[yt]7BUuskF7sYg[/yt]
Biliyor musun son günlerde özgürlüğün, içimde bir hap solma isteği olduğunu anladım ben. İnsan hiç, etten kandan bir yüreğin içine sığabilmek için vazgeçer mi her şeyden. Ve neredeyse, o yüreğe giden damarlarda yol diye salınır mı? Vurur mu kendini dağ diye ciğerlerine sevdalısının. Ve sevda dediğin nedir ki; ceyda ...'dan arta kalan iki cümle den başka...
Varlığın, sanki içimdeki yalnızlığımı derinleştirdi. Oysa ne kadar kalabalığım seninle. Hep söylenen o farkındalık, beni gerçeklerle yüzleştiren geceleri. Ay, yıldız, mehtap, yakamoz demeden yazabilmek gibi bir şiiri ve batırabilmektir belki de aşk dedikleri; sevdiğinin gözlerine, denizden doğmuş bir güneşi...
Sen sakın özgür bırakma beni. Öylesine hapset ki ellerimi ellerine, demir parmaklıklar gibi; kaçamasın olup da bir ışık huzmesi... Yağsın gök yüzünden yer yüzüne tane tane yağmur dedikleri. Her çarpışı asfalta ölümüyse o damlanın ve bu bir sonu gibiyse yazgının, dirilsin tekrar sıçrayarak en yükseğe. Örneğin, yakalamak istemeyelim, kirpiklerimizden süzülürken bir göz yaşı sevdaya dairse. Ve aslında ne var ki şu dünyada, sevdadan yana olmayan.
Bir oyuncak olmak istiyorum şimdi. Senin en sevdiklerinden bir tanesi. Yastığının altına saklanmak ve uyandığında, o mahmurlukla ovuştururken gözlerini, kolunu iki yanına açtığında değebilmek için tenine, gibi...
Bu, mülteci yüreğimin sana dair isteklerinden yalnızca biri...
Biliyor musun, mutluyum şimdi.Evet evet, tam da şimdi mutluyum. Özgürlüğün benim anladığım gibi bir şey olmadığını öğrendiğimden beri. Kuyruğumun peşinden koşmayı bıraktığım gün, o gün bugün, yürürken o kana can katan yolda, büyüyorum. Ve ben doğduğum günden beri ilk kez bugün, içimde bir yerlerde, şu karşımdaki koca Bolu dağları kadar özgürlük duyuyorum...
Ağacım demiştim daha dün fidanken. Anlıyorum ki gerçekte ancak şimdi bir ağacım, çünkü dağ gibi hissediyorum kendimi...
Uzaklaştıkça kuyruğumdan, daha da yaklaşıyorum, yıllardır peşinde koştuğum, benden kaçan o mutluluğa. Anlıyorum ki, mutlulukta tıpkı özgürlük gibi, sandığım gibi bir duygu değilmiş...
Hayat bir fizik kuralı, hayat bir kimya laboratuvarı, hayat çok bilinmeyenli bir denklem gözümde şimdi. Ve çözmek için ihtiyacım olan tek şey, kendimim; aynaya yıllar sonra tekrar bakabilmeyi başarabilmekle doğru orantılı...
Nazım Hikmet’in kelimelerinden yola çıkarak bir kez daha; Yaşamak şakaya gelmez, anlıyorum. Ve diyorum; Dikeceğim yetmişimde de zeytin ağaçları, hem de çoluk çocuğa kalır diye değil... Öldüğümde ise, Can Yücel’in yakınlarına, Datça’da bir yere gömün beni diyeceğim. İki sohbetten başka ne iş yapılır ki! Ha bu dünya da ha diğer dünya da ya da iki arada...
Sen sakın özgür bırakma beni. Eğer tutabilirsen ellerimi, gitme-kal dersen, gitmem-kalırım. Ve anlarım ki özgürlük, etten kandan bir yüreğe hapsolmakmış...
Kurallar da koyarım. Mesela geçirmem hiçbir duyguyu kalbinden kırmızı ışıkta. Bekleriz tüm organlar bir olup yeşilleri... Bir güvercini tutar kipi kapa ellerini. Çok sıkarsan öldürürsün, çok açarsan uçurursun. Her şey ellerinde başlar, ellerinde biter gibi. Nefes alacak kadar bir boşluk, yaşamaya dair ne varsa; içinde hep o bahsi geçen aşk-sevgi ve ta-rifi hapsolmak bile olsa o deli duygu, devinimli çocuk, tarifinin bile kendi kalıplarını çizdiği, çizgilerinde daralttığı, içi içine sığmayan özgürlük...
