:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi
Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 0/5 - 0 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
H.a.g
Hayat_Bu
#31
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şnssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:

"Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#32
Yaşam Nedir?
Gökyüzünde dünyayı yaşarken sonsuz özgürlüğümle birlikte, yaşamı arıyordum
ne olduğunu bilemeden... Bir su damlasıydım, güneşin ışıklarında renklerle
oynayan, karanlıklarda yıldızlarla konuşan... Mutluydum rüzgarla birlikte
maviliğe savrulurken, mutluydum kuşlarla kanat çırparken, mutluydum
gökkuşağı olup renkleri saçarken...

Takılmışken bir bulutun peşine, görürdüm yaşayanları yeryüzünde... Hepsi
zamanla koşar gibi, hep bir şeylerin peşinde... Bazen bir kuşun kanadına
karışır, uçardım onunla, rüzgâra karşı çığlıklarla birlikte.

Yaşamı sorardım kuşlara, nedir diye? Özgürlük derlerdi bana... Göklerde
özgürce kanat çırpabilmek, rüzgâra baş kaldırmak. Ama yağmur yağdığında
özgürlükleri elinden alınır, ağırlaşan kanatları daha fazla çırpınamazdı
damlalar karşısında... Sığınırken bir kaya kovuğuna, özgürlüklerini teslim
ederlerdi yağmura, sessizce...
Karıştım bir gün yağmur damlalarının arasına, gücü hissedebilmek için...
Toprağa karışmak istedim, çoğalmak istedim, azgın bir nehir olup akmak
istedim, deniz olmak istedim, yaşamı bulmak istedim, yaşam olmak istedim...
Terk ettim gökyüzünü güneşe veda edemeden... Altımda gittikçe büyüyen
yeryüzü beni kendine doğru hızla çekerken daha da büyüdüm, çoğaldım. Koşmaya
başladım bir an önce toprağa kavuşabilmek için. Yaşamı hissedebilmek için...
Yaşam olabilmek için...

Toprağa ilk dokunuş, ilk sarılış... Sıcaktı toprak, gökyüzünün olamadığı
kadar... Beni sarmaladı şefkatle, beni içine aldı sevgiyle...
Sevdim onu... Seviyorum dedim yaşamayı seninle birlikte...Toprağın
derinliklerinde, karanlık sıcaklıklarda güveni hissettim... Zaman
geçtikçe büyüdüm, çoğaldım... Yerimde duramaz hale geldim...

Güneşi özledim... Yıldızlara merhaba demek istedim... Terk ettim
toprağı. Sıcaklığını, şefkatini. Bir sabah çiçekler açarken gökyüzünü
gördüm yeniden... Öylesine mavi, öylesine sınırsız, öylesine özgür...

Aktım, gittikçe büyüyerek... Beni sarmalayan toprağa dokunarak
aktım... Nereye gittiğimi bilemeden... Sadece yaşamı öğrenebilmek için
aktım... Benimle çiçekler açtı ağaçlar da, topraktan otlar fışkırdı
delicesine... Ben onlara yaşamı sunarken, cevap veremediler bana
yaşam nedir diye sorduğumda... Büyümek istedim... Daha hızlı akmak, denize
kavuşmak istedim... Aktım gökyüzünün görünmediği ıssız ormanların arasından,
yıllardır kımıldamaktan korkan taşları peşimde sürükleyerek,
başkaldırırcasına ... Başakların rüzgârla dans ettiği ovalara geldiğimde
duruldum... Onları seyredebilmek için yavaşladım... Sordum uçuşan
kelebeklere yaşamı... Rüzgarla dans mı diye?.. Cevap vermediler bana...
Denizi aradım uzaklarda, görebilmek için köpürdüm, taştım ona bir önce
dokunabilmek için.

Sonra bir sabah, daha güneş ışıklarını serpmeye başlamamışken dünyaya,
uzaklarda maviliği gördüm... Gördüm orada canlılığı, başkaldırmışlığı,
hasreti... Kavuşmak istedim bir an önce, sarılmak istedim... Koynuna girmek
istedim bir sevgili gibi... Yaşamı istedim ondan... Dokunduğumda denize,
balıklar kaçtı benden, suyum karıştı denize... Bir oldum onunla...

