Ben çocukken çok salaktım.
Edip Akbayram'ın ismini Edi zannederdim. Yani o, benim
için "Edi Pakbayram"dı.
Ablama, "Nasıl olup da koca bir günü canın sıkılmadan evde
oturarak
geçiriyorsun? " demiştim. "Büyüyünce insanın canı sokakta
oynamak istemez ki"
cevabını vermişti. Uzunca bir süre büyüyüp büyümediğimi
anlamak için kendime,
"Canın sokakta oynamayı istiyor mu?" diye sormuştum.
Sabahları kalktığımda aklımın hala yerinde olup olmadığını
anlamak için 2+2, 3+4
gibi toplama işlemleri yapardım. Sonuçlar doğru olunca da
çok sevinirdim.
Dedemle parka gittiğimiz bir gün **T'ciler çekim için
oradaydı. Beni oynarken
çektiler. Yayın günü bizim aile jeneriğinde gözüktüğüm
çocuk programını izlemek
için televizyon başına geçti. Kendimi ekranda görünce,
"Beni niye parkta
unuttunuz?" diye gözyaşlarına boğulmuştum.
"Geri vites" kavramım yoktu. Şoför, kolunu koltuğa atıp
arkaya doğru bakınca
araba otomatikman geri geri gidiyor zannederdim.
Benden büyük kuzenlerim dondurmacıları n dondurma
külahlarının sivri kısmıyla
kulaklarını karıştırdığını söylemişti. İnanmıştım. Hala da
külahların sivri
kısımlarını yemem. Çöpe atarım.
Babaannem bir gün gelirse sevdiğim dizilerin olmadığı bir
gün gelsin istiyordum.
Abimle Karaoğlancılık oynardık. O Karaoğlan olurdu, beni
de Bizans askeri
yapardı. Sonra evire çevire döverdi. Çok mühim bir şey
yaptığımı sandığım için
canım yansa bile hiç sesimi çıkarmazdım.
Yeşil ve siyah zeytinin ayrı ağaçlarda yetiştiğini
sanırdım.
Bulmacalardaki, "Annenin erkek kardeşi" kısmına dayımın
beş harfli ismini
sığdırmaya çalışırdım.
Anaokulunda patates baskısı yapmayı öğrenmiştik. O kadar
hoşuma gitmişti ki,
evde duvarlara, masa örtülerine filan basmıştım. Ancak
sanat merakım annemin
yeni aldığı beyaz eteğe patatesi yapıştırmamla son
bulmuştu. Hem gönlünü almak
hem de el koyduğu patateslerime kavuşmak için dahiyane bir
fikirle öğretmenimin
yanına gittim. "Annem" yazısını patatese oydurttum.
Sevinçle eve gelerek
soyundum. Renkli boyalara batırdığım patatesi vücudumun
her tarafına bastım.
Sonra da annemin karşısına geçtim. Beni o halde görünce
ağlamaya başlamıştı.
Madonna ile Maradona'yı kardeş zannederdim. Kendi kendime,
"Bunların babası ne
şanslı be. Bir çocuğu futbolun kralı, biri müziğin
kraliçesi" derdim.
Annem kadının cinsel organını "kutu"
olarak tanımlamıştı. O
zamanlar **T'de Cenk Koray'ın sunduğu "Tele Kutu" diye bir
yarışma vardı.
Yarışmacılar, "Hayır Cenk Bey, ben kutumu açmak istiyorum"
deyince koşarak
odadan kaçardım.
Birinden özür dilediğim zaman Allah'ın bana bir özür
vereceğini sanırdım. Sakat
olacağımı düşünüp hemen "dilediğim özrü" geri alırdım.
Kurban Bayramı'nda toplanan derilerden uçak yapıldığını
sanırdım. Uçakların dış
yüzeyi bu derilerle kaplandığı için Türk Hava Kurumu'nun
topladığını
düşünüyordum. Uçak kaçırma filmlerinde silahla ateş
edildiğinde ya da a
patladığında, "Ayyy! Deri delindi!" derdim.
"Gil" diye konuşanları fakir zannederdim.
Annem banyodan çıktıktan sonra babamın söylediği,
"Sıhhatler olsun" lafını
"Saatler oldu" diye anlardım. Bunun da, "Banyoda amma çok
kaldın" gibi bir şey
demek olduğunu sanıp babamın anneme kızdığını düşünürdüm.
Annemin buna karşın
niye sadece, "Sağol" dediğini merak ederdim. "Ne kibar
kadın", derdim.
inŞaLLah ßeqenirSiniS
(Ç)aLıntıdır...