Sen sakın özgür bırakma beni!
Bilirim,
Bırakırsan, giderim...
Varlığın, sanki içimdeki yalnızlığımı derinleştirdi. Oysa ne kadar kalabalığım seninle. Hep söylenen o farkındalık, beni gerçeklerle yüzleştiren geceleri. Ay, yıldız, mehtap, yakamoz demeden yazabilmek gibi bir şiiri ve batırabilmektir belki de aşk dedikleri; sevdiğinin gözlerine, denizden doğmuş bir güneşi...
Sen sakın özgür bırakma beni. Öylesine hapset ki ellerimi ellerine, demir parmaklıklar gibi; kaçamasın olup da bir ışık huzmesi... Yağsın gök yüzünden yer yüzüne tane tane yağmur dedikleri. Her çarpışı asfalta ölümüyse o damlanın ve bu bir sonu gibiyse yazgının, dirilsin tekrar sıçrayarak en yükseğe. Örneğin, yakalamak istemeyelim, kirpiklerimizden süzülürken bir göz yaşı sevdaya dairse. Ve aslında ne var ki şu dünyada, sevdadan yana olmayan.
Bir oyuncak olmak istiyorum şimdi. Senin en sevdiklerinden bir tanesi. Yastığının altına saklanmak ve uyandığında, o mahmurlukla ovuştururken gözlerini, kolunu iki yanına açtığında değebilmek için tenine, gibi...
Bu, mülteci yüreğimin sana dair isteklerinden yalnızca biri...
Biliyor musun, mutluyum şimdi.Evet evet, tam da şimdi mutluyum. Özgürlüğün benim anladığım gibi bir şey olmadığını öğrendiğimden beri. Kuyruğumun peşinden koşmayı bıraktığım gün, o gün bugün, yürürken o kana can katan yolda, büyüyorum. Ve ben doğduğum günden beri ilk kez bugün, içimde bir yerlerde, şu karşımdaki koca Bolu dağları kadar özgürlük duyuyorum...
Ağacım demiştim daha dün fidanken. Anlıyorum ki gerçekte ancak şimdi bir ağacım, çünkü dağ gibi hissediyorum kendimi...
Uzaklaştıkça kuyruğumdan, daha da yaklaşıyorum, yıllardır peşinde koştuğum, benden kaçan o mutluluğa. Anlıyorum ki, mutlulukta tıpkı özgürlük gibi, sandığım gibi bir duygu değilmiş...
Hayat bir fizik kuralı, hayat bir kimya laboratuvarı, hayat çok bilinmeyenli bir denklem gözümde şimdi. Ve çözmek için ihtiyacım olan tek şey, kendimim; aynaya yıllar sonra tekrar bakabilmeyi başarabilmekle doğru orantılı...
Nazım Hikmet’in kelimelerinden yola çıkarak bir kez daha; Yaşamak şakaya gelmez, anlıyorum. Ve diyorum; Dikeceğim yetmişimde de zeytin ağaçları, hem de çoluk çocuğa kalır diye değil... Öldüğümde ise, Can Yücel’in yakınlarına, Datça’da bir yere gömün beni diyeceğim. İki sohbetten başka ne iş yapılır ki! Ha bu dünya da ha diğer dünya da ya da iki arada...
Sen sakın özgür bırakma beni. Eğer tutabilirsen ellerimi, gitme-kal dersen, gitmem-kalırım. Ve anlarım ki özgürlük, etten kandan bir yüreğe hapsolmakmış...
Kurallar da koyarım. Mesela geçirmem hiçbir duyguyu kalbinden kırmızı ışıkta. Bekleriz tüm organlar bir olup yeşilleri... Bir güvercini tutar kipi kapa ellerini. Çok sıkarsan öldürürsün, çok açarsan uçurursun. Her şey ellerinde başlar, ellerinde biter gibi. Nefes alacak kadar bir boşluk, yaşamaya dair ne varsa; içinde hep o bahsi geçen aşk-sevgi ve ta-rifi hapsolmak bile olsa o deli duygu, devinimli çocuk, tarifinin bile kendi kalıplarını çizdiği, çizgilerinde daralttığı, içi içine sığmayan özgürlük...
Sen sakın özgür bırakma beni!
Bilirim,
Bırakırsan, giderim...