“Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım…
Bir haykırsam belki duyulur sesim!
Ben yalnızım… Ben yalnızım… Yalnızım…”
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım…
Bir haykırsam belki duyulur sesim!
Ben yalnızım… Ben yalnızım… Yalnızım…”
Bu şarkıyla sabah ettiniz mi hiç? Etmediyseniz söyleyecek sözünüz de yoktur. Ama ettim diyenlerin de pek söyleyeceği söz olacağını zannetmiyorum. Sadece benim ruhumun damarlarında gezinen o sesin gönül aynamda tebessüm eden masumiyetini, aşkın ateş imtihanında yaşamanız lazım..
Yalnızlık… Her akşam yanımda, canımda… İki kişilik düşünmekten geri duran benliğimin bekçisi yalnızlık! Ece hayaliyle geceleri zincire vuran zavallı… Sana aşık diyorlar ha! Zavallılık aşıklığa mani değil diyerek itiraz etsen de aynalarda, geç kalmış rast gelen tesadüfler atlasında, senin hülyalarının ortasından tehir etmiş trenlerin yürüdüğü raylar geçer boylu boyunca! Yanarsın kül olasıya aylar boyunca… Yanmak kül olmana fırsat vermeden yakar da seni, ecele dek yanarsın… Hiç bilmeden, tanımadan, dokunmadan, kokusunu dahi duymadan için için yanarsın… Hayal kareleri ve birkaç satır… İşte aşk adına yanmanın saydığı mütevazı hatır… Bilmeyenin taş kesildiği bu hal, bilmek erdemini derununda gezdirenleri hep ağlatır… Ağlatır…