10-10-2008, Saat: 08:57 AM <
Yeni Üye
Çevrimdışı
-
Yorumları:
1,022
-
Konuları:
198
-
Kayıt Tarihi:
Feb 2007
-
Rep Puanı:
♥♥ ♥♥ HER DAİM AŞKA DAİR ♥♥ ♥♥
UNUTMA BENİ UNUTAMA BENİ
Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım
Unutma beni unutama beni
Gözlerinden damlayamayan gözyaşı olayım
Unutma beni unutama beni
Gölgen gibi adım adım
Her solukta benim adım
Ben nasıl ki unutmadım
Sen de unutma beni
Unutama beni
Issız geçen kapkaranlık geceler boyunca
Unutma beni unutama beni
Ayrılığın acısını kalbinde duyunca
Unutma beni unutama beni
Sevişirken öpüşürken
Yapayalnız dolaşırken
Unutmaya çalışırken
Sen de unutma beni
Unutama beni
Unutmaya çalışırken
Sen de unutma beni, unutama beni...
10-10-2008, Saat: 08:58 AM <
Yeni Üye
Çevrimdışı
-
Yorumları:
1,022
-
Konuları:
198
-
Kayıt Tarihi:
Feb 2007
-
Rep Puanı:
VAZGEÇTİM
Vazgeçtim...
İnsan kendine rağmen, yaşamayı bilmeli bazen...
Vururken yalnızlık yüzüne
Sen pay edersin gönlünü onlarca hüzüne
Benmişim kendimden bir korkak yaratmışım Kendimi korurken en çok ben ürkütmüşüm
Benmişim kendimi savunurken en çok hançerleyen
Bir meçhul olmuşum failim ben
Ama beni bana küstüren beni bana kırdıran
Kalpsizin hiç suçu yok mu?
İçimde kaleler inşa ettim kırılmamak adına,
Harcına göz yaşı döktüm daha da sağlam olsun diye,
Şimdi yarattığım zindanlarda ışıksızım...
Kaçtım kendime saklandım her küstüğümde,
Vazgeçtim aynalardan vakitsiz uykularda,
İnsan kendine rağmen yaşamayı bilmeli bazen...
Benmişim kendimden bir korkak yaratmışım,
Kendimi korurken en çok ben ürkütmüşüm,
Benmişim kendimi savunurken en çok hançerleyen,
Bir meçhul olmuşum failim ben...
Ama beni bana küstüren beni bana kırdıran,
Kalpsizin hiç suçu yok mu?
Kim demiş aşıklar hep mutlu olur diye,
Hesapsız seveceksin, canın ağzına gelsede,
Vururken yalnızlık yüzüne,
Sen pay edersin gönlünü onlarca hüzüne...
Benmişim kendimden bir korkak yaratmışım,
Kendimi korurken en çok ben ürkütmüşüm,
Benmişim kendimi savunurken en çok hançerleyen,
Bir meçhul olmuşum failim ben...
Ama beni bana küstüren beni bana kırdıran,
Kalpsizin hiç suçu yok mu?
10-10-2008, Saat: 09:01 AM <
Yeni Üye
Çevrimdışı
-
Yorumları:
1,022
-
Konuları:
198
-
Kayıt Tarihi:
Feb 2007
-
Rep Puanı:
10-10-2008, Saat: 09:04 AM <
Yeni Üye
Çevrimdışı
-
Yorumları:
1,022
-
Konuları:
198
-
Kayıt Tarihi:
Feb 2007
-
Rep Puanı:
Aşk Tendedir, Tenden Değildir
Baharı bir hatırlayın. Çiçeklerin rengarenk uçuştuğu, reyhanların ebedî saadet müjdesi sunduğu, ağaçların meyvelerle ikrama ve ihsana mazhar olduğu, tohumların günışığına uyandığı, canlıların neşe içinde oynaştığı bu eşsiz şehrâyin, aslında kuru bir toprak üzerinde gerçekleşir. Bahar toprak üzerinde gerçekleşir, topraktan kaynak alır, toprağı şenlendirir, toprakla görünür olur ve sonunda tekrar toprağa döner. Bahar toprak üzerinde olup biter; ancak topraktan öte bir tecelli, topraktan önce varolan bir gerçeklik, toprağı aşan bir varoluştur. Bahar topraktadır; topraktan değildir.
Bahar ile toprak arasındaki ilişki, aşk ile ten arasında da geçerli olmalı. Aşk, kendine kalbi özne olarak seçerken, teni kendine nesne eyler. Tene konuk olur, tende canlanır, tende görünür olur, teni şenlendirir, ten üzerinde doyum arar, tende uyanır, teni giyinerek gelir. Aşk tendedir ancak tenden değildir.
