NAZAR
-Bir insan bir kimseye çok bakarsa ve içinden ne kadar güzel derse, o insana nazar değermiş.
-Evet, mesela bir adamın nazarı insanı hastalandırır hatta öldürürmüş.
Konuşan kadınları dikkatle dinliyordu annesinin yanına iyice sokulmuş on-bir yaşlarında bir çocuk.
-Tilki Dursun’un gözü herkese değiyor, nazarı hemen insanı devirir.
Allah Korusun. Kadın gözlerini büyük büyük açmıştı. Yuvarlak yüzü iki katı büyümüş ve korkunçlaşmıştı. Diğer kadınlar da ürkmüş gibi sanki biraz daha küçülmüşlerdi. Çocuk ise onların aksine sanki bir masal dinler gibi merakla dinliyordu anlatılanları. Bir yandan da insan gözleriyle bir insanı nasıl hastalandırır, hatta öldürür diye düşünüyordu.
-Güzel çocuklar, çalışkan insanlar hep nazara gelir. Mavi gözlülerin nazarı çabuk değer. Tilki Dursun mavi gözlü ya hemen nazarı değiyor komşum.
Konuşulanların ardı arkası kesilmiyordu. Kadınlar, konuştukça konuşuyor, zaman ilerliyor, güneş batmaya hazırlanıyordu.
Çocuğun annesi, izin aldı ve kalktı bahçenin tahta kapısına ilerledi ve çıkıp evine doğru gitti ve çatısız alçakça bir evin köşesinden kaybolup gitti.
....
Çocuk tozlu yolun az ötesinde çimenlerin üzerinde oynuyordu.
Yanında kendinden biraz daha küçükçe bir çocuk daha vardı. Misket oynuyorlardı. Cam bilyeleri birbirine atıp vuruyorlar ve kazanan bilyelerden birkaç tane alıyordu ödül olarak. Çocuk birden duraklar gibi oldu. Ve küçük çocuğa dikkatlice bakmaya başladı.
Bir yandan da “Cemil’e dikkatle baksam ve ne güzel çocuk desem gözüm değer mi ki?” Diye düşünmüştü. Gözlerini hiç çekmeden Cemil’e bakmaya devam ediyordu. Gerçekten ne kadar güzel bir çocuktu. Gözleri yeşildi. Saçları lüleli ve simsiyahtı.
Hafifçe tombul bir yapısı vardı.
-Zafer, oğlum hadi eve gel. Annesi çağırıyordu. Zafer, önce bir daha Cemil’e baktı ve kalkıp koşarak eve gitti. Annesi sofrayı kurmuştu. Bugün Zafer’in en çok sevdiği tarhana çorbası kokusunu tüm eve yaymıştı. Oturdu, hemen iştahla kaşıkladı çorbayı.
....
-Gülizar, kız Gülizar!
-Efendim! Züleyha Bacı
- Kız! Duydun mu? Hatun’un küçük çocuğu var ya hastalanmış. Ateşler içinde yanıyormuş. Gözlerini açamıyormuş. Yürüyemiyormuş bile.
Gülizar’la Züleyha hemen Hatun’un evine doğru yol aldılar. Nefes nefese vardılar eve. Ev tek katlı küçük iki penceresi olan iki odalı bir evdi.
Odanın ortasında kara ve beyaz nakışlı, kırmızı bir kilim vardı. Ve tam odanın karşısında bir av tüfeği asılıydı. Hemen tüfeğin asılı olduğu yerde yer yatağında Cemil yatıyordu. Uyuyor gibiydi ama benzi soluktu. Alnında ıslak bez vardı. Bir ara anne der gibi oldu ve yine daldı.
Annesiyle birlikte Zafer gelmişti eve.
Merakla Cemil’e bakıyordu. Gözlerinde sanki bir korku var gibiydi.
Annesinin arkasına gizlenmek ister gibiydi.
.....
- Gülizar, Kız Gülizar, Cemil ölmüş.
- Sahi mi? Deme Sultan. Yazık Tüh.
Zafer, bahçede Dut ağacının dibinde oynuyordu. Konuşulanları duymuştu.
-Kız Gülizar, Cemil’e nazar mı değdi yoksa? Çocuk iki günde eridi. Kara toprağa girdi.
Vah ki, sultan’a.
O gün, Zafer koşup hemen Cemil’lerin evine vardı. Baktı ki bir kalabalık avluda.