Edip Akbayram'ın ismini Edi zannederdim. Yani o, benim
için "Edi Pakbayram"dı.
Ablama, "Nasıl olup da koca bir günü canın sıkılmadan evde
oturarak
geçiriyorsun? " demiştim. "Büyüyünce insanın canı sokakta
oynamak istemez ki"
cevabını vermişti. Uzunca bir süre büyüyüp büyümediğimi
anlamak için kendime,
"Canın sokakta oynamayı istiyor mu?" diye sormuştum.
Sabahları kalktığımda aklımın hala yerinde olup olmadığını
anlamak için 2+2, 3+4
gibi toplama işlemleri yapardım. Sonuçlar doğru olunca da
çok sevinirdim.
Dedemle parka gittiğimiz bir gün **T'ciler çekim için
oradaydı. Beni oynarken
çektiler. Yayın günü bizim aile jeneriğinde gözüktüğüm
çocuk programını izlemek
için televizyon başına geçti. Kendimi ekranda görünce,
"Beni niye parkta
unuttunuz?" diye gözyaşlarına boğulmuştum.
"Geri vites" kavramım yoktu. Şoför, kolunu koltuğa atıp
arkaya doğru bakınca
araba otomatikman geri geri gidiyor zannederdim.
Benden büyük kuzenlerim dondurmacıları n dondurma
külahlarının sivri kısmıyla
kulaklarını karıştırdığını söylemişti. İnanmıştım. Hala da
külahların sivri
kısımlarını yemem. Çöpe atarım.
Babaannem bir gün gelirse sevdiğim dizilerin olmadığı bir
gün gelsin istiyordum.
Abimle Karaoğlancılık oynardık. O Karaoğlan olurdu, beni
de Bizans askeri
yapardı. Sonra evire çevire döverdi. Çok mühim bir şey
yaptığımı sandığım için
canım yansa bile hiç sesimi çıkarmazdım.
Yeşil ve siyah zeytinin ayrı ağaçlarda yetiştiğini
sanırdım.
Bulmacalardaki, "Annenin erkek kardeşi" kısmına dayımın
beş harfli ismini
sığdırmaya çalışırdım.
Anaokulunda patates baskısı yapmayı öğrenmiştik. O kadar
hoşuma gitmişti ki,
evde duvarlara, masa örtülerine filan basmıştım. Ancak
sanat merakım annemin
yeni aldığı beyaz eteğe patatesi yapıştırmamla son
bulmuştu. Hem gönlünü almak
hem de el koyduğu patateslerime kavuşmak için dahiyane bir
fikirle öğretmenimin
yanına gittim. "Annem" yazısını patatese oydurttum.
Sevinçle eve gelerek
soyundum. Renkli boyalara batırdığım patatesi vücudumun
her tarafına bastım.
Sonra da annemin karşısına geçtim. Beni o halde görünce
ağlamaya başlamıştı.
Madonna ile Maradona'yı kardeş zannederdim. Kendi kendime,
"Bunların babası ne
şanslı be. Bir çocuğu futbolun kralı, biri müziğin
kraliçesi" derdim.
Annem kadının cinsel organını "kutu"
olarak tanımlamıştı. O
zamanlar **T'de Cenk Koray'ın sunduğu "Tele Kutu" diye bir
yarışma vardı.
Yarışmacılar, "Hayır Cenk Bey, ben kutumu açmak istiyorum"
deyince koşarak
odadan kaçardım.
Birinden özür dilediğim zaman Allah'ın bana bir özür
vereceğini sanırdım. Sakat
olacağımı düşünüp hemen "dilediğim özrü" geri alırdım.
Kurban Bayramı'nda toplanan derilerden uçak yapıldığını
sanırdım. Uçakların dış
yüzeyi bu derilerle kaplandığı için Türk Hava Kurumu'nun
topladığını
düşünüyordum. Uçak kaçırma filmlerinde silahla ateş
edildiğinde ya da a
patladığında, "Ayyy! Deri delindi!" derdim.
"Gil" diye konuşanları fakir zannederdim.
Annem banyodan çıktıktan sonra babamın söylediği,
"Sıhhatler olsun" lafını
"Saatler oldu" diye anlardım. Bunun da, "Banyoda amma çok
kaldın" gibi bir şey
demek olduğunu sanıp babamın anneme kızdığını düşünürdüm.
Annemin buna karşın
niye sadece, "Sağol" dediğini merak ederdim. "Ne kibar
kadın", derdim.
inŞaLLah ßeqenirSiniS
(Ç)aLıntıdır...
Âh be.