Daha çok küçüktüm avuçlarına düştüğümde. Hatırlıyor musun? Polyanna’dan daha umutluydum. Bir küstüm çiçeği gibi esen yelden boyun bükerdim. Bir anda sislenir, bir küçük söz ile gözyaşı dökerdim.
Ve sen geldin. Yeri hiç dolmayacakların yerini kaplayıverdin. Hatırlıyor musun Sultantepe’yi? Koşar adım merdivenlerden sana koştuğum o günleri hatırlıyor musun? Ya mutfak penceresinden perdeyi aralayıp sokağın köşesinde seni görünce nasıl da ağlamıştım hatırlıyor musun?
Neydi seni bana beni sana yar eden? Şefkate susamış dudaklarımızı ilk defa birbirimizde ıslattığımız o günü hatırlıyorum da, hayatımda hiç tatmadığım bir toz pembe hayali dudaklarıma iliştirirken sen utana sıkıla kaçmıştım senden.
Hatırlıyor musun? Seni beklerdim her sabah iş yerinin kapısında. Geldiğinde usulca saklardım seni üst kata. Yanına gelemesem de orda olduğunu bilmek bana huzur verirdi.
Askerdeyken sen, ne zaman çağlasa gözyaşlarım telefon çalardı. O arıyor derdim ve koşup açtığımda sen olurdun karşımda. Sesinle hayata tutunur, bir iki güzel sözle seni de hayata bağlardım.
Sevgilim, aşkım, hayat arkadaşım. O gün vardı ya hani o deftere imza attığımız o gün… Seni kapının önünde telaşla ve korkuyla beklerken bulduğum o gün… Hani geç kalmıştık nikah saatine. Hani sen de korkmuştun vazgeçtim diye… İşte o gün imzaladım ben gönül defterimi ve avucuna bıraktım yüreğimi.
Çok sıkıntı çektik biz biliyorsun. Aşk diye kendimizi attığımız nehrin aşk olmadığını öğrendiğimizde çok geçti artık. Ama bunca yıl bizi bize bağlayan safi bir şefkatti. Kim demiş aşkın yerini tutmaz diye? O şefkate sığınıp da yüzüklerimizi bozdurduğumuz günü hatırladın mı? Hani yiyecek ekmeğimiz bile kalmadığı o günleri… Daha da sıkı sarılmıştık birbirimize. Nasıl da kenetlenmiştik ve gözbebeklerimizdeki mahcubiyete karışmıştı sevgimiz.
Aşkım, canım. Bil ki ben bir sevda militanıyım. Sen ise bu eşkıya kalbimi saklayan bir sığınak… Sakla yine beni. Hapset gönlümü o kimsenin bilmediği hatta benim bile görmediğim şefkat denizine…
Ve sen geldin. Yeri hiç dolmayacakların yerini kaplayıverdin. Hatırlıyor musun Sultantepe’yi? Koşar adım merdivenlerden sana koştuğum o günleri hatırlıyor musun? Ya mutfak penceresinden perdeyi aralayıp sokağın köşesinde seni görünce nasıl da ağlamıştım hatırlıyor musun?
Neydi seni bana beni sana yar eden? Şefkate susamış dudaklarımızı ilk defa birbirimizde ıslattığımız o günü hatırlıyorum da, hayatımda hiç tatmadığım bir toz pembe hayali dudaklarıma iliştirirken sen utana sıkıla kaçmıştım senden.
Hatırlıyor musun? Seni beklerdim her sabah iş yerinin kapısında. Geldiğinde usulca saklardım seni üst kata. Yanına gelemesem de orda olduğunu bilmek bana huzur verirdi.
Askerdeyken sen, ne zaman çağlasa gözyaşlarım telefon çalardı. O arıyor derdim ve koşup açtığımda sen olurdun karşımda. Sesinle hayata tutunur, bir iki güzel sözle seni de hayata bağlardım.
Sevgilim, aşkım, hayat arkadaşım. O gün vardı ya hani o deftere imza attığımız o gün… Seni kapının önünde telaşla ve korkuyla beklerken bulduğum o gün… Hani geç kalmıştık nikah saatine. Hani sen de korkmuştun vazgeçtim diye… İşte o gün imzaladım ben gönül defterimi ve avucuna bıraktım yüreğimi.
Çok sıkıntı çektik biz biliyorsun. Aşk diye kendimizi attığımız nehrin aşk olmadığını öğrendiğimizde çok geçti artık. Ama bunca yıl bizi bize bağlayan safi bir şefkatti. Kim demiş aşkın yerini tutmaz diye? O şefkate sığınıp da yüzüklerimizi bozdurduğumuz günü hatırladın mı? Hani yiyecek ekmeğimiz bile kalmadığı o günleri… Daha da sıkı sarılmıştık birbirimize. Nasıl da kenetlenmiştik ve gözbebeklerimizdeki mahcubiyete karışmıştı sevgimiz.
Aşkım, canım. Bil ki ben bir sevda militanıyım. Sen ise bu eşkıya kalbimi saklayan bir sığınak… Sakla yine beni. Hapset gönlümü o kimsenin bilmediği hatta benim bile görmediğim şefkat denizine…