Ufacık bir damlaydım, bulut oldum, toprak oldum, deniz oldum,
okyanus oldum. Kapladım dünyayı canlılığımla. Dalgalarla oynarken
derinliklere karıştım... Derinliğin sessizliğinde güzellikleri buldum...
Yaşam gizlenmiş güzellikler midir diye sordum denize? Cevap alamadım...
İnsan olmak istedim... Yaşamın ne olduğunu öğrenirim diye...

Aynı toprak gibi sıcak ve karanlık bu yer bana güven verdi, huzur
verdi... Zaman geçtikçe, yerime sığamaz hale geldim... Güneşe
sarılmak istedim... Yıldızları görmek, denizle konuşmak istedim...
Yaşamı insanlara sormak istedim... Işıkla tekrar kavuştuğumda
özgürlüğümü hissettim yeniden... Küçük bir su damlasıyken
gezdiğim gökyüzünü yeniden görebilmek mutluluk verdi...

Büyüdüm zamanla... Diğer insanlarla birlikte, zamanla birlikte... Sordum
insanlara yaşam nedir diye?.. Cevap veremediler... Bir gün aşık oldum
birisine, neden diye sormadan kendime... Bir kuş gibi özgürce, bir nehir
gibi delicesine akarak, bir deniz gibi sınırsızca sevdim birisini...
O zaman anladım ki; YAŞAM SEVGİDİR...
SADECE SEVGİ.


Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#33
Hayatimda ilk once sevmeyi ogrendim. Cunku sevdikce kendimi hissettigimi
gordum, affetmenin ne oldugunu anladim ve affetmenin aslinda yeni
insanlar kazandirdigini gordum. Bir gun gecmisime baktigimda
pismanliklarimdan uzulmedigimi gordum. Bunlari ben yasadim, cunku, birisini
hatirlamanin aslinda ufak bir telefon gorusmesi
kadar basit oldugunu biliyorum artik, trafik isIklarindan gecerken
omzumun ustumden soyle bir baktigimi sehri terk etmeden yakaladim,
aslinda bana deger veren insanlarin cok yakinimda oldugunu fakat gozlerimin
hep uzaklarda oldugunu anladim.
Birisini kirdiktan sonra ozur dilemenin aslinda beni ben yaptigini
anladim sen benim icin onemlisin cumlesinin verilebilecek en buyuk hediye
oldugunu buldum.
Bir yerden sonra kelimelerin mana ifade etmedigini biliyorum, sahilde
yurur ve dusunurken birinin de beni dusundugu duygusu beni sevindiriyor.
Mutlu olmanin aslinda bir kedinin guzel bir anini yakalamak kadar basit
oldugunu anladim.
Kacirdigim firsatlarin aslinda bana yeni firsatlar turettigini
gordum. Yildizlarin benim icin parladigini goremeyen gozlerim, gun geldi
hayatimdan kayan yildizlarin gomuldugu maziyi unutmasi gerektigini anladim.
Gozlerin kelimelerden daha onemli oldugunu ve yalan soylemediklerini
biliyorum, hayatimda yanimda gormek istediklerimi yanimda gorecegim cunku
onlarinda bana deger verdigini biliyorum. Telefonun 160 karakterine,
uzuntunun mutlulugun ve yikintinin sigdigini gordum, yasamin yasamaya deger
oldugunu ve istersem mutlu olacagimi ogrendim.
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#34
Gunlerden bir gun Kirlangicin biri bir adama asIk olmus. Ve adamin
penceresinin onune konup adama soyle demis:
-Ben seni cok seviyorum lutfen pencereyi acip beni iceri al da birlikte
yasayalim.
Adam:
-Olmaz alamam... Sen bir kussun hic bir kus adama asIk olur mu?... demis.
Kirlangic tekrar:
-lutfen pencereyi acip beni iceri al birlikte yasariz. Hem ben sana dost ve
arkadas olurum caninda sIkilmaz birlikte yasar gideriz. demis.
Adam yine:
-Olmaz alamam...Git basimdan, diye cevap vermis.
Ucuncu ve son defa kus adamin penceresinin onune konup adama tekrar soyle
demis:
-Lutfen beni iceri al.. Artik soguklar da basladi, disarida kalamam
biliyorsun ben sicak havalarda yasayabilirim sadece beni iceri almazsan
baska sicak ulkelere gitmek zorunda kalirim. Lutfen beni iceri alda burada
kalayim. Birlikte yemek yer omuzuna konar seni neselendirir sana yarenlik
ederim. Hem sen de benim gibi yalnizsin, der...
Adam ona:
-Git derhal basimdan!... Ben yalniz kalirim demis ve kusu kovmus...
Kirlangicta bu cevap uzerine uzuntulu bir sekilde ucmus ve uzaklara
gitmis..
Adam kirlangic uzaklara gittikten sonra dusunmus ve kendi kendine "Ben ne
aptal, ne kadar akilsiz bir adamim, niye kirlangicla birlikte kalmayi kabul
etmedim? Ne guzel birlikte kalirdik demis ve cok pisman olmus, pisman olmus
ama is isten gecmis. Kendi kendine nasil olsa sicaklar baslayinca
kirlangicim yine gelir bende onu iceri alir birlikte mutlu bir hayat
surerim, demis. Ve penceresini sonuna kadar acip beklemeye baslamis. Yazin
gelmesiyle kirlangiclarda gelmeye baslamis. Ama onun kirlangici gelmemis.
Yazin sonuna kadar hic penceresini kapatmadan pencerenin basinda beklemis
ama bosuna... Kirlangic yokmus. Gelen kirlangiclara sormus ama onun
kirlangicini goren olmamis. Sonunda bir bilge kisiye halini danismak ve
ondan bilgi almak icin gitmis. Bilge kisiye olayi anlattiktan sonra bilge
kisi ona soyle demis:
-Kirlangiclarin omru 6 aydir . . .
Hayatta bazi firsatlar vardir omrunde bir defa insanin eline gecer ve
degerlendiremezsen ucup gider.
Dikkatli olun...
Farkinda olun...
Kendinize bir sorun...
Acaba, siz kac kirlangic kovaladiniz?
Hic geri cevirmediniz mi bugune kadar
size sunulan bir dostlugu?
Hayatta bazi firsatlar vardir ki,
sadece bir kez karsimiza cikar,
degerini bilemezsek kacip giderler.
Ve asla geri gelmezler....
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#35
1982 yılı Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'nda 2. sınıf
öğrencileri Türkiye Ekonomisi dersinin hocasını bekliyor. Sınıf,
öğrencilerin gürültü patırtısıyla sallanırken sert görünümlü hoca kapıda
beliriyor, içeriye kızgın bir bakış atıp kürsüye geçiyor. Tebeşirle tahtaya
kocaman bir (1) rakamı çiziyor.
"Bakin" diyor. "Bu,kişiliktir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey."

