küçük bir kız çocuğunun masum gözlerinden
el sallıyorum ay ışığıma
hissedebiliyor musun?
senin de canın kayıveriyor mu uçurumlardan
saat hasreti sonsuz geçtiğinde
yıldızlara dayayıp
buğuluyor musun gözlerini…
avuçların terle birleşebiliyor mu
dalıp gidiyor musun geçmişe ve de geleceğe
iyi ki yaşamışım diyebiliyor musun
özleyebiliyor musun yorgunluğun ve de yoğunluğun tam ortasında
“bu özlemekten öte” diyebiliyor musun…
sevgili;
sen;
karanlıklara alçılan pencere,
uykusuzlukların tatlı rüyası,
pembeleşen yanakların sıcağı,
soğuk gecelerin buğusu,
ve de sensiz kalan “ben”in hayatını kurtaran beyaz atlı prensi oluverdin
sensizlik sana yaraştığında,
yalnızlığımdan sonsuz kilometre uzaktaydın
ve ben, sadece bakakaldım
el salladım yüreğindeki sana
ve bana…
sana kavuşacaktım
sen: bilmem hangi ay, bilmem hangi Pazar bilmem saati kaç geçe
ellerimi tutacaktın,
ben ürperiverecektim…
karaladığım onlarca mektup arasında birini sevdim; kokumu gönderdiğimi…
koynumda saatlerce ısıttığım mektuplarından kaybolan satırların en ücra köşelerindeki “gülüm” leri bulup, onları sevdim
“gül” oldum…
senden hep daha çok karalamak istedim
mektuplarım ısıtsın istedim içini soğuk gecelerde demli bir fincan çay kıvamında
ben, saymadığım 17. veya 18. deydim, senin 4.postada kalmıştı
yorgun gözlerin limanından yazıyordum sana bu şiiri,
sen habersizdin…
heyecanların içi kıpır kıpır ettiği,
elleri terlettiği
ve gözleri güldürdüğü bir şeydi seni beklemek
kalp ritminin saniyelerle yarıştığı,
ayakların birbirine dolaştığı,
dakikaların asırlara dönüştüğü bir duyguydu seni özlemek…
ve seni kuşlara sormak…
kapılara koşup merdivenlerde seni beklemek…
camlara adını yazmak…
yalnızlığı giyinmek üstüne…
kırık kalbi tamirciye götürmek…
kolunu kanadını ayırmak…
bileğinde tonlarca yük taşımak…
ipten alyans bağlamak parmaklarına…
kördüğüm olmak…
içi içine sığmamak…
sitem etmek tanımadıklarına…
surat asmak sebepsizce…
hayaline sarılmak…
için için ağlamak…
Sevgilim;
sen şimdi,
kimi zaman gözlerimde yaşla sızlatıyorsun yüreğimi
kimi zaman koşup geliyorsun rüyalarımda
gerçekle hayalin ortak olduğu gecelerde okşuyorsun saçlarımı
ve akreple yelkovanın bir arada olduğu zamanlar düşünüyorsun beni
üşüyorsun, biliyorum
üşütüyorsun, bilmiyorsun
kimi zaman yorgan oluyor resimlerin
kimi zaman bir dilim ekmekle düğümleniyorsun boğazıma,
kimi zaman “iyi ki” dedirttiriyorsun,
kimi zaman “keşke” oluveriyorsun
kimi zaman yaşattığım hayalde
kimi zaman akmaya beş kalmış gözyaşımda
kimi zaman yarınlarda,
kimi zaman “di”li geçmiş zamanlarda
ama
hep içimde nefes alıyorsun…
biliyorum,
döneceksin…
vedalar çekecek ellerini üzerimizden
ben yine çiçeklere koyacağım adını
sarılacağım yarın beni terk etmeyeceğinin huzuruyla
biliyorum,
bu liman amacın olacak
ve şunu biliyorum;
her nerede olursan ol,
unutma;
ya “bir çift” yürek vardır,
ya da hiç biri yoktur.
biz “bir çift yürek” olanlardanız
artık istesen de
ne sen ayırabilirsin
ne de ben
biliyorum…
Ölünceye kadar parçanım
Ölünceye kadar parçamsın
Seni seviyorum
el sallıyorum ay ışığıma
hissedebiliyor musun?
