Yüzünün eşiğindeyim,
sana bakıyorum, içine, barikatsız beni bekleyen güzelliğine.
Bir şeyler katmalıydı insana düşünmek... Yaşam korkusu boşuna çekilmemeliydi. Boşluğu dolduranlar olmalıydı ve boşlukta sallananlar bir de. Dönenler dönmeyenlerden sormalıydı hayatı, bilemeyecekleri sorulara cevaplar vermeliydi yaşam usulca...
dedikten sonra yeniden başlamalıydı yaşam...
Başladı.
Karda iz bıraktığı sürece donmuyor insan, nafile, kader alnının tam ortasında yazanı silmiyor...
Dedim...
Ne gariptir, ilk defa müsveddesiz seçmekteyim kendimi. Gecenin bu ben vakti, sokulduğum bir nefese daha da sokulmak niyetindeyim ya; biten sigara izmaritlerini sayıklamaktayım düşlerde. Düşerek, adım attıkça göğsündeki hazneye gülümseyişimi daha da yerleştirerek... Ayaklarım falakadan kanasa da, önemi yok artık, yağmurlar silecek izlerimi, her damlasına vefalı bir harf sığacak sonra...
Okudum...
Şifrem çoktan çözülmüş...
Bana alış hadi, öğret nasıl alttan alınır üstüne gelenler, neden beni hayatta tutan ellerin bu denli güçlü, neden nedensizdir aşk... Özlet kendini, baktığımda can çekişsin dilim, fırtına ol, geceyi bekle hatta, yaklaş...
Bahçeye bıraktığım her kelime seninle arınıyor, selin kaybetmiş hüznü, bizi konuşmakta her köşe.
Gördüm,
Bahar geliyor yüzünün eşiğinden içeri bakarken ben…
Perçemine dokunmakmış aslında varlığıma anlam veren. İki nokta arasına bulamadığım cümlelermiş yüzüme astığım hüzün...
Gördüm.
Çocukluğundan miras acılarına sahip çıkmış bir benle sarhoştum ne vakittir. İkimiz de acemiydik o zamanlar. Ustası kalfası çırağı belirsiz bir atölyenin basma kalıp işleriydik belki, ne bileyim, dündük sadece.
Sustum.
Her dört duvarı gördüğünde susacaksın demişti tanrı, emanete bıraktığım gülümseyişi gizlice satan şeytandan bi haber kendimi sevmeye başlama vaktine kadar ağladım bende.
On yıllık bir nesil bırakılmış alnıma, anladım, her damla infaza gelmiş gibi nefretle asarken umutlarımı, isyanı göremediğim her aynaya tükrük bezlerimde beslediğim nefreti kustum.
Sokaklar buldum sonra, yüreğimin köşe başlarına levhasını asmayan nice ihanet mektuplarını okudum gezerken tek tek, durdum...
Yolumdan çık diyenler oldu, kendini terk et, düşlerini katlet hatta,
Gülümsedim...
Bildimki bu ben başka ben,
bekledim.
Oturdum pencere kenarına, şehrine karşı şarap içiyorum. Zamanın herhangi bir yerine sıkıştırılmış hayatımın sana bakan yanını düşünüyorum, avunuyorum belki, hüzün desem o değil, umut desem hiç değil, bilmiyorum, kendime vuramadığım sıkılganlık notları, evet bu olabilir işte, acıyan düşlerine sebep bu belki de, yeni bir şehir ihtimali yok aslında, ve çatlamış yanıma dokunma hasreti, ne dersin; yağmurlarınla arınmak, geçirdiğim depremsiz gecelerime denk düşer mi?
Fırtına yaklaşıyor
Korunaklı bir yere göm kendini...
Çocuktum daha, paslı bir çakıyla dolaştığım günlerdi. Aşkın aşk olmadığı, annemle babamın yaşadığı zamandı en son hatırladığım. Akşam üstlerine doluşan masa başı sohbetlerinden kalan ılık bir sevgiyle beslerdik içimizi, sırayla, ablam ben ve kardeşim. Beyaz örtülü masanın üzerine bir yığın huzur konulurdu her sabah, isteyen istediği kadar alır, arta kalan yarın olmadan çöpteki yerini alırdı...
-dı...
En çok bu gidip gelmeler yordu beni.
Düzgün olmayan ve tekil yaşanılan kocaman günler bir de.
Hep aynı bağ, tırnak işaretlerinde saklanan tuhaf anlar, çoğulluk belki de, ağrıyan yanlarıma toz konduramamak. Geri dönüş yolunu unuttuğum onca geceden biri daha, şarap içerken söylenebilecek onca küfür ve keskin bir yalnızlık kokusu, arka sokaktan gelen arabanın sesi bir de... Tenimden yere düşen kabukların yaraya bir hayrı yok ya, üşüyor açılmış yerler ve inadına sisli bir gece...
Göremediğim yerlere denk düşüyor yüzün,
Sırf bu yüzden...
"Parmaklarımda canımı yakan kelimelerin tuhaf acısı, saçlarımı avuçlarımın arasına alıp, sıkıyorum başımı. Damla damla akıp da kaybolsam diyorum, sessizce, yazmadan, okumadan, duasız, sus payım bile olmadan, damla damla, usulca. Korkmadan basıyorum toprağa, dağlara doğru kaldırıyorum başımı, uzak, derin, dipsiz bir boşluk yok artık gördüğüm yerde, üşümüş parmaklarımı göğsüme gizleyerek, yüreğim düşecekmiş gibi bakıyorum gökyüzüne, yaramı öpüyor rüzgar, sarmalıyor, kucaklıyor, kestirmeden giriyor hep içime. Kıyısında dursam da yaşamın, olsun, kıyısından da olsa tutunuyorum işte, gittiği yere kadar..."
Sisin ardında yanan bir şehir mi var bilmiyorum, penceremin bunu göstermeye mecali yok belki de, sadece birileri sisi kaldırsın diye bekliyorum, birileri anıların üzerine silindi yazmalı, yüzümü yıkayan çıldırasıya bir sövgü buluyor ellerim, birileri tutsun istiyorum yeniden.
Birileri acımasın artık, göğsünün sıcaklığında uyutsun istiyorum.
Her gece…
Yüzünün eşiğine düştüm.
Şimdi hangi yöne eğilsem sen bakıyorsun kirpiklerimin penceresinden.
Hangi durağında kaldım istanbulun, hangi sessizliğin sokak aralarında katledeceğim avazımı, ki sana özenmişse bu hangiler;
yaktım işte sesimi.
düştüğüm yer yağmurda ıslanan kaldırımlarda kalsın...
sen kal karaladıklarımın içinde. Bir kareden kareye, sağdan sola soldan sağa fark etmez, ama kal.
Yüzünün eşiğine düştüm.
sesin, yüreğimin orucudur, bilesin.