüz tamamlanmış.
Öyle görülüyor ki, önümüzdeki birkaç yıl Libya turizmi için patlama getirecek. Dünyanın önemli turizm şirketleri, Libya’nın Akdeniz kıyılarındaki antik ören yerlerini şimdiden programlarına almışlar.
Önde gelen Fransız, Alman, İtalyan ve ABD’li kültür gezisi acenteleri de şimdiden az sayıdaki otelleri kapatmış durumdalar.
Libya dünya turizm sektörünün henüz keşfetmeye başladığı yeni bir bölge. Türkiye’nin 2 katından fazla yüzölçümüne sahip, 6 milyon nüfusu var. Bir o kadar da yabancılar yaşıyor ülkede.
Dünyanın en güzel çölü: Fizan
Osmanlı’da sürgün yeri, Fizan ya da Fizan Çölü. Giden gelmiyor, Yemen gibi... Acılar, üzüntüler… Ama günümüzde turizm endüstrisinin önümüzdeki 8-10 yılına damgasını vuracak bakir bir diyar.
Libya’nın güneyinde yer alan ve ülkeyi meydana getiren üç bölgeden (diğer ikisi Trablus, Berka) biri olan Fizan rivayete göre adını Fezan b. Ham b. Nuh’tan alır. 1969’a kadar Fizan vilayeti, bu tarihten sonra itibaren el- Muhafazatü’l-Cenubiye olarak adlandırılmış. Bölge, deniz seviyesinden 200-500 metre yükseklikte ve yaklaşık 570.000 km2 genişliğinde olup, yüzde 95’i çöllerle kaplı. Bölgenin merkezi Sebha, diğer şehirleri Merzuk ve Katrin.
Vahalarda yaşayan Fizan halkının büyük kısmı göçebedir ve hayvancılıkla uğraşır. Yerleşik olanların bir kısmı tarım, bir kısmı da ticaretle meşguldür. Sudan’dan Akdeniz’e ulaşan en kısa ticaret yolu üzerinde bulunması dolayısıyla Fizan, tarih boyunca önemli bir ticari bölge olmuş. En önemli ticaret merkezleri Zevile, Tragen ve Merzuk. Bu yoldan başta köle olmak üzere fildişi, bakır, deve kuşu tüyü ve kürk gibi mallar Akdeniz limanına taşınıyordu. Fizan ise sadece hurma ve karbonat ihraç ediyordu. Avrupa’nın cam, tekstil ve metal ürünleriyle ilaç ve baharat gibi malları yine aynı yolla Afrika’ya gönderiyordu. 1959’dan sonra Fizan’da da petrolün bulunmasıyla bölge gelişmeye başlamıştır.
Fizan’ın tarihi çok eskilere dayanır. Arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan Yontma Taş ve Yeni Taş devirlerine ait eserlerden Fizan’ın önemli bir yerleşim merkezi olduğu anlaşılmakla birlikte, burada yaşayan topluluklar hakkında fazla bilgi yoktur. Fizan’ın İslam ile tanışması Emeviler döneminde Kuzey Afrika’nın Ukbe bin Nafi tarafından fethedilmesiyle Fizan halkı Araplarla tanışmıştır.
Jön Türklerin sürgün yeri
16. yüzyıl başlarından itibaren Kuzey Afrika’yı fethetmeye başlayan Osmanlılar 1551’de Trablusgarp’ı ele geçirerek eyalet haline getirdiler ve Fizan’da bu eyalete bağlı bir sancak olarak teşkilatlandırıldı. Fizan’daki Osmanlı hakimiyeti 1911’de vuku bulan İtalyan saldırısına kadar ciddi bir güçlükle karşılaşmadan devam etmiştir. II. Abdülhamid döneminin son yıllarında Fizan, Jön Türkler’in sürgün yeri olarak kullanıldı. Zamanla bunlara memuriyet kisvesi altında sürgüne gönderilen bazı görevli ve subaylar da eklenince Fizan ve onun bağlı bulunduğu Traslusgarp vilayetinde modern okullarda yetişmiş, yeni fikirlere ve milliyetçiliğe eğilimi bulunan etkili bir Türk grubu oluştu. Trablusgarp’ın İtalyanlar’ın saldırısına uğramasından (5 Ekim 1911) sonra Osmanlı Devleti ile İtalya arasında imzalanan Uşi Antlaşması ile (19 Ekim 1912) bölgedeki Osmanlı hakimiyeti sona erdi.
İtalyanlar Trablusgarp’ı ele geçirmekle beraber Fizan’a ancak Ağustos 1914’te girebildiler. Fakat Senusi direnişi ve I. Dünya Savaşı yüzünden geri çekilmek zorunda kaldılar. 1930 yılında yeniden bölgeye gelen İtalyanlar Fizan’ı yeniden işgal ettiler. 1942 yılına kadar İtalyan idaresinde kalan Fizan, bu defada güneyden gelen Fransızlar’ın işgaline uğradı. Fransızlar 7 Ocak 1943’te Merzuk’u, daha sonra Sebha’yı ele geçirerek Tunus’ta İngiliz ordusuyla birleştiler. Ocak 1943’te imzalanan İngiliz-Fransız anlaşmasıyla Fizan, Fransız idaresi altına girdi. 24 Aralık 1951’de Muhammet İdris es-Sunisi liderliğinde kurulan Libya Birleşik Krallığı’nda Fizan üç otonom bölgeden biri oldu. Libya ve Fransa arasında Ağustos 1955’te yapılan antlaşma gereğince Fransızlar Gat ve Gadames’ten sonra Fizan’ı da terk ettiler. Eylül 1969’da işbaşına gelen Devrim hükümeti Trablus’un adını El- Muhafazatü’ş-Garbiyye, Berka’nın adını da El-Muhafazatü’l-Cenübiyye olarak değiştirdi. Fizan Çölü, Osmanlılarda bir sürgün yeri. Tarihte Garamantlar'ın ülkesi. Bugün ise Tuaregler’in diyarı. Fizan her ne kadar tarihte acılar diyarı olarak anılsa da günümüzde petrolü ve suyu ile yüzleri güldüren, acılara son veren bir diyar olarak anılacak gibi. Fizan çölün tam ortasında bereketli topraklar üzerine kurulmuş. Çölün ortasında bulunan tatlı suyun kapasitesinin çok yüksek oluşu da Fizan’a ayrı bir önem kazandırmış durumda. 1984 yılında “Yapay Nehir” projesi olarak adlandırılan projenin temel atma töreninde bulunmuştuk. Libya’nın bugünkü Ankara Büyükelçisi Muhammed Menguş Bey ile o zaman tanışmıştık. Zamanın Bayındırlık Bakanı olarak projeyi yönetiyordu, bizlere proje hakkında bir de brifing vermiş idi. Proje tamamlandığında çölün altındaki tatlı su denizinden çıkartılan su, bütün Libya’yı yeşile kavuşturacak. Çorak topraklar bereketli topraklara dönüşecek. Daha şimdiden bunun sonuçları alınmaya başladı. Uçaktan Trablus’a ve Fizan’ın başkenti Sebha’ya inerken suyun ülkede meydana getirdiği değişikliği gözlemleyebiliyorsunuz. Çölde oluşan vahaların çevresinde oluşan yeşil bahçeler ayrı bir güzellik oluşturuyor.