[SIZE=3]Gece karanlık ,karanlık hüzün ,hüznünse anlamı çok alfabemde…
Simsiyah sularında kayboldum şehrimin dün.
yıkıntılarımın enkazlarını teker teker sonsuz derinliklerine var gücümle salladım.
Uzaktaki yalnız ama başı dimdik fenereyse hiç aldırmadım.
Yaraladı çünkü kendine güveni beni.
Başının yere eğilmemesi sızdı içime acı acı.
Herkes’in ışığıydı,umuduydu,kurtuluşuydu o..
Oysa [SIZE=3]BEN…
[/SIZE]
Rotamı almış giderken;
umuttan her dem tokat yemiş müebbet mahkum,
yine kandırdım kendimi.
Elimde kalacak dolmaz boşlukları yine acizane yok sayarak inanmamın bedeli,tadına bakıyorum kan kokan tuzlu yaşlarımın.
Her dakika ayrı bir ağıtı öğreniyorum bana kalan zamanlarımda.
Ne zılgıtlar varmış önceden gülüp geçtiğim acıdan yangına tutulmuş mecnunların yarlığında.
Şimdi, kendi seslerimin çokluğundan uyuştu, içinin büyüklüğü omuzlarıma ağır gelen beynim.
Zılgıt zılgıt,ağıt ağıt,buram buram çaresizliğimi bağırıyorum şehrimin sokaklarına.
Gelir misiniz…?
Sırata asılı kalmış yok sayılışlarımla,yavaş yavaş ateş yanıklarıyla süsleniyor bedenimin en iç yanları.
Elimi bırakırsam İBRAHİM’İN kıssasına dönmeyecek sonum biliyorum…
Dönersem geri NUH gibi korkularımı toplayıp yeni bir varoluşa yelken açamayacağım…
YUSUF gibi kalacağım kör kuyularda…
Replikler şaşırıldı.
Kim kimin kıyalarında kıyama duramadı? kaçak bu hikayede.
Kabullenirken en ağır cezaları,aslında bilmiyorum hüküm giydiğim suçum neyin kısaltılmışlığı?
Yok sayana sebep sorulmaz,
Ellerinin boşluğunda zaten olmayan sıcaklığının ağırlığı duyurulmaz,
Giderken üzerine yığdıklarından bahis açılmaz…
Güneş batar sıcaklığını çekip günlerimden.
Ay şavkının ışıltılarıyla,izinsiz dalar gecelerime.
İstanbul yine kanar,yedi tepesinde yedi ağıt hikayesiyle…
Bana ise yazarın (s)aklıma takılan son sözünü tekrarlamak kalır…
ÜSTÜM KALSIN…
(YAN)ıl(DIM)…