Küçük bir masada bir küçük çocuk yatıyordu. Elbisesi yoktu üzerinde. Öylece hareketsizce yatıyordu.
Zafer, hemen oradan koşarak uzaklaştı. Sokaklardan geçerek köyün dışına çıktı. Küçük bir tepeye çıkıp küçük bir taşın üstüne çöktü. Ne yapacağını bilmez bir tavırla öylece bomboş gözlerle durup duruyordu. Aradan ne kadar zaman geçti bilinmez arkadan bir ses:
-Zafer, yavrum, ne yapıyorsun burda, akşama kadar seni aradım. Hadi eve...
....
Zafer, o günden sonra hemen hiç konuşmamaya başlamıştı.
Doğru dürüst yemek de yemiyordu.
Annesi ne yapacağını şaşırmıştı. Hocanın da duaları da faydasızdı.
Bir gün sabah annesi baktı ki, oğlu ateş içinde. Sayıklıyordu.
Ama ne dediği anlaşılmıyordu. Ama bir ara Cemil dedi gibi geldi annesine.
Günler geçiyor, ama Zafer iyileşmiyordu. Dağlardan şifalı otlar getirdiler. Hocaya okuttular.
Ne yaptılarsa faydasız. Gülizar çaresiz bekliyor bekliyordu.
...
-Anne, Cemil benim yüzünden öldü dedi Zafer inler gibi.
Annesi irkildi.
-Cemil’i ben öldürdüm.
-Yook Yok yavrum neden sen öldüresin sen ne yaptın ki O’na. O, hastalandı öldü.
Annesi bir anlam veremedi buna. Çocuk herhalde çok üzüldü arkadaşına diye geçirdi aklından.
....
-Anne, su ver. Su ver.
Annesi, hemen ılık su dolu çocuğun dudaklarına yanaştırdı.
Çocuk bir yudum aldı,
ikinci yudumu almaya yeltendi, ama başı yana doğru bükülüverdi.
Annesi çocuğu hafifçe sarstı.
Fakat, çocukta bir kımıldama olmadı.
-Zafer, Zafer oğlum. Ve çılgın gibi döğünmeye başladı ve ağlama krizine girdi Gülizar.
Ömer ILGAZ
-Bir insan bir kimseye çok bakarsa ve içinden ne kadar güzel derse, o insana nazar değermiş.
-Evet, mesela bir adamın nazarı insanı hastalandırır hatta öldürürmüş.
Konuşan kadınları dikkatle dinliyordu annesinin yanına iyice sokulmuş on-bir yaşlarında bir çocuk.
-Tilki Dursun’un gözü herkese değiyor, nazarı hemen insanı devirir.
Allah Korusun. Kadın gözlerini büyük büyük açmıştı. Yuvarlak yüzü iki katı büyümüş ve korkunçlaşmıştı. Diğer kadınlar da ürkmüş gibi sanki biraz daha küçülmüşlerdi. Çocuk ise onların aksine sanki bir masal dinler gibi merakla dinliyordu anlatılanları. Bir yandan da insan gözleriyle bir insanı nasıl hastalandırır, hatta öldürür diye düşünüyordu.
-Güzel çocuklar, çalışkan insanlar hep nazara gelir. Mavi gözlülerin nazarı çabuk değer. Tilki Dursun mavi gözlü ya hemen nazarı değiyor komşum.
Konuşulanların ardı arkası kesilmiyordu. Kadınlar, konuştukça konuşuyor, zaman ilerliyor, güneş batmaya hazırlanıyordu.
Çocuğun annesi, izin aldı ve kalktı bahçenin tahta kapısına ilerledi ve çıkıp evine doğru gitti ve çatısız alçakça bir evin köşesinden kaybolup gitti.
....
Çocuk tozlu yolun az ötesinde çimenlerin üzerinde oynuyordu.
Yanında kendinden biraz daha küçükçe bir çocuk daha vardı. Misket oynuyorlardı. Cam bilyeleri birbirine atıp vuruyorlar ve kazanan bilyelerden birkaç tane alıyordu ödül olarak. Çocuk birden duraklar gibi oldu. Ve küçük çocuğa dikkatlice bakmaya başladı.
Bir yandan da “Cemil’e dikkatle baksam ve ne güzel çocuk desem gözüm değer mi ki?” Diye düşünmüştü. Gözlerini hiç çekmeden Cemil’e bakmaya devam ediyordu. Gerçekten ne kadar güzel bir çocuktu. Gözleri yeşildi. Saçları lüleli ve simsiyahtı.
