Artık biliyorum. Varsın. Gönderdiğin mesajlar, kendi kendime gönderdiklerimden çok farklı. Birinin, benden başka birinin soluğunu taşıyorlar. Benim yazdıklarımın da sana benzer bir yabancı ruhu taşıdıklarını biliyorum. Ama yine de klavyeye dokunan parmaklarım kadar emin değilim, kuşkularım var. Parmaklarım rahat, mutlu, yazmayı seviyorlar. Benden bağımsızlaştıkları, neredeyse başka birilerine dönüştükleri yazma anlarının keyfini çıkarıyorlar. Oysa ben tıpkı küçüklüğümde avucuma konan hayali kuşları yakalayan, pişiren, sonra da okuldaki küçük kardeşlerine bırakmadan yiyen tuhaf yaratıklara dönüştükleri zamanlardaki gibi tedirginlikle bakıyorum parmaklarıma. Avucuma konan mesajlara, senden gelenlere baktığım gibi…
İçinde yaşadığım beden ile içinde yaşamayı arzuladığım metin arasında açılan uçurumdan ürküyorum. Benden kopan metnin, uçurumun ötesinde bir yerlerde senin metinlerinle, başkalarının metinleriyle ayrı bir alemin içinde salındıklarını görüyorum. Sonra seni merak ediyorum. O uçurumu senin de gördüğünü, kenarında yapayalnız, türlü meraklar ve kuşkular içinde beklediğini düşlüyorum. Uçurumun öteki kıyısında rüzgarla savrulan yaprakları sayarken elimde düşlediğim metinlerden başka bir şey kalmayacağını anlıyorum.
Çok şey söylemek isterdim. Türlü kurguların, oyuncaklı metinlerin, uçucu masalların içinde buluşmak isterdim seninle. Fakat acelem var. Sana bir an önce ulaşmak istiyorum. Nedenini anlayamadığım panik bir savaş öncesi çılgınlığı gibi her düşündüğümde sızıyor, gitgide ele geçiriyor. Sanki metinler olmasa, yazdıklarım olmasa, yazdıkların olmasa, ben de olmayacağım. Oysa bir tuşa basıp da bu metni de diğerleri gibi boşluğa fırlattığım anda soluğum tükeniyor. Tekrar Araf tedirginliği başlıyor : Dayanılması güç bir bekleyiş… Mesajın olmadığı yer benim ölümüm !
Her şeye rağmen ümitliyim, değil mi ki yazı var… İstiyorum ki yazdıklarımız, mesajlarımız, oyunlarımız, şakalarımız, hepsi, kimsesiz ruhumuzu bu tuhaf alemde çoğaltacak aynalar olsun. Fakat bilemiyorum. Orada mısın ? Şu anda mısın ? Yazdıklarının anında mısın ? Yoksa her şeyi unuttuğun bir anda mısın ?
Saatimi senin anın için kuruyorum. Okuma anın için, yazma anın için, yazılma anın için, senin için… Çok bekletmeyeceksin değil mi ? Uçurumun ötesine de olsa soluğunu fırlatacaksın, değil mi ?
İçinde yaşadığım beden ile içinde yaşamayı arzuladığım metin arasında açılan uçurumdan ürküyorum. Benden kopan metnin, uçurumun ötesinde bir yerlerde senin metinlerinle, başkalarının metinleriyle ayrı bir alemin içinde salındıklarını görüyorum. Sonra seni merak ediyorum. O uçurumu senin de gördüğünü, kenarında yapayalnız, türlü meraklar ve kuşkular içinde beklediğini düşlüyorum. Uçurumun öteki kıyısında rüzgarla savrulan yaprakları sayarken elimde düşlediğim metinlerden başka bir şey kalmayacağını anlıyorum.
Çok şey söylemek isterdim. Türlü kurguların, oyuncaklı metinlerin, uçucu masalların içinde buluşmak isterdim seninle. Fakat acelem var. Sana bir an önce ulaşmak istiyorum. Nedenini anlayamadığım panik bir savaş öncesi çılgınlığı gibi her düşündüğümde sızıyor, gitgide ele geçiriyor. Sanki metinler olmasa, yazdıklarım olmasa, yazdıkların olmasa, ben de olmayacağım. Oysa bir tuşa basıp da bu metni de diğerleri gibi boşluğa fırlattığım anda soluğum tükeniyor. Tekrar Araf tedirginliği başlıyor : Dayanılması güç bir bekleyiş… Mesajın olmadığı yer benim ölümüm !
Her şeye rağmen ümitliyim, değil mi ki yazı var… İstiyorum ki yazdıklarımız, mesajlarımız, oyunlarımız, şakalarımız, hepsi, kimsesiz ruhumuzu bu tuhaf alemde çoğaltacak aynalar olsun. Fakat bilemiyorum. Orada mısın ? Şu anda mısın ? Yazdıklarının anında mısın ? Yoksa her şeyi unuttuğun bir anda mısın ?
Saatimi senin anın için kuruyorum. Okuma anın için, yazma anın için, yazılma anın için, senin için… Çok bekletmeyeceksin değil mi ? Uçurumun ötesine de olsa soluğunu fırlatacaksın, değil mi ?
İşte ben buradayım...