"Gelsen ne olur? Kalsan ne olur? Sarsan ne olurdu?"(lu) bir şarkı eşlik ediyor duygularımın yoğun kıvamına…
Hiç bitmiyor hasretin… Gün geçtikçe azalır sanıyor(lar) insanlar ama tam tersine çıkıyor her şey…
Seni anmadan geçen bir günüm var mı diye bir sor sevgilim? İnan ki yok!
Gündüz iş telaşından, gündelik sorunlardan, gelgitlerden yoğunlaşamıyorum…
İş bitip evime geldiğimde, kapıyı her açışımda salakça bir hayalle uzanıyor elim kapının koluna. Zil olsa ona bile basacağım belki.
Bıkıp usanmadan her gün hayal ediyorum, seni içeride görebilmeyi. Belki, mutfakta yemek yaparken, t.v. izlerken, ya da uzanmış müzik dinlerken…
“Merhaba sevgilim” ile başlıyorum selamıma, yüzüme çarpıyor aynı sertlikte kelimelerim, gülümsüyorum sonra… Üzerimi değiştiriyorum, elbiselerimi asıyorum, pijamalarımı giyiyorum… “Hadi bakalım” diyorum kendime. Ocağa su koyup ısıtmaya yöneliyorum…
Bir ıslık doluyorum ağzıma, gitgide nefesimi kuvvetlendiriyorum, kendi ıslığımı kendim duya duya dolanıyorum içeride…
Neyi bastırmaya çalışıyorum ki? Yoktu karşılığında başka bir melodik ıslık… Kendi ıslığımı duyuran duvarların aynı tonla cevap vermesi dışında.
…ve ısınıyor su, koyuyorum fincanıma, oturuyorum yatağımın üzerine… Yastığım altında defterim, kalemim… Hemen elim varıyor oraya. Fincanımı sehpamın köşesine koyuyorum, kül tablamı sağ tarafıma alıyorum, defterimi de güzelce açıyorum sehpamın üzerine…
Mürekkebi bir, iki sallama ile yazabilen kalemimin kapağını açıyorum, parmaklarımın arasında dolandırıyorum biraz…
“Aşkım;”
Diye başlıyor bütün satırbaşlarım… Soruyorum kalemimle beyaz defter kâğıdına.
“Nasılsın?” ”Günün nasıl geçti?”…
Kendi kendime konuşuyorum, “iyi geçmiştir inşallah…”
Nerelere gittin? Hangi topraklara, hangi taşlara bastın? Yağmur yağdı mı? Islandın mı? Kimlere gülümsedin? Kimlere kızdın? Kimleri görmezden geldin? Kimleri görmeyi diledin? Ne renk pantolon, ne renk kazak, ne renk ayakkabı, ne renk çorap giydin?
Soğuğu pek sevmezsin, üşüdün mü acaba? Ellerin buz gibidir, avuçlarını ovuşturdun mu?
Yanakların kızardı mı? Nefesin titredi mi?
Seni bilmiyorum aşkım, ama tir tir titriyor bedenim. Üşümüyorum, içimde bir rüzgâr esiyor, beynimden geçen düşünce ve anı trafiği çok yoğun, kırmızı ışığı da yok, bir an olsun durmuyor…
Rastgele seyrediyor, oradan oraya taşıyor beynimi, bir dünü, bir bugünü, bir o günü, birbir her günü düşündürüyor bana…
Yazıyorum, karalıyorum birçok kelimeli cümlelerimi…
En alt satıra ismimi yazıp “Rahat uykular aşkım”’ı da ekliyorum. Saat epeyce geç oluyor çoğu kez, uyumuşsundur diye düşünüyorum. “Bu gece gelir misin düşlerime” diyorum ve cevabını sabah almak üzere uzanıyorum yatağıma. Bir sigara yakıyorum her zaman, ışıkları kapatıyorum, dikiyorum gözlerimi tavana, derin derin nefes alıyorum, ruhuma sesleniyorum…
“Eğer onun ruhu gelmezse, sen git onun düşlerine girmeye, açılmıştır kalbinin üzeri, üşüyüp soğumasın, sar, ört üzerini, sıcacık dursun içindeki sevgim…”
Sigaram da bitiyor. Söndürüyorum… Elimi yüzüme döndürüyorum, başımın altında birleştirip iki elimi gözlerimi kapatıyorum…
İstiyorum, göğsümün üzerinde bir ağırlık olsun, burnuma süzülsün güzel teninin kokusu, sar kollarını bedenime, saçların değsin dudaklarıma, nefesin çarpsın boynuma, boylu boyunca uzan yanıma, ruhunu dola ruhuma, sevginin sıcaklığıyla uyu koynumda…
Dalıp gidiyorum sonra… Sabahın gri rengine aralıyorum gözkapaklarımı, biran unutuyorum neler yapacağımı, görememişim düşlerimde…
Önce sorumun cevabını alıyorum, sonra da ümidimi yüklleniyorum tekrar. “Belki de bugün” diyorum…
Apar topar hazırlanıp geliyorum kapının önüne… Önce yatağıma bakıyorum, çarşafı kaymış, yorganı toparlanmış, boş bir yatak, sonra bakıyorum odaya, tekrar gülümsüyorum…
Kapıyı açıyorum, bir adım geriye çıkıp, aralıyorum tamamen…
Bir adım dışarı atmadan bin adım geriye dönesim geliyor çoğu kez. Bazen bir “hadi”, bazen de bir korna sesi ürpertiyor beni…
“Geldim” diyorum, her ne kadar hiç gidemiyor olsam da…
"Rahat Uykular Aşkım..."
Bu gece beni dile aşkım, gelirim… Her ne kadar gelemeyecek olsam da…