Sonra (1)'in yanına bir (0) koyuyor:
"Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik (1)'i (10) yapar". Bir (0) daha "Bu, tecrübedir. (10) iken (100) olursunuz". Sıfırlar böyle uzayıp gidiyor:
Yetenek... disiplin... sevgi... Eklenen her yeni (0)'in kişiliği 10 kat
zenginleştirdiğini anlatıyor hoca... Sonra eline silgiyi alıp en bastaki
(1)'i siliyor. Geriye bir sürü sıfır kalıyor. ve Hoca yorumu patlatıyor,

"Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir".
Ara
Cevapla
Samsun55
#36
Simit paralari ile cenneti satin almak

bu yazi cok hoSuma gitti. t$k ederim
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#37
Nick adinda bir demiryolu isçisinin öyküsü bu. Nick
güçlü,saglikli bir isçi, manevra sahasinda
çalisiyor.Arkadaslariyla iliskisi iyi
ve isini iyi yapan güvenilir bir insan. Ne var
ki, kötümser biri, her seyin kötüsünü bekler ve basina
kötü seyler geleceginden korkar. Bir yaz günü,
tren isçileri, usta basinin dogum günü nedeniyle bir
saat önceden serbest birakilirlar. Tamir için gelmis
olan ve manevra alaninda bulunan bir sogutucu vagonun
içine giren Nick, yanlislikla içerden
kapiyi kapatir,kendini sogutucu vagona kilitler. Diger
isçiler Nick'in kendilerinden önce çiktigini
düsünürler. Nick kapiyi tekmeler, bagirir, ama kimse
duymaz,duyanlar da bu tür seslerin sürekli geldigi bir
ortamda oldugu için pek kulak vermezler. Nick burada
donarak öleceginden korkmaya baslar.
Eger buradan çikmazsam, burada kaskati donacagim, diye
düsümeye baslar.Içerde yarisi yirtilmis bir karton
kutunun içine girer. Titremeye baslar. Eline
geçirdigi bir kagita karisina ve ailesine son
düsündüklerini yazar:
* "Çok soguk, bedenim hissizlesmeye basladi. Bir uyuya
bilsem!
Bunlar benim son sözlerim olabilir." Ertesi günü
sogutucu vagonun kapisini açan isçiler, Nick'in donmus
bedenini bulurlar. Üzerinde yapilan otopsi, onun
donarak öldügünü göstermektedir.
Fakat bu olayi olaganüstü yapan, sogutucu vagonun
sogutma motorunun bozuk ve çalismiyor olmasiydi.
Vagonun içindeki isi 18°C idi, ve vagonda bol hava
vardi. Nick'in korkusu, kendini gerçeklestiren bir
kehanet olusturmustu.

