Adresine düşecek binlerce cümlelerden yalnızca birine sığdırıp seslenmeyi öğrendim. Yazdığım bütün dizelerde, bütün satırlarda coşkun akan ırmaklar gibi geldiğim sensin. Sınırlar ötesinden, dağların ardından söylediğin sıcacık sözlerin göğüme düştüğünde, uzatırım elimi göğe; ellerime bulaşsın diye yüreğinin maviliği...
Sevmeyi bıraktığımsın iki yüreğin arasına, gücümün yettiği kadar alsınlar beni diye. Gözlerim uyku nedir unutsunlar diye gecelerde...
Bu bir ürperiş. Anlatsam şiir gibidir sözlerim; öyle bir sevdanın insafına kalır ki ömrüm, sessizce alıp başımı giderim bakışlarından.
Kendimde yaşadığımsın, dünya diye. Dünya diye, sevdana hasret duruşlarımla bu şehrin duraklarında, bu şehrin sokaklarında beklediğimsin...
Kendimde yaşadığımsın; temmuz akşamlarının serinliğinde, coşkulu halaylarda mendil mendil...
Kendimde yaşadığımsın; parmaklarımın arasından öylece düşerken kelimeler sayfalara, yüreğimde büyüyen bir sızı, bir derince yara kalbimde kan/ar/ ırmak...
Kendimde yaşadığımsın; bütün geçen dakikaları bir armağan bilip, dudaklarının kıvrımındaki gülümsemeye YASAK KELİME eğen; her şeyin kirlendiği bir dünyada... Yaşanan bir tek an´la ahbap olup, konuşur oldum. Yakama takıp sokak sokak gezdirdiğimsin; gözlerimde bu şehri seyredensin.
Kendimde yaşadığımsın; bir yokluğu göğüsler gibi, bir hayali kucaklar gibi kollarımda; iki dudak arasında susan ve hep susan suskular içindesin.
Kendimde yaşadığımsın; ölürcesine yaşanan. Kanadı kırık bir kuş... Bir acı yalnızlıktan geçerken bile, cehennemden geçer gibi...
Kendimde yaşadığımsın; yalnızlıkları çoğaltan kalabalıklar ortasında, gece nöbetlerinde, uyanan günün kızıllığında, derin düşüncelerde, hüzün nağmelerinde...
Kendimde yaşadığımsın; dağlar ötesinde, bir deniz mavisinde, kara gözlerinde; kalan cevapsız sorularda, söylenmiş sözlerde, yetim yazmalarda sen...
Kendimde yaşadığımsın; bensiz söyleşmelerde bile. Yaşanan an´larda ve yaşanacak an´larda. Bir yabancı gibi öykünerek kendime, ha durdu duracak bu dünya dönüşünde, baktıkça içime yıkılan gözlerinle.
Kendimde yaşadığımsım; vatan bildiğim o yüzünün derin çizgilerinde uyurgezer gibi /veya/ bir sürgün gibi...
Sen kendimde yaşadığım gibi, kendimde öleceksin gibi!
Sevmeyi bıraktığımsın iki yüreğin arasına, gücümün yettiği kadar alsınlar beni diye. Gözlerim uyku nedir unutsunlar diye gecelerde...
Bu bir ürperiş. Anlatsam şiir gibidir sözlerim; öyle bir sevdanın insafına kalır ki ömrüm, sessizce alıp başımı giderim bakışlarından.
Kendimde yaşadığımsın, dünya diye. Dünya diye, sevdana hasret duruşlarımla bu şehrin duraklarında, bu şehrin sokaklarında beklediğimsin...
Kendimde yaşadığımsın; temmuz akşamlarının serinliğinde, coşkulu halaylarda mendil mendil...
Kendimde yaşadığımsın; parmaklarımın arasından öylece düşerken kelimeler sayfalara, yüreğimde büyüyen bir sızı, bir derince yara kalbimde kan/ar/ ırmak...
Kendimde yaşadığımsın; bütün geçen dakikaları bir armağan bilip, dudaklarının kıvrımındaki gülümsemeye YASAK KELİME eğen; her şeyin kirlendiği bir dünyada... Yaşanan bir tek an´la ahbap olup, konuşur oldum. Yakama takıp sokak sokak gezdirdiğimsin; gözlerimde bu şehri seyredensin.
Kendimde yaşadığımsın; bir yokluğu göğüsler gibi, bir hayali kucaklar gibi kollarımda; iki dudak arasında susan ve hep susan suskular içindesin.
Kendimde yaşadığımsın; ölürcesine yaşanan. Kanadı kırık bir kuş... Bir acı yalnızlıktan geçerken bile, cehennemden geçer gibi...
Kendimde yaşadığımsın; yalnızlıkları çoğaltan kalabalıklar ortasında, gece nöbetlerinde, uyanan günün kızıllığında, derin düşüncelerde, hüzün nağmelerinde...
Kendimde yaşadığımsın; dağlar ötesinde, bir deniz mavisinde, kara gözlerinde; kalan cevapsız sorularda, söylenmiş sözlerde, yetim yazmalarda sen...
Kendimde yaşadığımsın; bensiz söyleşmelerde bile. Yaşanan an´larda ve yaşanacak an´larda. Bir yabancı gibi öykünerek kendime, ha durdu duracak bu dünya dönüşünde, baktıkça içime yıkılan gözlerinle.
Kendimde yaşadığımsım; vatan bildiğim o yüzünün derin çizgilerinde uyurgezer gibi /veya/ bir sürgün gibi...
Sen kendimde yaşadığım gibi, kendimde öleceksin gibi!