Bitti…
Bitmeliydi belki…
Parçalanmış hayatlarımız bütün kalmış bir hayali kabullenemezdi. Mutluluğa
kurulabilecek ütopyalar için ruhumuzda beslediğimiz tebessümler, ölüm
tehlikesi olan tellerde asılı kalmıştı. Bir hayat izdüşümünde son viyadükte
kaybetmiştik birbirimizi. Şimdi bunla yok bizi…Birbirimize kayıp olmak
hayatta var olma oyunumuzdu demek ki. Sen gitmeliydin. Bense; gitme demekten
öteye gitmemeliydim. Öyle ya gitsem de dinlemezdin.Kullanılmamış tüm
gülücüklerini bana bağışlıyor şimdi dünya. Sense; ömründeki tüm gitmeler
için “elveda”lar topluyorsun azığına. Gitme diyenleri dinlememek içinse
çığlıklar yerleştiriyorsun kulaklarına. Oysa ben; azığında duran
“elveda”lardan bihaber düşeyazmıştım tek heceye. Sonra düşÂ´e yazmıştım her
yolun sonunda sana düşüşlerimi. Hüzne çalan bir sonbahar vaktinde eski
kitapların arasında biriktirdiğim bir yığın küflenmiş yalnızlığımla
yineliyorum seni. Sonra; içimin deruni çöl gecesinden sesleniyorum sana:
´bana susacak kadar ben, konuşacak kadar sen lazım´ diyorum.
Sen olmuyorsun ben “sus” kalıyorum…
Suskunluğum tahrip olup harflere dönüşüyor. Ve ben sana dair kurduğum tüm
cümleleri mahya yapıp yüreğime asıyorum. İçimdeki özneliğin devam ediyor.
Hayatımda bu kadar önemliyken önemsiz bir edat´a dönüşmenden korkuyorum. Bu
yürek mizanseni bir monologdan oluşuyor; diyaloğu hiç olmayacak biliyorum.
Ve sen sandığım tüm hayallerini içimin hayat akordu bozulmamış yanlarına
saklıyorum.
Sonra gitarımın tellerine satıyorum acılarımı. Acıya bulanan tellerime
vurdukça parçalıyorum parmaklarımı.
Geceler titrek elerime bulaşıyor her sabah. Giden “ay”a satır uçlarında
kalmış, bir satırdan diğerine düşememiş hasretlerimi teslim ediyorum. Gelen
“güneş”e yüzü hüzne bakan şarkılar besteliyorum. Bir çığlıktan uyanıp diğer
bir çığlığa gözlerimi yumuyorum. Ve sen sandığım bütün hayallerini içimin
hayat akordu bozulmamış yanlarımda saklıyorum.
Doğru yolundan şaşıyorum nefes almanın. Bir yerde veresiye olmayan ölümler
çıkıyor karşıma, bir hüznümle bir damla gözyaşıma alıyorum hepsini. Birini
ölüyorum. Sonra bir nefes daha alıyorum can sıkıcı bir senfoni tadında.
Sonra ikinciyi ölüyorum. Ölmeyi bile beceremiyorum.
Ruhumun dallarında yedi veren acıyla günler eskitiyorum. Dünlerime tuz
basıyorum yanına yarınları hapsederek. Ne seni bulabiliyorum bu zifiri
karanlıkta ne de kendimi. Tüm sevgim kulağına fısıldanmış bir masaldı belki.
İçimde kopan kıyamete, ensemde vurulan düşmana ve avuçlarımda biriken
nefretime inat yudumlamalıydım hislerimi. Sana adanmış; ama benden ötesi
olmamış fırtınalı bir yolculuktu bu. Haniydi mutlu olamama değecek yâr?
Yokluğuna var olmayı denedim durdum. “ünlem” dedin korktum, “virgül” dedin
konuştum, “nokta” dedin sustum, “ayraç” dedin ve kayboldun. İsmimi isminden
ayıran işareti sen buldun. Bense; yine yokluğunda var olmayı denedim durdum.
Kırılmak üzere olan bir kalemle, kızıldan siyaha çalan bir günde sana
şiirler kurdum. Bir hayat izdüşümünde, son viyadükte birbirimizi
kaybetmişliğimizi, bulunmazlığımızı hayat denilen iki çığlık arası bir
nefesten ibaret olan oyunun acı sahnesi saydım. İçimi bu denli yakmaya sen
yanlarımdan başladım…
Şimdi hangi rakamı versem sonucu sen çıkar? Hangi seni versem sonunda
mutluluk yüzüme bakar? Yok, bu işlem ancak eşitsizliğe yol açar.
