Gökyüzündeki bütün yıldızları saymaya çalışıp, bir müddet sonra karıştırdın mı hiç? İnsan neden yıldız sayar biliyor musun? Yalnızlıktan! Ama sen bunu anlayamazsın!
Geceler neden daha uzundur gündüzlerden? Aslında değildir ama öyle gelir bekleyene, saat bir türlü geçmek bilmez, yelkovanla akrebe dalar gözün, durduğunu sanırsın zamanın, kafanı camdan uzatsan, herkes olduğu yerde donup kalmış da, bir sen hareket ediyorsun zannedersin. Sokaktan geçen arabaları dinlemeye başlarsın. Birisi durunca, dikkat kesilirsin, kapının kapanma seslerini sayarsın. Tek kapı kapanırsa, cama koşarsın beklediğin gelmiştir belki diye. İki tane duyarsan, yerinden bile kalkmazsın, daha önce yüreğin ağzında pencereye gittiğin heyecanlardan kim bilir kaçıncısıdır bu? Beklemek var ya beklemek, ömrünü törpüler insanın, taş olsa çatlar sabrına rağmen, dağ olsa yıkılır. Ama sen bunu anlayamazsın!
Senin daha önce geçtiğin hayat yollarından giden insanların, aynı çukurlara düştüğünü görünce, tutup kolundan çıkarmak istersin. Başkalarının da yürekleri kavrulmasın, canı acımasın istersin. Nasihat edersin biraz, bilirsin ki dinlemeyeceklerdir ama yine de anlatırsın. Hüzünlü bir bakış yerleşir gözbebeklerine, pişman olacaklarını bilirsin. Kendi pişmanlıklarına uğrar aklın, kalbinde ince bir sızı hissedersin. Pişmanlık, değiştirilemeyecek sonuçların, geçmiş kayıpların kısa adıdır aslında ama sen bunu anlayamazsın!
İhanet dediğin hançer, öyle saplanır ki tam kalbinin üstüne, dayanamayacağını düşünürsün. Akan kanın rengi bile siyaha çalar o anda, hırs ne demek, kalleşlik nedir, nasıl ruhu kaybolur insanın, dünya yarılıp da içine düşmek ne demek insan o zaman anlar. Aldatılmaktan daha fazla koyar adama, sevdiğinin kendini öyle kirletmesine katlanmak. Elbette sen bunu anlayamazsın!
Burnunun direği sızladı mı hiç senin? Hasretin koyuluğu vurur gönlün kıyısına, kokusunu duyarsın teninin, bir de gülüşünü kulaklarında. Evrende her şey birlik etmiş gibi, hep sevdiğinle ilgili olaylar çıkar karşına. Bir pastane tabelasında yazıyordur ismi veya kendini oyalamak için gittiğin filmde, sadece ikinizin anlayacağı bir espri olur. Yetmezmiş gibi yolda rastladığın bir arkadaşın sorar nasıl olduğunu, özleminin büyüklüğünü geçer utancın, adını bile tekrarlamadan iyi olduğunu söyler, geçiştirirsin. Evin sokağına girdiğinde kendi daireni karıştırabilirsin aklın gelmesini istiyorsa, salonda ışık yanıyor zannedip koşmaya başlarsın. Birkaç adım sonra anlarsın ki, yine boş ve karanlık bir salonun kapısını açacak elinde tuttuğun anahtar. Gece yarısı sessiz bir telefon gelir, o sanırsın, sadece yanlış numaradır. Hasret içini kemirir durur, yastıkla kavga ettiğin soğuk yatağında. Ama sen bunu anlayamazsın!
Aşkın aklı, doğrusu, düzü olmuyor. Kalp bir kere sevmeye görsün, vücuduna sızıp sinsice her yerine dağılıyor. Bir daha ne yemek öyle lezzetli geliyor yalnızken, ne güneş eskisi gibi parıldıyor. Uyku dediğin zaten paramparça, rüya görecek kadar bile uzun uykulara dalamıyor aklın. Sevda dediğin bir evin kapısından girdi mi, mutlaka bir odasını yakıp kül ediyor. Bunu bilmek için de önce bir kalbin olması gerekiyor. Sevmeyi öğrenmiş, vefa bilen, büyük ve ak bir yüreğe sahip olmak lazım aşkı anlamak için, cefasına katlanmak için, ayrılık acısının gözyaşına bile sadece sevginden sahip çıkabilmek için, önce bir kalbin olması gerekiyor. İşte bu yüzden sen, bunu da anlayamazsın!
