Sana kanattığın yaralarımın düşen kabuklarını gönderiyorum,
bir de neşter,
yeni yaralar açabilesin diye...
Emir kipiyle hazırola geçen cümleler kurmaktı niyetim
sev beni demek mesela
ya da öl beni!
Sözünün dilimin ucuna dikildiği,
bakışının gözüme mıhlandığı,
teninin tenime işlediği bir geceden bahsedeceğim sana...
Hani içimde bitap düşmüş,
ağır yaralı erkekliğinin dolaştığı...
Adama benzer bir adın vardı hani
adım mahiyetinde koşarayak kaçışların
ve nefesinin cinnet ko®kusu...
Sağ yanıma düşmüş esmer telaşın,
sol yanımdan ürken dokunuşların,
adama benzer bir yanın vardı hani
adıma benzer bir dileğin...
Kelimelerin kendi mezarını yazarken cümle içimde
nasıl da çoğalıyor harf harf cesetliğim...
Biteni başlat değil,
gideni getir değil,
öleni dirilt değil dediğim...
Hiçliğin varlığa büründüğü bir günden bahsediyorum sana,
hani tırnaklarımın etinde kanadığı...
Sancılı bir heceyle dokunduğun dudaklarımdan damlayan kanlar
o en temiz,
o en masum,
o en günaha alaycı bir gülümsemeyle başkaldıran avuçlarına dolarken
şaraptan kutsaldı inan.
Gecenin mor rengine dolaşan
dolaştıkça daha mor çürüğü çarşafta pıhtılaşan
ölgün rengin,
biz rengi bir cinayetin sökülmüşlüğüne yama olamayan ay ışığında
saklanan meçhullüğümün
ve mahçubuyetimin sızısını doğururken parmak uçların
ve akarken yaralarıma kanlı cerahetin...
Kanamaya yüz tutmuşken saf dışı bırakılmış sancılarımızla
o utangaç,
o mağrur,
o intihara meyilli yüzlerimize gerilen çarmıhı inşa ediyorduk.
Ellerim kal diyordu,
gözlerin git,
dudakların kal diyordu,
sözlerim git,
içim kal,
dışın git...
Sev ya
da öl!
Yaralarından ayrı düşen kabuklar kadar
yolumuz vardı,
Tanrı katından cehennemin en dibine...
Hepsi hepsi iki ayrı yaraydık,
aynı bandı arayan...
Bulamadık;
kabuk bağladık,
düş'tük!
Altşiir: Yarayı bağlamaktan vazgeçen kabuk
biliyordur;
yarasından ayrı düşen kabuk,
acır!
bir de neşter,
yeni yaralar açabilesin diye...
Emir kipiyle hazırola geçen cümleler kurmaktı niyetim
sev beni demek mesela
ya da öl beni!
Sözünün dilimin ucuna dikildiği,
bakışının gözüme mıhlandığı,
teninin tenime işlediği bir geceden bahsedeceğim sana...
Hani içimde bitap düşmüş,
ağır yaralı erkekliğinin dolaştığı...
Adama benzer bir adın vardı hani
adım mahiyetinde koşarayak kaçışların
ve nefesinin cinnet ko®kusu...
Sağ yanıma düşmüş esmer telaşın,
sol yanımdan ürken dokunuşların,
adama benzer bir yanın vardı hani
adıma benzer bir dileğin...
Kelimelerin kendi mezarını yazarken cümle içimde
nasıl da çoğalıyor harf harf cesetliğim...
Biteni başlat değil,
gideni getir değil,
öleni dirilt değil dediğim...
Hiçliğin varlığa büründüğü bir günden bahsediyorum sana,
hani tırnaklarımın etinde kanadığı...
Sancılı bir heceyle dokunduğun dudaklarımdan damlayan kanlar
o en temiz,
o en masum,
o en günaha alaycı bir gülümsemeyle başkaldıran avuçlarına dolarken
şaraptan kutsaldı inan.
Gecenin mor rengine dolaşan
dolaştıkça daha mor çürüğü çarşafta pıhtılaşan
ölgün rengin,
biz rengi bir cinayetin sökülmüşlüğüne yama olamayan ay ışığında
saklanan meçhullüğümün
ve mahçubuyetimin sızısını doğururken parmak uçların
ve akarken yaralarıma kanlı cerahetin...
Kanamaya yüz tutmuşken saf dışı bırakılmış sancılarımızla
o utangaç,
o mağrur,
o intihara meyilli yüzlerimize gerilen çarmıhı inşa ediyorduk.
Ellerim kal diyordu,
gözlerin git,
dudakların kal diyordu,
sözlerim git,
içim kal,
dışın git...
Sev ya
da öl!
Yaralarından ayrı düşen kabuklar kadar
yolumuz vardı,
Tanrı katından cehennemin en dibine...
Hepsi hepsi iki ayrı yaraydık,
aynı bandı arayan...
Bulamadık;
kabuk bağladık,
düş'tük!
Altşiir: Yarayı bağlamaktan vazgeçen kabuk
biliyordur;
yarasından ayrı düşen kabuk,
acır!
"Ben senin devamın olmak istiyorum"...