İsmin baştan sona ağlamaklı bir ömre bedel… Kayıpsın bana, benli her şeye,
belki de en başta kendine… Kayıbız birbirimize. İçimin derinlerinden; koca
okyanusları aşıp gelmiş, tüm harfleri hayata devirip kalbime ansızın
düşüvermiş bir “mim” oldun. Öyle bir “mim” ki; “elif” i silmiş, ”be” yi
yutmuş, “te” yi unutmuş, “se” yi uyutmuş… Kendini bir tek “mim” de bulmuş.
Şimdi yüreğimdeki “mim” in göz kapaklarıma düşüyor. İntiharına ramak kalan
tümceler yakıyor beni. Ben ki kaç nefesimi asmıştım idam sehpasında. Son
dileği hep sendi nefeslerimin. Ve ben, son dileği gerçekleşmemiş hayata
prangalı bir mahkûm.
Gökten yıldızlar yağıyor üstüme. Birini tutsam diğeri kaçıyor. Payımıza
düşenlerden payıma düşenleri alıyorum.
Yoksun … Yok oluyorum…
Yalnızlığımı demliyorum sensizlikte. Sesimin yamaçlarına ağıtlar yaslanıyor.
Yoksun desem de hep varsın bende. Kalemden ve kelamdan çıkan sözler sana.
Yeteri kadar yaktın bendeki ‘od’u. Hadi git harf harf tümcemden, kalma
satırlarımda. Kayıplığımız tüm cümlelerimi süpürüp gitsin. Bende “ben”den
başka “sen” olmasın. ‘Lâl’liği armağan edeyim kalemime. Hadi git harf harf…
Kalma bende…
Sen de böyle cayardın demek ki çıktığın yoldan. Oysa aynı giyotin altında,
aynı ritimde soluklayacaktık ölümü. Aynı başlangıca uyanıp aynı sona göz
yumacaktık. Şimdi ise;
Yok(oluyor)sun… Yok(oluyor)um… Yok(oluyor)uz…
Tüm notaları yarım bıraktık kulaklarımızda. Yarım sözler, yarım şarkılar,
yarım şiirler… Başlığı sana teslim edilmiş olan bir yazı bendeki, sonunu
ayrılığın imzaladığı. Şimdi hangi yaşam içine sığdırabilir ki beni, sensiz?
Sensiz askıda kalmaz mı soluklar?
Kara kalemimden damlayan kara, senmişsin meğer. Ben hep seni çizmek için
uğraşmışım yıllarca ve o çizemediğim hem de silmeye kıyamadığım eksik yüz
seninkiymiş. Ben senle sevdim aslında beyazıma sadece siyahı çizmeyi. Tüm
renklerimi kayıplığımızda demli bir çay gibi yuttum.
Yüzümde git gide derinleşen hüzün çizgileriyleydi kavgam. Her savaşta yenik
düşmüşlüğüm onlaraydı. Tüm gülücüklerim sende asılı kaldı. Ceplerime
doldurduğum hasretle yürüyorum şimdi yolları. Ayağım iflah olmaz
yalnızlıklara takılıyor. Bizi bulmak adına kendimden vazgeçtim sanırken,
dönüp baktığımda ardımda kalan ben değil hayat oluyor. Acı mayasıyla
yoğrulmuş dünler, çalıntı yarınlar ve tam yüreğinden kurşunlanan bir ömrün
portresi kara kalem satırlar…
Günün gecesine çeyrek var. Kalemiminse; günaydınlığına “bir” var. Tüm
satırlarım hala uyanmamışken, hadi git harf harf tümcemden.
Pimi çekilmiş bir başkaldırıda yıkıldı umuttan yaptığım kaleler. Ateşten bir
gömlek giydim; yıldızlar yağdı üstüme. Duvarıma astığım saniyeler düşüyor
ellerime. Özgürlük beyaz güvercinlerin bile payına düşmüyor şimdilerde.
Yazıyorum. Her mısra bir ölüme teslim bundan böyle… “Az gittim, uz gittim…”
masallarına kanmayacak kadar yürüdüm hayat yolunda. Harabe kentleri buldu
hep duraklarım. Darağacına astım feryatlarımı. Neye hüküm giymişse zaman,
geçit vermiyor anılara. Kurduğum tüm teselli cümlelerini gözyaşlarıma
sunuyorum. Düşlerim çınlıyor. Söylesene bana sevmek hangi düşten artakalan
bir ıstırap? Bir çift ağıtla gidebilir miyim yarınlara? Adım adım içine
yürümeye çalıştığım sevda neden açmadı ki mührünü bana?