Hafifçe tombul bir yapısı vardı.
-Zafer, oğlum hadi eve gel. Annesi çağırıyordu. Zafer, önce bir daha Cemil’e baktı ve kalkıp koşarak eve gitti. Annesi sofrayı kurmuştu. Bugün Zafer’in en çok sevdiği tarhana çorbası kokusunu tüm eve yaymıştı. Oturdu, hemen iştahla kaşıkladı çorbayı.
....
-Gülizar, kız Gülizar!
-Efendim! Züleyha Bacı
- Kız! Duydun mu? Hatun’un küçük çocuğu var ya hastalanmış. Ateşler içinde yanıyormuş. Gözlerini açamıyormuş. Yürüyemiyormuş bile.
Gülizar’la Züleyha hemen Hatun’un evine doğru yol aldılar. Nefes nefese vardılar eve. Ev tek katlı küçük iki penceresi olan iki odalı bir evdi.
Odanın ortasında kara ve beyaz nakışlı, kırmızı bir kilim vardı. Ve tam odanın karşısında bir av tüfeği asılıydı. Hemen tüfeğin asılı olduğu yerde yer yatağında Cemil yatıyordu. Uyuyor gibiydi ama benzi soluktu. Alnında ıslak bez vardı. Bir ara anne der gibi oldu ve yine daldı.
Annesiyle birlikte Zafer gelmişti eve.
Merakla Cemil’e bakıyordu. Gözlerinde sanki bir korku var gibiydi.
Annesinin arkasına gizlenmek ister gibiydi.
.....
- Gülizar, Kız Gülizar, Cemil ölmüş.
- Sahi mi? Deme Sultan. Yazık Tüh.
Zafer, bahçede Dut ağacının dibinde oynuyordu. Konuşulanları duymuştu.
-Kız Gülizar, Cemil’e nazar mı değdi yoksa? Çocuk iki günde eridi. Kara toprağa girdi.
Vah ki, sultan’a.
O gün, Zafer koşup hemen Cemil’lerin evine vardı. Baktı ki bir kalabalık avluda.
Küçük bir masada bir küçük çocuk yatıyordu. Elbisesi yoktu üzerinde. Öylece hareketsizce yatıyordu.
Zafer, hemen oradan koşarak uzaklaştı. Sokaklardan geçerek köyün dışına çıktı. Küçük bir tepeye çıkıp küçük bir taşın üstüne çöktü. Ne yapacağını bilmez bir tavırla öylece bomboş gözlerle durup duruyordu. Aradan ne kadar zaman geçti bilinmez arkadan bir ses:
-Zafer, yavrum, ne yapıyorsun burda, akşama kadar seni aradım. Hadi eve...
....
Zafer, o günden sonra hemen hiç konuşmamaya başlamıştı.
Doğru dürüst yemek de yemiyordu.
Annesi ne yapacağını şaşırmıştı. Hocanın da duaları da faydasızdı.
Bir gün sabah annesi baktı ki, oğlu ateş içinde. Sayıklıyordu.
Ama ne dediği anlaşılmıyordu. Ama bir ara Cemil dedi gibi geldi annesine.
Günler geçiyor, ama Zafer iyileşmiyordu. Dağlardan şifalı otlar getirdiler. Hocaya okuttular.
Ne yaptılarsa faydasız. Gülizar çaresiz bekliyor bekliyordu.
...
-Anne, Cemil benim yüzünden öldü dedi Zafer inler gibi.
Annesi irkildi.
-Cemil’i ben öldürdüm.
-Yook Yok yavrum neden sen öldüresin sen ne yaptın ki O’na. O, hastalandı öldü.
Annesi bir anlam veremedi buna. Çocuk herhalde çok üzüldü arkadaşına diye geçirdi aklından.
....
-Anne, su ver. Su ver.
Annesi, hemen ılık su dolu çocuğun dudaklarına yanaştırdı.
Çocuk bir yudum aldı,
ikinci yudumu almaya yeltendi, ama başı yana doğru bükülüverdi.
Annesi çocuğu hafifçe sarstı.
Fakat, çocukta bir kımıldama olmadı.
-Zafer, Zafer oğlum. Ve çılgın gibi döğünmeye başladı ve ağlama krizine girdi Gülizar.
Ömer ILGAZ