Ne zaman yanılmayı pas geçmeye kalksak, pusular kuruldu bize, içimizdeki ıssız patikalarda. Ve yenilgilerle dost olmaya zorladı bizi hayat. Ve bunu kabullendik. Yaralarımız vardı ve içimize sızardı kan. Ne anılardan vazgeçebildik nede yeni başlangıçlardan. Ve ne zaman yeniden başlasak, birilerine anlatır bulacaktık kendimizi bir süre sonra, o eski başlamışlıklarımızın hikayesini.
Özgürlüğü taparcasına severken, yalnızlığın elinde oyuncak olmak tasarılarımızın arasında değildi elbette.
Sevmelerimiz anlıktı belki, ama anamızın ak sütü kadar helal, akmaya bile üşenen bir küçük ırmağın suyu kadar berraktı.
İyi bilirdi bizi cemaat, omuzlarda taşınmaya daha çok varken. Ve biz kendi zararımızı kendimizden başkasına vermeyecek kadar olgunduk.
Duvarlarla dosttuk, geceyle, her kötülüğün anası içkiyle, kendimizle, doğayla, kaderimizle dosttuk. Konuşmadanda anlaşabilmeyi, ağzımızı açmadan çığlık atmayı başarıyorduk biz.
Acımasız değil, acınası katillerdik biz seninle, hiç de gerekmediği halde yalnızlıklarımızı öldürdüğümüz için sık sık.
Sevinçlerimiz bile yaraydı aslında, içimizin derinliklerinde saklamaya kalksakda.
Ve biz yaralarımızdan tanımıştık birbirimizi.
Dokunmaya kalksak kanamaya başlayacak kadar taze, sarmaya çalışsak, bir ömür kadar uzak olan yaralarımızdan...