Öylesine bir renkteyim...
Biriyim, bir istasyondan öbürüne biletsiz gitmeye çalışan ve her kontrolde bir kabinin tahta aralığına sığınan. Mülteci bir hayattı yaşadığım. Atılan yarı dolu bir su şişesinde aradım mutluluğu, kana kana su içer gibi. Sonra hemen yanında ardışık ısırıklardan arta kalan bir çikolatada… Ekmeği beğenmedim. Hiçbir zaman da sevmedim. Şişirilmiş doyumlara yer vermedim hayatımda.
Gündüzleri milyarlarca insandan biriydim, geceleri ise rüyanın en tatlı yerinde uyanan külkedisi…
Damarlarımda pıhtılaşan nikotin kadar yaşamaktan öteye gidemedim sevdaları. Belki de bu yüzdendir mutsuzluğum, mutsuzlukla oluşum. Cümlelerle denklem kurmaya çalışmaktan öte, kısır döngüler yarattım kendime… Cevap şıkkı bile olmayan...
Gün geçtikçe istemeden kısaldı cümlelerim. Daha net, daha açık olmaya başladılar. Üstü kapalılık karanlık çöktükçe terk etmeye başladı. Ve düşüncelerim de daralmaya… Şikâyetçi değilim. Tam tersi, ya da tam aksi… Ne fark eder ki!
Kapkaranlık bir odadayım şu an. Klavyeye bakmıyorum. Parmaklarım yazıyor, ben de okuyorum. Şarjı azalan telefonumda tek tük çağrılar, ve ebediyete kazınmış mesajlar, ta ki silinene kadar... Sigarası gittikçe azalan bir paketi avuçluyorum 10 dakikada bir. Ve kibriti çakıp, uzun uzuna seyrediyorum. Tütünle buluştuğu anda hissediyorum feryadını, savuruyor dumanını, bir o yana, bir bu yana… Ciğerlerime çekip salmıyorum saniyelerce, belki 5, belki 10 saniye. Dayanamıyor, kusuyorum bir türkü adıyla “geçti sevdalarla ömrüm”.
Bazen boğuluyorsun cümlelerin içinde. Yazamıyorsun. Anlatamıyorsun. Neyle başlasam, nasıl yazsam deyip duruyorsun. Kırdığın bir dost dalını aşılamak için yağmurlara, rüzgârlara göğüs geriyor, her yitirişi göze alıyorsun, fakat oyuncağı olduğun bir aşka dur diyemiyorsun. Aşka kukla oldukça, her bir parçanı teker teker yitiriyorsun. Bir dost eli aramak umutsuzca, belki haklı, belki de haksız bir serzeniş bu..
Gündüzleri milyarlarca insandan biriydim, geceleri ise rüyanın en tatlı yerinde uyanan külkedisi…
Damarlarımda pıhtılaşan nikotin kadar yaşamaktan öteye gidemedim sevdaları. Belki de bu yüzdendir mutsuzluğum, mutsuzlukla oluşum. Cümlelerle denklem kurmaya çalışmaktan öte, kısır döngüler yarattım kendime… Cevap şıkkı bile olmayan...
Gün geçtikçe istemeden kısaldı cümlelerim. Daha net, daha açık olmaya başladılar. Üstü kapalılık karanlık çöktükçe terk etmeye başladı. Ve düşüncelerim de daralmaya… Şikâyetçi değilim. Tam tersi, ya da tam aksi… Ne fark eder ki!
Kapkaranlık bir odadayım şu an. Klavyeye bakmıyorum. Parmaklarım yazıyor, ben de okuyorum. Şarjı azalan telefonumda tek tük çağrılar, ve ebediyete kazınmış mesajlar, ta ki silinene kadar... Sigarası gittikçe azalan bir paketi avuçluyorum 10 dakikada bir. Ve kibriti çakıp, uzun uzuna seyrediyorum. Tütünle buluştuğu anda hissediyorum feryadını, savuruyor dumanını, bir o yana, bir bu yana… Ciğerlerime çekip salmıyorum saniyelerce, belki 5, belki 10 saniye. Dayanamıyor, kusuyorum bir türkü adıyla “geçti sevdalarla ömrüm”.
Bazen boğuluyorsun cümlelerin içinde. Yazamıyorsun. Anlatamıyorsun. Neyle başlasam, nasıl yazsam deyip duruyorsun. Kırdığın bir dost dalını aşılamak için yağmurlara, rüzgârlara göğüs geriyor, her yitirişi göze alıyorsun, fakat oyuncağı olduğun bir aşka dur diyemiyorsun. Aşka kukla oldukça, her bir parçanı teker teker yitiriyorsun. Bir dost eli aramak umutsuzca, belki haklı, belki de haksız bir serzeniş bu..
Artık anla be kızım, artık anla, törpülenen bir sevda yaşadığın. Kendini kandırma. Kaldır kafanı. Yanından geçip giden gözlerin peşinden koştun yıllardır, yeter sana bakan gözlere kan ağlatma…
Ağlama……………………
Ağlama……………………