<<< Dogan CÜCELOGLU'nun Savasçi (1999) adli kitabindan
alinmistir
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#38
Vaktiyle gayet yaramaz,söz anlamaz bir çocuk varmış..
Babası her gün her saat bin türlü nasihat eder,bazen de azarlarmış.
Dermiş-Uslanmadın asla,her gün biraz daha fazla saygısızsın,yaramazsın..
Korkarımki bu hal sende ,kalacaktır büyürsende...
Geçer böyle uzun yıllar...Kalır köyünde ihtiyar;günden güne fakir olur...
İstanbula gelir oğul.Samur kürklü iki tuğlu,heybetli bir vezir olur..
Sürer bu eski yaramaz İstanbul un sefasını ;
Sormaz,düşünmez ,aramaz ,köyündeki babasını....
Bir gün der ki-Bana babam,olamazsın dedi adam,
Şimdi fırsat geçti ele,çağırtayım şunu hele...
Samur kürkümü tuğumu;görsün adam olduğumu...
Yayan yürütüp yolları ,getirirler ihtiyarı...
Vezir derki hani baba ,hatırlıyormusun acaba?
Bana yaramazsın derdin,adam olamazsın derdin...
Bu sözün üstüne ihtiyar,dayanamayıp artık coşar...
Der ki-Beni taa uzaktan,ayağına çağırtmaktan,senin bu muydu maksadın?
Beni sorup aramadın,bir işime yaramadın;
vezir olduysan bana ne ?Ben ne isem oyum yine...
Demek alındın sözümden?Büsbütün düştün gözümden..
Oğlum,yalan söylemedim.Sana yaramazsın dedim.
Vezir olmazsın demedim;Adam olamazsın dedim...
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#39
Ani Yaşa...
Mutsuz olduğum ve yalnız kalmak istediğim zamanlarda bir yer var hep oraya
giderim. Yazın yeşille süslenip, kuş cıvıltılarıyla şenlenen bu yer, kışın
beyazın sonsuz huzuruyla örtünür. Bahar ise bir başkadır buralarda. Ama bir
şey var ki o bambaşkadır. Kambur bedeni, garip yıllanmış giysileri, üstün
yaşama sevinciyle bir adam yaşar küçük bir kulübede.
Çevremdeki bir çok insanla paylaşamadığım bir çok şeyi o adamla paylaşır,
dertleşir ve rahatladığıma inanırım.
Ruhumun yıkıldığı, hayatımın anlamını yitirdiğime inandığım, çevremdeki her
şeyin anlamını yitirdiğine inandığım, çevremdeki her şeyin anlamsız geldiği
bir gün kendimi yine onun yanında buldum. Bu seferki bir başkaydı. Bir
yaşama yılgınlığı, hayattan ve insanlardan bıkmışlık, belki de isyan. Bu
halim onu çok şaşırtmıştı. Bende artık mutsuzluklarımı isyana
dönüştürmüştüm. Bende artık savaşma gücümü yitirmiş hayatın içinde kaybolup
gitmiştim. Bir süre beni dinledikten sonra elimi tuttu ve bana;
“Hayattan sıkıldın ve onu değiştirmek içinde bir şey yapamıyorsun. Geçmişin
seni fazlasıyla etkiliyor ve gelecek kaygıların hayattan bıkmana neden
oluyor.. Belki de artık ölümün eşiğine geldiğine inanıyorsun yani ölmek
istiyorsun. Ha varım ha yokum ne fark eder ki düşüncesindesin...” dediğinde
ona şüpheyle bakmadan edemedim. Çünkü beynimden geçenleri okumaya
başlamıştı. İçimden ölümün belki de en güzel kurtuluş yolu olduğunu
düşünüyordum.
Tekrar konuşmaya başladı.
“Evet, ölüm senin için bir kurtuluş yolu olabilir. Yaşamına son vermek
isteyebilirsin. Ama ne için? Ölmüş bir geçmiş için mi? Ya da şu an hayal
olan bir gelecek için mi? Dediğinde ise sadece bu sorunun cevabı dolaşmaya
başlamıştı beynimde. Geçmiş için mi? Gelecek için mi? Evet bu soruya bile
cevap bulamıyorum ölmeyi düşünürken. Ben cevapsız kalan soruları düşünürken
o biranda ayağa kalktı ve beni elimden tutup kaldırdı.
“Şimdi seninle bir yere gideceğiz. Gideceğimiz yeri söylemiyorum. Yalnız
yaklaştığımızda gözlerini bağlamak istiyorum. Çünkü nereye gittiğimizi
görmeni istemiyorum“ dedi.
Beraberce ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladık. Rüzgarın artan
esintisi ve ormanın yavaş yavaş seyrekleşmesi denize doğru gittiğimiz
hissini doğurdu içimde. Bir ağacın önünde durduk ve gözlerimi bağladı. Biraz
korku biraz heyecan yaşıyorduk ama merakım ağır basıyordu. Sormama izin
vermeyeceği için ise kendimi ona bıraktım ve onun yardımıyla yürümeye devam
ettim. Bir yere geldik ve durduk.