…
Şimdi gün için gece, kalem için sabah. Hala gerçeğimde yok; ama satırlarımda
gizli ismin. Sana yol almaktan yorulmuş son nidamı savuruyorum göğüme;
HADİ GİT HARF HARF TÜMCEMDEN… KALMA BENDE...:kk::kk::kk:
Bitmeliydi belki…
Parçalanmış hayatlarımız bütün kalmış bir hayali kabullenemezdi. Mutluluğa
kurulabilecek ütopyalar için ruhumuzda beslediğimiz tebessümler, ölüm
tehlikesi olan tellerde asılı kalmıştı. Bir hayat izdüşümünde son viyadükte
kaybetmiştik birbirimizi. Şimdi bunla yok bizi…Birbirimize kayıp olmak
hayatta var olma oyunumuzdu demek ki. Sen gitmeliydin. Bense; gitme demekten
öteye gitmemeliydim. Öyle ya gitsem de dinlemezdin.Kullanılmamış tüm
gülücüklerini bana bağışlıyor şimdi dünya. Sense; ömründeki tüm gitmeler
için “elveda”lar topluyorsun azığına. Gitme diyenleri dinlememek içinse
çığlıklar yerleştiriyorsun kulaklarına. Oysa ben; azığında duran
“elveda”lardan bihaber düşeyazmıştım tek heceye. Sonra düşÂ´e yazmıştım her
yolun sonunda sana düşüşlerimi. Hüzne çalan bir sonbahar vaktinde eski
kitapların arasında biriktirdiğim bir yığın küflenmiş yalnızlığımla
yineliyorum seni. Sonra; içimin deruni çöl gecesinden sesleniyorum sana:
´bana susacak kadar ben, konuşacak kadar sen lazım´ diyorum.
Sen olmuyorsun ben “sus” kalıyorum…
Suskunluğum tahrip olup harflere dönüşüyor. Ve ben sana dair kurduğum tüm
cümleleri mahya yapıp yüreğime asıyorum. İçimdeki özneliğin devam ediyor.
Hayatımda bu kadar önemliyken önemsiz bir edat´a dönüşmenden korkuyorum. Bu
yürek mizanseni bir monologdan oluşuyor; diyaloğu hiç olmayacak biliyorum.
Ve sen sandığım tüm hayallerini içimin hayat akordu bozulmamış yanlarına
saklıyorum.
Sonra gitarımın tellerine satıyorum acılarımı. Acıya bulanan tellerime
vurdukça parçalıyorum parmaklarımı.
Geceler titrek elerime bulaşıyor her sabah. Giden “ay”a satır uçlarında
kalmış, bir satırdan diğerine düşememiş hasretlerimi teslim ediyorum. Gelen
“güneş”e yüzü hüzne bakan şarkılar besteliyorum. Bir çığlıktan uyanıp diğer
bir çığlığa gözlerimi yumuyorum. Ve sen sandığım bütün hayallerini içimin
hayat akordu bozulmamış yanlarımda saklıyorum.
Doğru yolundan şaşıyorum nefes almanın. Bir yerde veresiye olmayan ölümler
çıkıyor karşıma, bir hüznümle bir damla gözyaşıma alıyorum hepsini. Birini
ölüyorum. Sonra bir nefes daha alıyorum can sıkıcı bir senfoni tadında.
Sonra ikinciyi ölüyorum. Ölmeyi bile beceremiyorum.
Ruhumun dallarında yedi veren acıyla günler eskitiyorum. Dünlerime tuz
basıyorum yanına yarınları hapsederek. Ne seni bulabiliyorum bu zifiri
karanlıkta ne de kendimi. Tüm sevgim kulağına fısıldanmış bir masaldı belki.
İçimde kopan kıyamete, ensemde vurulan düşmana ve avuçlarımda biriken
nefretime inat yudumlamalıydım hislerimi. Sana adanmış; ama benden ötesi
olmamış fırtınalı bir yolculuktu bu. Haniydi mutlu olamama değecek yâr?
Yokluğuna var olmayı denedim durdum. “ünlem” dedin korktum, “virgül” dedin
konuştum, “nokta” dedin sustum, “ayraç” dedin ve kayboldun. İsmimi isminden
ayıran işareti sen buldun. Bense; yine yokluğunda var olmayı denedim durdum.
Kırılmak üzere olan bir kalemle, kızıldan siyaha çalan bir günde sana
şiirler kurdum. Bir hayat izdüşümünde, son viyadükte birbirimizi
kaybetmişliğimizi, bulunmazlığımızı hayat denilen iki çığlık arası bir
nefesten ibaret olan oyunun acı sahnesi saydım. İçimi bu denli yakmaya sen
yanlarımdan başladım…
Şimdi hangi rakamı versem sonucu sen çıkar? Hangi seni versem sonunda
mutluluk yüzüme bakar? Yok, bu işlem ancak eşitsizliğe yol açar.
