Ne yazacağımı bilemeyerek başlıyorum yarım kalacak söze... kilit altında tuta tuta, artık çirkinleşmiş, yara bere içinde kalmış bir ruhla sesleniyorum sana hiç olmadığın yerden ... yalnızlık kemiğime dayanıyor, canımı acıtıyor...
Gözlerimi kapatıyorum... Ama görebildiğim sadece bir düş bahçesinin rengi kırmızıya çalan yemişleri... Olgun, dişlenmeye hazır ama kimsesizlikten çıldırmaya yüz tutmuş... Öylesine dolgunlar ki ve öylesine ağırlaşmış... Nefesimi tutmuş onları izliyorum. Çünkü nefes bile alsam düşecekler dallarından.. ve asla geriye dönülmeyecek bir yolculuk başlayacak içimde... Kaybettiklerimi, kaybedeceklerimin bir işareti olarak görmekten vazgeçip saldıracağım dünyaya... Öylesine hızlı hareket edeceğim ki tüm geçmiş akıp gidecek parmak uçlarımdan. Bilinen tüm fizik kurallarına karşı duruş geliştirecek devrimim... Umursamadan, umursanmadan
Uzakta; çok uzakta bir düşler ülkesinde yaşarmışsın. Sözcüklerle rengarenk ülkeler yaratırmışsın. Kimse göremezmiş seni. Sadece o duru sesini dinlerlermiş uzaktan. Kimseyi yanına yaklaştırmazmışsın. Ama hep anlatırmışsın. Kendi umutlarını düşsel tarlalarda çoğaltıp dağıtırmışsın umudu olmayanlara. Herkes severmiş seni ve minnet duyarmış. Sesini yastık altlarında saklayarak uykuya dalabilirlermiş ancak. Oysa uzakmışsın, hep daha uzak.. kendi iklimlerini sağaltamayacak kadar uzak... ve kimsesizliğin koynunda sessizlik biriktirirmişsin. Yanına yaklaşamazmış kimse... kimse... hiç kimse... ‘
Uzun bir masal bu... Anlatırsam sayfalara sığmaz, saatlere, günlere, düşlere... kim nasıl tamamlamak isterse artık... Hangi mutluluk yakışır sonuna ya da hangi kalp kırıklığı? Henüz karar verebilmiş değilim... Henüz masalın sonunu dinlemiş değilim.
Sana karıştığım zaman dinleyemezmişim masalın sonunu. Öyle dedi gece çiçekleri. Çünkü o zaman duyamazmışım onları. Kendimi bırakırsam göremezmiş onlar ışığımı. Gecede bulamazlarmış beni.. Çıldırmadan, sabretmesini bilerek sevmeliymişim seni. Yoksa ilk önce sen terk edermişsin beni. Ardından suskunlaşırmış gece çiçekleri...
Gözlerimi kapatıyorum... Ama görebildiğim sadece bir düş bahçesinin rengi kırmızıya çalan yemişleri... Olgun, dişlenmeye hazır ama kimsesizlikten çıldırmaya yüz tutmuş... Öylesine dolgunlar ki ve öylesine ağırlaşmış... Nefesimi tutmuş onları izliyorum. Çünkü nefes bile alsam düşecekler dallarından.. ve asla geriye dönülmeyecek bir yolculuk başlayacak içimde... Kaybettiklerimi, kaybedeceklerimin bir işareti olarak görmekten vazgeçip saldıracağım dünyaya... Öylesine hızlı hareket edeceğim ki tüm geçmiş akıp gidecek parmak uçlarımdan. Bilinen tüm fizik kurallarına karşı duruş geliştirecek devrimim... Umursamadan, umursanmadan
Uzakta; çok uzakta bir düşler ülkesinde yaşarmışsın. Sözcüklerle rengarenk ülkeler yaratırmışsın. Kimse göremezmiş seni. Sadece o duru sesini dinlerlermiş uzaktan. Kimseyi yanına yaklaştırmazmışsın. Ama hep anlatırmışsın. Kendi umutlarını düşsel tarlalarda çoğaltıp dağıtırmışsın umudu olmayanlara. Herkes severmiş seni ve minnet duyarmış. Sesini yastık altlarında saklayarak uykuya dalabilirlermiş ancak. Oysa uzakmışsın, hep daha uzak.. kendi iklimlerini sağaltamayacak kadar uzak... ve kimsesizliğin koynunda sessizlik biriktirirmişsin. Yanına yaklaşamazmış kimse... kimse... hiç kimse... ‘
Uzun bir masal bu... Anlatırsam sayfalara sığmaz, saatlere, günlere, düşlere... kim nasıl tamamlamak isterse artık... Hangi mutluluk yakışır sonuna ya da hangi kalp kırıklığı? Henüz karar verebilmiş değilim... Henüz masalın sonunu dinlemiş değilim.
Sana karıştığım zaman dinleyemezmişim masalın sonunu. Öyle dedi gece çiçekleri. Çünkü o zaman duyamazmışım onları. Kendimi bırakırsam göremezmiş onlar ışığımı. Gecede bulamazlarmış beni.. Çıldırmadan, sabretmesini bilerek sevmeliymişim seni. Yoksa ilk önce sen terk edermişsin beni. Ardından suskunlaşırmış gece çiçekleri...