Yalnızlığımın en kalabalık yanı, uykularda mısın yine? Uyan artık bu aymaz uykudan kayıp gidiyorum avuçlarının arasından. Neredesin?
Gecenin yağmur giyinmiş silueti sırdaş oldu yine. Kaçıncı gece bu bilmiyorum karanlıklara sığındığım? Yalnızlık ne yüzsüz bir gözlemci. Sinsi sırıtışıyla kapladı gecemi. Kapısız, penceresiz bir odada çırılçıplak ve savunmasız bıraktı beni.
Bir kucak olsun da diyorum; ister dikenle ister gülle donanmış olsun. Hiç umursamıyorum. Yeter ki göz yaşlarımla yıkayabileceğim bir omuz olsun sığındığım. Yeter ki kelimelerin hıçkırıklarına bir yol bulayım. Eğri büğrü, doğru yanlış umurumda bile değil. Ruha sahip bir can olsun yanımda, sıyırayım tüm korkularımı üzerimden. Sadece bedenden değil duygulardan da ibaret bir kadın olarak, ben olarak kalayım önünde. Bak geceye esirim yine. Sen bir adım ötede, sen bir kelimeyle gelebileceğin mesafede, hatta belki bedenin bedenimde… Ama acılarımı, korkularımı kucaklayacak ruhun nerede? Binlerce çiçeği yeşertmeye çalıştım senin adını verip her birine. Boynunu büken her yaprağın adından yeni bir tane yeşerttim çiçek bahçesine dönen bir ömürde. Susuz kalmasınlar diye göz yaşlarımla suladım, sese hasret olmasınlar diye gecelerce başlarında masallar anlattım. Olmadı, beceremedim. Her diktiğim çiçekte ben yeniden yenildim. Her ayağa kalktığımda tökezleyip toprağa geri döndüm. Her atmaya çalıştığım adımda, birbirine dolandı ayaklarım. Ne çiçeklerim ait oldu bana, ne ben onlara. Bu işin altından kalkamadım.
Çok mu ağır geldi sırtındaki yük hadi söyle! Bu kadar zor muydu paylaşabilmek kelimesini hayata geçirebilmek elinden geldiğince. Yalnızlığın binlerce farklı boyutu olabileceğini öğrettin sen bana. An geldi, parmaklarının ucunun bir teması uğruna dünyayı yıkmaya hazır bir kadın oldum, an geldi elin elimdeyken kimsesizliğimin en dibine vurdum. Dilimdeki kelimelerin sığındığı küçücük seslere kandın da sen, gözlerimdeki kördüğümleri hiç anlamadın. Hep yanımda olacağın günlerin hayalini kurarken ben, yanında olmanın dünyanın öbür ucunda olmandan farklı olmadığını anladığım anda, hayallerimin en olmadık yerinden vuruldum. Gerçek yalnızlığı öğrettin bana. Kalabalıkların içindeki sessiz çığlıklarımın haykıranının da duyanının da yalnızca ben olduğumu öğrendim hayretle.
Gün geldi yalpalaya yalpalaya sığındım ilk bulduğum sese. Bir sesti çünkü limanlarım. Sadece bir ses. Tiz çığlıklarla savruldum dalgaların eşliğinde. Duyduğum umut içeren her sesi susuzluğumdan kurtulmak istermişcesine kana kana içtim bakmadan bulanık mı pis mi diye. Sarılmaya çalıştığım her ses birbirine benzer tınılara sahip oldu zaman içerisinde. Farklı sesler benzer seslere dönüştü önce. Sonra da benzer sesler aynı tona dönüştü acımasız bir monotonluk içinde. Peşine takılıp gittiğim sesin ufacık bir izi bile kalmadı. Kayıp seslerin peşinde, kayıp bir ruh silueti gördüğüm bugün. Tüm harfler sımsıkı sarılmış göğsüme, yitik umutlarının peşinde sürüklenip gidiyor. Sessizce, sensizce…
Gecenin yağmur giyinmiş silueti sırdaş oldu yine. Kaçıncı gece bu bilmiyorum karanlıklara sığındığım? Yalnızlık ne yüzsüz bir gözlemci. Sinsi sırıtışıyla kapladı gecemi. Kapısız, penceresiz bir odada çırılçıplak ve savunmasız bıraktı beni.
Bir kucak olsun da diyorum; ister dikenle ister gülle donanmış olsun. Hiç umursamıyorum. Yeter ki göz yaşlarımla yıkayabileceğim bir omuz olsun sığındığım. Yeter ki kelimelerin hıçkırıklarına bir yol bulayım. Eğri büğrü, doğru yanlış umurumda bile değil. Ruha sahip bir can olsun yanımda, sıyırayım tüm korkularımı üzerimden. Sadece bedenden değil duygulardan da ibaret bir kadın olarak, ben olarak kalayım önünde. Bak geceye esirim yine. Sen bir adım ötede, sen bir kelimeyle gelebileceğin mesafede, hatta belki bedenin bedenimde… Ama acılarımı, korkularımı kucaklayacak ruhun nerede? Binlerce çiçeği yeşertmeye çalıştım senin adını verip her birine. Boynunu büken her yaprağın adından yeni bir tane yeşerttim çiçek bahçesine dönen bir ömürde. Susuz kalmasınlar diye göz yaşlarımla suladım, sese hasret olmasınlar diye gecelerce başlarında masallar anlattım. Olmadı, beceremedim. Her diktiğim çiçekte ben yeniden yenildim. Her ayağa kalktığımda tökezleyip toprağa geri döndüm. Her atmaya çalıştığım adımda, birbirine dolandı ayaklarım. Ne çiçeklerim ait oldu bana, ne ben onlara. Bu işin altından kalkamadım.
Çok mu ağır geldi sırtındaki yük hadi söyle! Bu kadar zor muydu paylaşabilmek kelimesini hayata geçirebilmek elinden geldiğince. Yalnızlığın binlerce farklı boyutu olabileceğini öğrettin sen bana. An geldi, parmaklarının ucunun bir teması uğruna dünyayı yıkmaya hazır bir kadın oldum, an geldi elin elimdeyken kimsesizliğimin en dibine vurdum. Dilimdeki kelimelerin sığındığı küçücük seslere kandın da sen, gözlerimdeki kördüğümleri hiç anlamadın. Hep yanımda olacağın günlerin hayalini kurarken ben, yanında olmanın dünyanın öbür ucunda olmandan farklı olmadığını anladığım anda, hayallerimin en olmadık yerinden vuruldum. Gerçek yalnızlığı öğrettin bana. Kalabalıkların içindeki sessiz çığlıklarımın haykıranının da duyanının da yalnızca ben olduğumu öğrendim hayretle.
Gün geldi yalpalaya yalpalaya sığındım ilk bulduğum sese. Bir sesti çünkü limanlarım. Sadece bir ses. Tiz çığlıklarla savruldum dalgaların eşliğinde. Duyduğum umut içeren her sesi susuzluğumdan kurtulmak istermişcesine kana kana içtim bakmadan bulanık mı pis mi diye. Sarılmaya çalıştığım her ses birbirine benzer tınılara sahip oldu zaman içerisinde. Farklı sesler benzer seslere dönüştü önce. Sonra da benzer sesler aynı tona dönüştü acımasız bir monotonluk içinde. Peşine takılıp gittiğim sesin ufacık bir izi bile kalmadı. Kayıp seslerin peşinde, kayıp bir ruh silueti gördüğüm bugün. Tüm harfler sımsıkı sarılmış göğsüme, yitik umutlarının peşinde sürüklenip gidiyor. Sessizce, sensizce…