İsmin baştan sona ağlamaklı bir ömre bedel… Kayıpsın bana, benli her şeye,
belki de en başta kendine… Kayıbız birbirimize. İçimin derinlerinden; koca
okyanusları aşıp gelmiş, tüm harfleri hayata devirip kalbime ansızın
düşüvermiş bir “mim” oldun. Öyle bir “mim” ki; “elif” i silmiş, ”be” yi
yutmuş, “te” yi unutmuş, “se” yi uyutmuş… Kendini bir tek “mim” de bulmuş.
Şimdi yüreğimdeki “mim” in göz kapaklarıma düşüyor. İntiharına ramak kalan
tümceler yakıyor beni. Ben ki kaç nefesimi asmıştım idam sehpasında. Son
dileği hep sendi nefeslerimin. Ve ben, son dileği gerçekleşmemiş hayata
prangalı bir mahkûm.
Gökten yıldızlar yağıyor üstüme. Birini tutsam diğeri kaçıyor. Payımıza
düşenlerden payıma düşenleri alıyorum.
Yoksun … Yok oluyorum…
Yalnızlığımı demliyorum sensizlikte. Sesimin yamaçlarına ağıtlar yaslanıyor.
Yoksun desem de hep varsın bende. Kalemden ve kelamdan çıkan sözler sana.
Yeteri kadar yaktın bendeki ‘od’u. Hadi git harf harf tümcemden, kalma
satırlarımda. Kayıplığımız tüm cümlelerimi süpürüp gitsin. Bende “ben”den
başka “sen” olmasın. ‘Lâl’liği armağan edeyim kalemime. Hadi git harf harf…
Kalma bende…
Sen de böyle cayardın demek ki çıktığın yoldan. Oysa aynı giyotin altında,
aynı ritimde soluklayacaktık ölümü. Aynı başlangıca uyanıp aynı sona göz
yumacaktık. Şimdi ise;
Yok(oluyor)sun… Yok(oluyor)um… Yok(oluyor)uz…
Tüm notaları yarım bıraktık kulaklarımızda. Yarım sözler, yarım şarkılar,
yarım şiirler… Başlığı sana teslim edilmiş olan bir yazı bendeki, sonunu
ayrılığın imzaladığı. Şimdi hangi yaşam içine sığdırabilir ki beni, sensiz?
Sensiz askıda kalmaz mı soluklar?
Kara kalemimden damlayan kara, senmişsin meğer. Ben hep seni çizmek için
uğraşmışım yıllarca ve o çizemediğim hem de silmeye kıyamadığım eksik yüz
seninkiymiş. Ben senle sevdim aslında beyazıma sadece siyahı çizmeyi. Tüm
renklerimi kayıplığımızda demli bir çay gibi yuttum.
Yüzümde git gide derinleşen hüzün çizgileriyleydi kavgam. Her savaşta yenik
düşmüşlüğüm onlaraydı. Tüm gülücüklerim sende asılı kaldı. Ceplerime
doldurduğum hasretle yürüyorum şimdi yolları. Ayağım iflah olmaz
yalnızlıklara takılıyor. Bizi bulmak adına kendimden vazgeçtim sanırken,
dönüp baktığımda ardımda kalan ben değil hayat oluyor. Acı mayasıyla
yoğrulmuş dünler, çalıntı yarınlar ve tam yüreğinden kurşunlanan bir ömrün
portresi kara kalem satırlar…
Günün gecesine çeyrek var. Kalemiminse; günaydınlığına “bir” var. Tüm
satırlarım hala uyanmamışken, hadi git harf harf tümcemden.
Pimi çekilmiş bir başkaldırıda yıkıldı umuttan yaptığım kaleler. Ateşten bir
gömlek giydim; yıldızlar yağdı üstüme. Duvarıma astığım saniyeler düşüyor
ellerime. Özgürlük beyaz güvercinlerin bile payına düşmüyor şimdilerde.
Yazıyorum. Her mısra bir ölüme teslim bundan böyle… “Az gittim, uz gittim…”
masallarına kanmayacak kadar yürüdüm hayat yolunda. Harabe kentleri buldu
hep duraklarım. Darağacına astım feryatlarımı. Neye hüküm giymişse zaman,
geçit vermiyor anılara. Kurduğum tüm teselli cümlelerini gözyaşlarıma
sunuyorum. Düşlerim çınlıyor. Söylesene bana sevmek hangi düşten artakalan
bir ıstırap? Bir çift ağıtla gidebilir miyim yarınlara? Adım adım içine
yürümeye çalıştığım sevda neden açmadı ki mührünü bana?
…
Şimdi gün için gece, kalem için sabah. Hala gerçeğimde yok; ama satırlarımda
gizli ismin. Sana yol almaktan yorulmuş son nidamı savuruyorum göğüme;
HADİ GİT HARF HARF TÜMCEMDEN… KALMA BENDE...:kk::kk::kk: