Gitmekle kalmak arasında, bir yukarı bir aşağı, bir sağdayım, bir solda.. Elimde eski bir gramofondan kalma küçücük bir parça, onunla ne yapacağımı bilmiyorum, sallayıp duruyorum. Sanıyorum bir gramofon iğnesi bu, plağın yüreğine vurup onu inleten şey bu olsa gerek. Yüreğime vurup beni inleten şeyin varlığını sorguluyorum, bir yukarı bir aşağı, bir soldayım bir sağda..
Küçücük bir evim var, kocaman pencereli. Tek başımayım bu evde, yalnız. Bir mavi leğenim var, plastik; çamaşırlarımı yıkamak için kullanıyorum. Bir ufak yatağım var, üstünde bahar renkli bir çarşaf, bir yastık bir yorgan. Altında iki çekmecesiyle bir dolabım var, çekmecelerde çoraplarım filan, dolaptaysa iki pantolon iki gömlek, bir de nerden baksan on yıllık rengi atmış bir ceket var. Tabii bir de masa var, üstünde karnımı doyurduğum, üstünde zihnimi kustuğum, üstünde ağladığım, üstüne dünyamı koyduğum bir masa. Bir de dört duvar..
Gitmekle kalmak arasındayım, gidersem nereye gideceğimi, kalırsam ne yapıp ne edeceğimi bilmiyorum. Küçücük evimde (daha önce bir kez bile çalınmamasına rağmen) kapının çalınmasını bekliyorum. O gelecek, zile basacak, “gitme” diyecek, sarılacak, sonra ağlayacağız ikimiz.. Sonra yatağıma oturacağız, sonra susacağız beş on dakika, sonra yeniden sarılacağız, sonra yine ağlayacağız, sonra ben masama geçeceğim, ben ağlayacağım, o gelecek, saçımı okşayacak, “gitme” diyecek, “kal” diyecek, “seni seviyorum” diyecek, “sensiz ne yaparım” diyecek, saçımı okşayacak, omzuma sarılacak, belli belirsiz öpecek ıslak yanağımdan, sonra susacağım ben, sarılacağım ben de ona kafamı kaldırıp, sonra ikimiz de susacağız, sonra ben de onun ıslak yanaklarını öpeceğim, gitmeyeceğim. Bu eve taşındığımdan beri bir kez bile çalınmadı kapım. Elimdeki gramofon iğnesini nerden buldum bilmiyorum, belki evin eski sakini yaşlı bir bunaktı, bir gramofonu vardı, bir plağı.. hep aynı plağı dinlerdi, bir gün hayata lanet edip fırlattı gramofonu duvara, parçaladı, sonra da canına kıydı. Bilinmez.
Aşk, bir kişinin ikiye bölünmesidir. İki kişilik hayatı tek bir kalbe sığdırmaktır aşk. Aşk iki göze bakıp Kelamullah’tan sonraki en anlamlı kitabı yazmaktır zihinde..ve onu okumaktır. Aşk yalnız kalmaktır, aşk ayrılmaktır, aşk gitmektir, geride kalmaktır. Aşk umutsuzluktur, parçalanmaktır. Aşk gramofonda binlerce kez aynı plağı dinleyip rüyada görülen maşuğun başucunda ölmektir. Aşk bilinmezlerin en bilinmezidir, o kadar gerçektir. Aşk yalınlıktır, yalnızlıktır, hiç çalmayan kapının çalınmasını beklemektir. Bugün benim doğum günüm, gitmekle kalmak arasındayım, bir aşağı bir yukarı, bir sağdayım, bir solda.
Kalbimdeki bu derin yara ne zaman açıldı bilmiyorum, bildiğim şey o açıldıktan sonra her kabuk bağlayışında o kabukları söktüğüm, yeniden kanattığım kalbimi. Acısız yaşamak ne acı. Onu sevdiğim ne kadar gerçek. O ne kadar güzel!.. Peşinden koşmaya değer başka biri yoktur şu dünyada, oysa ben gitmekle kalmak arasındayım, peşinden koşmaksa ne kadar uzak bana.. Koştum da.. Ya çok toydum, ya çok cesur, ya çok umursamaz, ya çok dinç, ya fazla hayalbaz! Koştum peşinden, gözlerini yakaladım gözlerimle, kaçtılar. Ellerine uzandım, tuttum da, çekti hemen. Saçlarını kokladım, uzaklaştı benden. Ruhuna dokundum, bir küstüm çiçeği gibi kapattı yapraklarını. Ne zaman onu sevdiğimi söyleyecek olsam konuşmaya başladı, susmadı. Bunları da sevdim, ve bunlar beni ona daha çok bağladı. Korktum, kaçacak oldum, bağlarımı kesecek oldum kılıçtan keskin, kıldan ince bir kaçışla, beceremedim. Her vuruşta güçlendi bağ, her vuruşta içimdeki yara biraz daha fazla kanadı, her vuruşta bir parça koptu kalbimden, her vuruşta büyüdü yine de kalbim. O kadar büyüdü ki, istediği kadar özgür kalabilirdi o kalbin içinde, istediği kadar uzağa koşabilirdi. Ama hala o kadar küçüktü ki ondan başka kimselere yer yoktu.
Gitmekle kalmak arasındayım, ne zaman arada kalsam uyurum biraz. Ne zaman uyusam onu görürüm rüyamda. Onu ne zaman rüyamda görsem onu ararım. Ne zaman onu arasam, bulamam! Uyumadım, yoksa gelmezdi. Yoksa çalınmazdı kapım.
Kapım çalınmadı, kaldım gitmekle kalmak arasında. Araftaydım. Ne gitmek cennetti, ne kalmak cehennem. Oysa o huriydi sanırım. Gramofonun iğnesi yüreğime battı, penceremde dizili çiçekler yoktu, penceremden gözüken ağaç filan da yoktu. Yine de yeşile boyanır sanmıştım dünyayı, kırmızıya boyandı.
Alper Akpınar