senin de canın kayıveriyor mu uçurumlardan
saat hasreti sonsuz geçtiğinde
yıldızlara dayayıp
buğuluyor musun gözlerini…
avuçların terle birleşebiliyor mu
dalıp gidiyor musun geçmişe ve de geleceğe
iyi ki yaşamışım diyebiliyor musun
özleyebiliyor musun yorgunluğun ve de yoğunluğun tam ortasında
“bu özlemekten öte” diyebiliyor musun…
sevgili;
sen;
karanlıklara alçılan pencere,
uykusuzlukların tatlı rüyası,
pembeleşen yanakların sıcağı,
soğuk gecelerin buğusu,
ve de sensiz kalan “ben”in hayatını kurtaran beyaz atlı prensi oluverdin
sensizlik sana yaraştığında,
yalnızlığımdan sonsuz kilometre uzaktaydın
ve ben, sadece bakakaldım
el salladım yüreğindeki sana
ve bana…
sana kavuşacaktım
sen: bilmem hangi ay, bilmem hangi Pazar bilmem saati kaç geçe
ellerimi tutacaktın,
ben ürperiverecektim…
karaladığım onlarca mektup arasında birini sevdim; kokumu gönderdiğimi…
koynumda saatlerce ısıttığım mektuplarından kaybolan satırların en ücra köşelerindeki “gülüm” leri bulup, onları sevdim
“gül” oldum…
senden hep daha çok karalamak istedim
mektuplarım ısıtsın istedim içini soğuk gecelerde demli bir fincan çay kıvamında
ben, saymadığım 17. veya 18. deydim, senin 4.postada kalmıştı
yorgun gözlerin limanından yazıyordum sana bu şiiri,
sen habersizdin…
heyecanların içi kıpır kıpır ettiği,
elleri terlettiği
ve gözleri güldürdüğü bir şeydi seni beklemek
kalp ritminin saniyelerle yarıştığı,
ayakların birbirine dolaştığı,
dakikaların asırlara dönüştüğü bir duyguydu seni özlemek…
ve seni kuşlara sormak…
kapılara koşup merdivenlerde seni beklemek…
camlara adını yazmak…
yalnızlığı giyinmek üstüne…
kırık kalbi tamirciye götürmek…
kolunu kanadını ayırmak…
bileğinde tonlarca yük taşımak…
ipten alyans bağlamak parmaklarına…
kördüğüm olmak…
içi içine sığmamak…
sitem etmek tanımadıklarına…
surat asmak sebepsizce…
hayaline sarılmak…
için için ağlamak…
Sevgilim;
sen şimdi,
kimi zaman gözlerimde yaşla sızlatıyorsun yüreğimi
kimi zaman koşup geliyorsun rüyalarımda
gerçekle hayalin ortak olduğu gecelerde okşuyorsun saçlarımı
ve akreple yelkovanın bir arada olduğu zamanlar düşünüyorsun beni
üşüyorsun, biliyorum
üşütüyorsun, bilmiyorsun
kimi zaman yorgan oluyor resimlerin
kimi zaman bir dilim ekmekle düğümleniyorsun boğazıma,
kimi zaman “iyi ki” dedirttiriyorsun,
kimi zaman “keşke” oluveriyorsun
kimi zaman yaşattığım hayalde
kimi zaman akmaya beş kalmış gözyaşımda
kimi zaman yarınlarda,
kimi zaman “di”li geçmiş zamanlarda
ama
hep içimde nefes alıyorsun…
biliyorum,
döneceksin…
vedalar çekecek ellerini üzerimizden
ben yine çiçeklere koyacağım adını
sarılacağım yarın beni terk etmeyeceğinin huzuruyla
biliyorum,
bu liman amacın olacak
ve şunu biliyorum;
her nerede olursan ol,
unutma;
ya “bir çift” yürek vardır,
ya da hiç biri yoktur.
biz “bir çift yürek” olanlardanız
artık istesen de
ne sen ayırabilirsin
ne de ben
biliyorum…
Ölünceye kadar parçanım
Ölünceye kadar parçamsın
Seni seviyorum