Senin hep acelen vardı... Sigaraların hep yarım kaldı kül tablalarında, telefon konuşmaların hep yarım... Dostlarının laflarını hep gırtlaklarında bıraktın, üzerinde "şimdi gitmem gerek" yazan bir bantla ağızlarını yapıştırarak...
Sen yetişmen gerekenler yüzünden her şeye geç kaldın... Hayatındaki her şey yarım... Hep acelen vardı dedim ya; neden acelen olduğunu düşünmeye bile fırsatın olmadı...
Sabır gerektiren o incecik işlere yüreğin yetemedi hiç bir zaman... Hep hayran oldun incecik bir zerafetle ilmek ilmek kanaviçe yapan huzurlu kadınlara... Hayran oldun ama olamadın onlar gibi... Yaradılış farkı deyip geçip gittin... Dedim ya hep acelen vardı...
Bulaşıkları kırık bir bardak ve kanayan bir parmak olmadan tamamlayamadın mesela... Hiç bir zaman ayakkabılarını düzgün ve sıkı bağlanmış bir fiyonk yapamadın... Oysa düşünemedin ki; Alelacele atılımış düğümler çözülüp ayağına dolaşır insanın, tökezletir bir yerde... Düşersin...
Hiç bir yazıyı sonuna kadar okuyamadın bir de... Aklın kesik kopuk fikirlerle doldu...Hiç bir şey anlamadın... Düşünemedin ki; akıl karışıklığı hep aceleden doğar...
Senin hep acelen oldu... Hem de hiç bir zaman "Dur bakalım sen nereye koşuyorsun?" demeye fırsat vermeyecek kadar çok acelen...
Şimdi ardında paramparça dağılmış, oraya buraya saçılmış hayat parçaları... Durdun ve düşünüyorsun: "Sahi ben neye yetişmeye çalışıyordum ki?"
Oysa düşünmen gerekirdi; paramparça dağılmış bir hayatı yoluna koymaya çalışmak herşeye geç bırakır insanı...