“Şimdi bağı çözeceğim ama gözlerini aç diyene kadar
açmayacaksın ve elimi tutmanı istiyorum” dedi. Gözlerimi açtığımda yüksek
bir yerdeydim, metrelerce aşağıda kalan deniz korkunç görünüyordu. Evet
burası bir uçurumdu. Ölümün eşiğinde olan ruhumun şimdi bedenimle beraber
bir uçurumun eşiğinde duruyordu ve ölüm çok yakındı, ve konuşmaya başladı;
“Evet her şey bir adım, Ölmek mi? Her şeye rağmen yaşamak mı? Bir adımla
ölümü seçebilirsin. Uçurum korkunç mu geldi? Belki bir adımla bir arabanın
altında da kalabilirsin. Ya da bir adımla birçok can alan tren raylarının
altında. Ya da bir hareketle ilaç kutusuna sarılıp hepsini içmek de
isteyebilirsin. Ama kendini gökyüzüne bırakıp bu taptığın mavilikte ölmek
belki de daha çok hoşuna gider ne dersin? Şimdi elini bırakıyorum ve sen seç
ama adımını atmadan önce geçmiş için mi? Gelecek için mi? Sorusunun yanıtını
vermeni istiyorum.”
Düşündüğüm şey sadece o anım oldu. O an soluduğum hava, kokusunu duyduğum
deniz, esintisiyle tenimi okşayan ılık rüzgar. Ne geçmiş, ne gelecek her şey
anını keyifle geçirmek dedim ve bir adım attım. O an bana sımsıkı sarıldı
ve;
“İşte evlat” dedi. “Geçmiş ölmüş gelecek ise sadece bir hayal, şimdi ise
yaşanan an ve gerçek. Ölmüş bir geçmişle hayal bir gelecek düşüncesiyle
yaşanan anın gerçeğini yitirmek ve onu öldürmek ise kendine verdiğin en
büyük ceza olsa gerek. Artık her anın keyfini çıkart ve sonra da geçmişte
bırak...”
Bu ondan aldığım en büyük miras olmuştu. Ve aylar sonra bir gün onu
ziyarete gittiğimde onu en sevdiği, gökyüzünü en rahat görebildiği yerde
yatarken buldum. Ama ölmüştü. Anlaşılan öldüğün anın bile keyfini
çıkarmıştın bay yaşama sevinci... Hoşça kal...


