Düş Bozumu
"bir düş bozumu bu;
çocukluğumun gözlerinden damla damla kanayarak düşen"
Kendi yokluğumdan kaçıyorum kimseye fark ettirmeden,
yine kendime yakalanacağımı bilerek.
Çıldırasıya susuyor çocukluğum kan çanağı uçurumların kıyısında....
Sessizlik rüzgarla bir olup yüzüme vuruyor gecikmişliğimi;
düşüyorum gözlerinden…!
Gittiğinden beri aralıksız ölüm yağıyor kente,bembeyaz.
Çocukluğum üşüyor parmaklarımın ayazında…
Yoksun!
Bir uçurtma daha asılı kaldı gökkuşağının alaca kanadında...
Ki bastığım toprak daha kara şimdi,daha utangaç.
Öyle ki koynuna almaktan çekinir oldu gölgemi…
Gözlerimde hâlâ ıslaklığı var dudaklarının cümlelerce
ve dudaklarımda Sahra kuraklığınca suskunluğun.
Kefensiz tabutsuz gömdün sesimi senli bir bensizliğe,bilmiyorsun!
Şimdi alabildiğine haykırmak istesem de seni sevdiğimi
gölgemden başkası duymaz beni…
Kendime kıvrılmış bakışlarla seyrediyorum seni ötelerden.
Gökyüzünden kırlara inmiş yıldızlara benziyor saçlarındaki ateşböcekleri.
Bir yağmur sonrası gecenin ıslaklığında toprak kokusu oluyor tenin;
hani o beton yığınları arasında hiç hissedemediğim…
Hep bir çığlık olmak isterdim diline yapışan…
Öyle bir çığlık ki başkaldıran kardelenler gibi
soğuğa ve bir günlük ömrüme inat
delicesine bir yaşama isteğiyle yanmalıydım iliklerime kadar.
Oysa şimdi her sevişme bir intihar,
her gece diğerinden daha karanlık.
Tanıdığım insanlar dertlerini doldurup içime,
ağzımı bağlayıp attılar beni bir köşeye.
Çok kereler ölümü düşledim ve çok kereler döndüm ipin ucundan…
"Her gün yeni bir şeyler göz açmakta zamana
ve yeni bir şeyler tükenmekte,çaresiz.
Bense her yeri eskilerle doldurdum senden sonra;
başkalarının yaşanmışlıklarında bulabilmek için kendimi.
"Beni" aradıkça "sana" kaybolmuşum meğer…Bilemedim…!"
Bazen kendine küsüyor
uçurtmasını gökyüzüne çaldıran o yaramaz çocuk.
Çoğu zaman kendine uyuyor gece;ben hâlâ bıraktığın gibi uykusuz.
Her şeyi öldürüyorum kendimle birlikte
ve şafak vakti işliyorum cinayetlerimi.
Eldiven takmıyorum ellerime;parmak izlerim yok çünkü.
Oturup yıldızların arasına bir sigara yakıyorum bazen yaşama inat.
Duman duman efkâra boğuluyor
yüreğimde gölgesiyle oynaşan o çocuk.
Soluk yüzlü bir Ay'la konuşuyorum
ve sevişken bir karanlık oluyor dert ortağım.
Gülmekle aldatıyorum kendimi çoğu kez;
ağlamaya cesaret edemiyorum.
Yüzümü de göremiyorum aynalarda.
Böyle karlı bir kış günü kaybettim onu;
sen sokaklarda ihanete atarken adımlarını ağırdan…
Şimdi sana yazdığım şiirlere kaldırımlardan mısra topluyorum;
hüzün süpürüyorum Kızkulesi'nin eteklerine doğru.
Her pisliği,her ihaneti,her düşü ardımdan sürüklüyorum umarsızca…
Ve ne zaman kar yağsa (!)
kirli elleriyle çırılçıplak bir İstanbul tırmanıyor
Üsküdar'dan Sarayburnu'na...
(Yine mi rötarlı trenlerin? Bil ki sana hâlâ küsüm Haydarpaşa..!)
Öyle garip bir umman ki burası
her yan sarhoş kayıklarda gözyaşı içen yıldızlarla dolu.
Gecenin koynunda
günahla çıldırış arası bir yerde sürükleniyor düşlerim…
Ve bir akrep bütün zehriyle kalbimin tam üstünde atıyor adımlarını .
Batırırsa iğnesini sol yanıma,o vakit çocukluğum düşecek,
kan-ter içinde görülmüş kaçak düş misali avuçlarına.
Sakın ola ki korkma! Çünkü en kusursuz cinayetimi getirdim sana…
Hadi göm yüreğimi çukurlarına…!
Göm ki masmavi gözleriyle
hiç yaşanmamış bir İstanbul doğsun bahar yüzlü sabahlara….
Alıntı