Geceler neden daha uzundur gündüzlerden? Aslında değildir ama öyle gelir bekleyene, saat bir türlü geçmek bilmez, yelkovanla akrebe dalar gözün, durduğunu sanırsın zamanın, kafanı camdan uzatsan, herkes olduğu yerde donup kalmış da, bir sen hareket ediyorsun zannedersin. Sokaktan geçen arabaları dinlemeye başlarsın. Birisi durunca, dikkat kesilirsin, kapının kapanma seslerini sayarsın. Tek kapı kapanırsa, cama koşarsın beklediğin gelmiştir belki diye. İki tane duyarsan, yerinden bile kalkmazsın, daha önce yüreğin ağzında pencereye gittiğin heyecanlardan kim bilir kaçıncısıdır bu? Beklemek var ya beklemek, ömrünü törpüler insanın, taş olsa çatlar sabrına rağmen, dağ olsa yıkılır. Ama sen bunu anlayamazsın!
Senin daha önce geçtiğin hayat yollarından giden insanların, aynı çukurlara düştüğünü görünce, tutup kolundan çıkarmak istersin. Başkalarının da yürekleri kavrulmasın, canı acımasın istersin. Nasihat edersin biraz, bilirsin ki dinlemeyeceklerdir ama yine de anlatırsın. Hüzünlü bir bakış yerleşir gözbebeklerine, pişman olacaklarını bilirsin. Kendi pişmanlıklarına uğrar aklın, kalbinde ince bir sızı hissedersin. Pişmanlık, değiştirilemeyecek sonuçların, geçmiş kayıpların kısa adıdır aslında ama sen bunu anlayamazsın!
İhanet dediğin hançer, öyle saplanır ki tam kalbinin üstüne, dayanamayacağını düşünürsün. Akan kanın rengi bile siyaha çalar o anda, hırs ne demek, kalleşlik nedir, nasıl ruhu kaybolur insanın, dünya yarılıp da içine düşmek ne demek insan o zaman anlar. Aldatılmaktan daha fazla koyar adama, sevdiğinin kendini öyle kirletmesine katlanmak. Elbette sen bunu anlayamazsın!
Burnunun direği sızladı mı hiç senin? Hasretin koyuluğu vurur gönlün kıyısına, kokusunu duyarsın teninin, bir de gülüşünü kulaklarında. Evrende her şey birlik etmiş gibi, hep sevdiğinle ilgili olaylar çıkar karşına. Bir pastane tabelasında yazıyordur ismi veya kendini oyalamak için gittiğin filmde, sadece ikinizin anlayacağı bir espri olur. Yetmezmiş gibi yolda rastladığın bir arkadaşın sorar nasıl olduğunu, özleminin büyüklüğünü geçer utancın, adını bile tekrarlamadan iyi olduğunu söyler, geçiştirirsin. Evin sokağına girdiğinde kendi daireni karıştırabilirsin aklın gelmesini istiyorsa, salonda ışık yanıyor zannedip koşmaya başlarsın. Birkaç adım sonra anlarsın ki, yine boş ve karanlık bir salonun kapısını açacak elinde tuttuğun anahtar. Gece yarısı sessiz bir telefon gelir, o sanırsın, sadece yanlış numaradır. Hasret içini kemirir durur, yastıkla kavga ettiğin soğuk yatağında. Ama sen bunu anlayamazsın!
Aşkın aklı, doğrusu, düzü olmuyor. Kalp bir kere sevmeye görsün, vücuduna sızıp sinsice her yerine dağılıyor. Bir daha ne yemek öyle lezzetli geliyor yalnızken, ne güneş eskisi gibi parıldıyor. Uyku dediğin zaten paramparça, rüya görecek kadar bile uzun uykulara dalamıyor aklın. Sevda dediğin bir evin kapısından girdi mi, mutlaka bir odasını yakıp kül ediyor. Bunu bilmek için de önce bir kalbin olması gerekiyor. Sevmeyi öğrenmiş, vefa bilen, büyük ve ak bir yüreğe sahip olmak lazım aşkı anlamak için, cefasına katlanmak için, ayrılık acısının gözyaşına bile sadece sevginden sahip çıkabilmek için, önce bir kalbin olması gerekiyor. İşte bu yüzden sen, bunu da anlayamazsın!