ALINTI
Ara
Cevapla
Hayat_Bu
#40
21 yıllık bir evlilikten sonra "aşk ışıltısını" canlı tutmanın yeni bir yolunu buldum.
Bir süre önce,başka bir kadınla çıkmaya başladım ve bu aslında eşimin fikriydi.
Bir gün eşim, beni çok şaşırtarak:"Biliyorum ki onu seviyorsun"dedi.
Şiddetle itiraz ettim.Ama ben seni seviyorum."Biliyorum ama aynı zamanda onu da seviyorsun.Ona da zaman ayırman gerekiyor"
Karımın ,ziyaret etmemi istediği "öbür kadın";19 yıldır dul olan annem di.
İşimin yoğunluğu ve 3 çocuğumun beklentileri sebebiyle Annemi görme fırsatım pek olamıyordu.
O akşam annemi yemeğe ve ardından sinemaya davet ettim.
Endişelendi ve hemen"iyimisin,her şey yolunda mı"diye sordu.Annem de geç saatte gelen bir telefonun veya sürpriz bir davetin mutlaka kötü bir anlamı olacağından şüphelenen tipte kadınlardan dı.
"Seninle beraber ikimizin biraz zaman geçirmemizin güzel olacağını düşündüm"diye yanıtladım."Sadece ikimiz mi?"Biraz düşündü ve "Çok isterim"diye cevap verdi.
O cuma,iş çıkışı onu almaya giderken kendimi biraz gergin hissediyordum.Eve vardığımda farkettim ki o da randevumuzdan ötürü biraz gergindi.Kapının önünde paltosunu çoktan giymiş bir şekilde bekliyordu.Saçlarını yaptırmıştı ve üzerinde babamla kutladıkları son evlilik yıldönümlerinde giydiği elbise vardı.Bana melekler kadar ışıltılı bir yüzle gülümsedi.
Arabaya bindiğimizde"Arkadaşlarıma oğlumla dışarı çıkacağımızı söyledim ve gerçekten çok etkilendiler"dedi."Randevumuzun nasıl geçtiğini duymak için sabırsızlanıyorlar."Gittiğimiz restoran çok şık olmasa da sevimli ,sıcak ve servisin kaliteli olduğu bir mekandı.Annemse,bir kraliçe edasıyla koluma girdi.Yerimize oturdukdan sonra ona mönüyü okumam gerekmişti,çünkü küçük yazıları göremiyordu.
Ben daha mönünün ortalarındayken annemin nemli gözlerle ve nostaljik bir gülüşle bana bakmakta olduğunu farkettim."Eskiden,sen küçükken,mönüleri okuyan bendim;sense meraklı bakışlarla beni dinlerdin "dedi.Ben de gülümsedim."O zaman şimdi senin rahat rahat oturma sıran ve bende okuyarak borcumu ödeyebilirim "dedim.Yemek boyunca muhabbetimiz çok güzeldi,sıra dışı hiç bir şey olmadı ama eskilerden ve hayatımızdaki yeniliklerden bahsederek kaybettiğimiz zamanın birazını telafi etmeğe çalıştık.O kadar çok konuştuk ve eğlendik ki film saatini kaçırdık
Akşam annemi bırakırken;"Seninle tekrar çıkmak isterim ama ancak bu sefer benim seni davet etmeme izin verirsen"dedi ve bir akşam tekrar buluşmakta karar kıldık.
Eve geldiğimde eşim yemeğin nasıl geçtiğinisordu:"Çok güzeldi"dedim"Düşünebileceğimin çok üstündeydi."
Bir kaç gün sonra annem aniden ciddi bir kalp krizi sonucu vefat etti.
Bu o kadar ani gerçekleşmişti ki onun için bir şey daha yapma şansım olmamıştı.
Bir kaç gün sonra evime annemle yemek yediğimiz restorandan,ödenmiş iki kişilik bir yemek faturası ve üzerine iliştirilmiş bir not yollandıomg_smile.gifğlum,bu faturayı önceden ödedim,çünkü seninle kararlaştırdığımız randevu gününe gelemeyeceğimden neredeyse yüzde yüz eminim.Yine de iki kişilik bir yemek ayarladım çünkü bu sefer eşinle beraber gitmenizi istiyorum.Seninle olan o günkü randevumuzun benim için ne anlam ifade ettiğini bilemezsin.seni seviyorum.
O esnada,"Seni seviyorum"demenin ve hayatta değer verdiğimiz insanlara hak ettikleri zamanı ayırmanın önemini anladım.Hayatta hiç bir şey ailenizden daha önemli değildir.Onlara hakları olan zamanı ve ilgiyi verin çünkü böyle şeyleri erteleyebileceğiniz"başka bir zaman" her istediğinizde yakalayamayabilirsiniz.
Hayatınızdaki tüm annelere...(F)
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi
  Tarih: 11-24-2024, 05:23 AM