Kendi dünyamı zindan ettin bana...
Zalim bir gardiyan gibi kapattın demir kapıları üzerime.
Şimdi nefretle bakıyorum parmaklıklar arasından,
Bir zamanlar bakmaya kıyamadığım yüzüne...
Etrafım nice sevda mahkumuyla dolu artık; kime baksam kimi görsem hep kederli.
Beni hapsettiğin bu uzak dünyada herkes bana benziyor, hepsinin yüzü tanıdık...
Kime sorsam neden burada olduğunu, insanlardan kaçtığını söylüyor; sonra düşünüyorum, demek sandığım kadar yalnız değilim bu dünyada...
Benim gibi insanlardan kaçıp, kendini bir çok benzer kaçakların arasına atan, acılarını sineye çeken, yalnız kaderiyle bir başına kalmak isteyen, yalnızlığını ve inzivasını bir hücre misali bir yerlerde yaşayan yüzlerce insan var...
Hepsinin hikayesi farklı, ama sebebi hep aynı...
Hepsinin kendi dünyalarını zindan eden başka insanlar var uzaklarda bir yerlerde...
Sense; kendi dünyamı zindan ettin bana.
Acımasız bir gardiyandan farkın yok gözümde,
Mecburum boyun eğmeye işkencelerine; mecburum ve tutsağım sineye çektiğim sevgime...
Ve her defasında kalbimi hançerlediğin nefretine...
Şimdi, kendimi hapsettiğim, beni hapsettiğin bu hücrenin penceresinden baktığımda; masmavi, dalgalı ve sonu olmayan bir deniz görüyorum.
Her şeyin bir sonu vardır ya, benim gördüğüm bu engin denizin bir sonu yok...
Tıpkı senin ve benim bir sonumuz olmadığı ve olamayacağı gibi.
O denize her baktığımda, kendilerini acımasızca ve özgürce bırakan insanlar geliyor aklıma.
O insanları düşündükçe, gerçek özgürlüğün ne demek olduğunu anlıyorum.
Beni hapsettiğin bu soğuk hücreden, bir gün dalgalara atlayarak çıkacağım, biliyorum.
Ve sonra, özgürlüğümü, ruhumu, kalbimi benden alıp, yine bana hükmedecek, hüküm giydirecek ve beni tekrar başka bir hücreye atacak başka bir zalim bulacağım.
Yaşamım hep tutsaklık yaşayarak geçti, birilerinin sevgisine, ilgisine, şefkatine esir olarak...
Ve ben bu tutsaklığı hep içimde yaşadım, nereye gitsem benimle geldi; dışarıda özgürce akan dalgalara inat...
Şimdi bir ben varım soğuk hücremin içinde,
Bir de sen varsın, parmaklıkların ötesinde...
Sana baktıkça tutsaklığıma olan tutsaklığımı hatırlıyorum.
Tutsaklığımı hatırladıkça, kaçışlarla, uzaklaşmalarla, inzivalarla geçen ömrüme isyan ediyorum.
İsyan ettikçe, kalbimdeki boşluk büyüyor, yüreğimdeki acıyla haykırıyorum.
Haykırdıkça, susmamı, sakin olmamı söyleyen; bana kendi elleriyle işkenceler yapan o zalim gardiyanı görüyorum...
"Ne yaptım ben sana?" demiştin, o acımasız yüzünü en son gördüğümde;
Daha ne yapacaktın?
Kendi dünyamı zindan ettin bana...
Zalim bir gardiyan gibi kapattın demir kapıları üzerime.
Şimdi nefretle bakıyorum parmaklıklar arasından,
Bir zamanlar bakmaya kıyamadığım yüzüne...
Etrafım nice sevda mahkumuyla dolu artık; kime baksam kimi görsem hep kederli.
Beni hapsettiğin bu uzak dünyada herkes bana benziyor, hepsinin yüzü tanıdık...
Kime sorsam neden burada olduğunu, insanlardan kaçtığını söylüyor; sonra düşünüyorum, demek sandığım kadar yalnız değilim bu dünyada...
Benim gibi insanlardan kaçıp, kendini bir çok benzer kaçakların arasına atan, acılarını sineye çeken, yalnız kaderiyle bir başına kalmak isteyen, yalnızlığını ve inzivasını bir hücre misali bir yerlerde yaşayan yüzlerce insan var...
Hepsinin hikayesi farklı, ama sebebi hep aynı...
Hepsinin kendi dünyalarını zindan eden başka insanlar var uzaklarda bir yerlerde...
Sense; kendi dünyamı zindan ettin bana.
Acımasız bir gardiyandan farkın yok gözümde,
Mecburum boyun eğmeye işkencelerine; mecburum ve tutsağım sineye çektiğim sevgime...
Ve her defasında kalbimi hançerlediğin nefretine...
Şimdi, kendimi hapsettiğim, beni hapsettiğin bu hücrenin penceresinden baktığımda; masmavi, dalgalı ve sonu olmayan bir deniz görüyorum.
Her şeyin bir sonu vardır ya, benim gördüğüm bu engin denizin bir sonu yok...
Tıpkı senin ve benim bir sonumuz olmadığı ve olamayacağı gibi.
O denize her baktığımda, kendilerini acımasızca ve özgürce bırakan insanlar geliyor aklıma.
O insanları düşündükçe, gerçek özgürlüğün ne demek olduğunu anlıyorum.
Beni hapsettiğin bu soğuk hücreden, bir gün dalgalara atlayarak çıkacağım, biliyorum.
Ve sonra, özgürlüğümü, ruhumu, kalbimi benden alıp, yine bana hükmedecek, hüküm giydirecek ve beni tekrar başka bir hücreye atacak başka bir zalim bulacağım.
Yaşamım hep tutsaklık yaşayarak geçti, birilerinin sevgisine, ilgisine, şefkatine esir olarak...
Ve ben bu tutsaklığı hep içimde yaşadım, nereye gitsem benimle geldi; dışarıda özgürce akan dalgalara inat...
Şimdi bir ben varım soğuk hücremin içinde,
Bir de sen varsın, parmaklıkların ötesinde...
Sana baktıkça tutsaklığıma olan tutsaklığımı hatırlıyorum.
Tutsaklığımı hatırladıkça, kaçışlarla, uzaklaşmalarla, inzivalarla geçen ömrüme isyan ediyorum.
İsyan ettikçe, kalbimdeki boşluk büyüyor, yüreğimdeki acıyla haykırıyorum.
Haykırdıkça, susmamı, sakin olmamı söyleyen; bana kendi elleriyle işkenceler yapan o zalim gardiyanı görüyorum...
"Ne yaptım ben sana?" demiştin, o acımasız yüzünü en son gördüğümde;
Daha ne yapacaktın?
Kendi dünyamı zindan ettin bana...