İşte nikâh, cemrenin toprağa düşmesi gibi bir bahar yakınlığıdır. Nikâhın gerektirdiği ve getirdiği sonsuz, sınırsız ve şartsız beraberlik niyetiyle, kalpler, semâ ve arzın biribirine yanaşması gibi, birbirine ısır, ülfet kazanır, yakınlaşır. Nikahın kalbleri birbirine hasreden o kerametli helal niyeti sayesinde, ten toprağına bereketler iner, böylece yârimiz, nezaketli kudsi ifade ile "tarla"mız olur. Ağyarın ulaşamadığı mahrem yakınlaşmalar sayesinde, sevda çiçeklenir, aşk hüsünlere gebe kalır, sevmek sahihleşir. Tende tezahür eden lezzetler, cisimde hissedilen lezzetler, bedende yaşanan keyifler, kalbin zamanda ve mekanda sınırsız beraberliği arayan niyetiyle, gölgesiz, gamsız, kaygısız, eksiksiz yaşanır hale gelir.
Baharda, toprağa indirilen bir yağmur damlası, bütün semâyı ve arzı kuşatan diriliş niyeti sayesinde göründüğünden öte bir manzaranın detayını oluşturur; öylece tohumları toprağın derinliklerinden uyandırır, gün yüzüne çağırır. Çiçekleri ve yaprakları okşayıp duran rüzgâr, sonsuz çağrışımlar uyandıran bir haşir dekoru içinde olduğu için, avare, başıboş ve anlamsız bir esinti olmaktan çıkıp, çiçek tozlarının döllenmesiyle ağaçları doyumsuz meyvelere gebe bırakır. Çiçeklerin yüzü baharın taşıdığı ebediyet müjdeleri içinde gerçek güzelliği taşır hale gelir.. Meyvelerin tadı, baharın sevinci ve coşkusu içinde damaklarda eksiksiz hissedilir.
Aşkı, helal niyetinin gölgesinde, nikâhın ebedîlik vaadi içinde, kul olmanın ölümün sınırlarını aşan vefası içinde yaşayabiliriz. Bahar topraktan ibaret olmadığı gibi, aşktan tenden ibaret değildir. Bunun tersini de söylemeliyiz kendimize. Bahar topraksız yaşanmadığı gibi, aşktan tenden mahrum olmamalı. Kalbini helaline ebediyen hasretmiş, tenini helaline sınırsızca helal etmiş kullar olarak, baharımızın her detayını yaşamalı, yoklamalı, hissetmeli, deneyimlemeliyiz.
Yağmur damlalarının sevgili tenindeki her serüvenini, rüzgârın helalin yüzüne düşen tüm dokunuşlarını, gün ışığının helalin bakışına düşen her parıltısını, helali sevmek aşkına, helalinden sevmek adına temsil etmeliyiz. Yağmur gibi nazikçe tenezzül etmeli, rüzgâr gibi müşfik ve ılık dokunuşlarla yoklamalı, gün ışığı gibi sürurlu bakışlarla varmalıyız "tarla"mıza. İşte o zaman, helal sevmenin lezzeti ile , nikahın bereketi ile, helalimizden sımsıcak ve doyumsuz tensel meyveler devşirebiliriz. Tenin hakkını verdiğimizde, kalbin toprağında bekleyen aşk tohumları gün yüzüne çıkıp filizler verir, ağyardan saklanmış sevda çiçekleri açılıp yar yüzüne tebessümler gönderir, tesettür kabuğunda saklı el değmemiş inciler derinlerden çıkıp yâre zinet olur.
Aşk ne ten ile sınırlıdır; ne de tensiz ve bedensiz bir ruhtur. Dudağın suya değmesi gibi, gözün ışığa açılması gibi, tende yaşanır ancak tenden öte doyumlar barındırır. Her birimiz "dilediğimiz gibi girebileceğimiz bir tarla" sahibi olarak, aşkın toprağını yeniden yeniye yoğurmak ve tazelemek üzere, helalimize olan aşkımızı kalbimizin semasında sürekli hazır bekleteceğiz, ancak yeri ve zamanı geldiğinde, tarlaya yağmur gibi tenezzül edeceğiz, günışığı gibi sürurla tebessüm edeceğiz, rüzgâr gibi incelikle dokunacağız. Baharı getirmenin şartlarını gerçekleştirdikten sonra, tarlamızın çiçeklenmesini, güzelleşmesini, doyumsuz meyvelere durmasını bekleyeceğiz.
Ebedîyen ihya edilmenin müjdesiyle, bizi terütaze aşıklar eyleyecek haşrin yakiniyle, lezzetleri ihya edip tatlandıran ebedî saadetin beklentisiyle, kalbimizin alabildiğine kanatlandığı nihayetsiz mekanlarda, bitimsiz zamanlarda, kaygısız lezzetlerin coğrafyasında, her daim ihya edilmenin baharında, aşkımızı hiç korkusuzca tene taşıyalım, taşıralım. Aşkımızı tende görünür ve yaşanır kılalım. Başkalarının buz gibi soğuk, ölü yapraklar gibi dağınık, tende başlayıp tende biten aşkları, sokaklarda, vitrinlerde, meydanlarda metalik parıltılarla parıldayıp dursun. Biz, beka müjdesine dayalı ebedî beraberlik niyetiyle gerçekleşen helâl keyifler içinde ihya edelim aşkı. Ve bilelim ki, aşk ve beka, et ve tırnak gibidir. Bekadan nasibi olmayanın bahardan da aşktan da nasibi yoktur. Bahar toprakta beka için açmış cennet çiçeğidir. Aşk ise tende beka kokulu bir hurî tebessümüdür....
10-10-2008, Saat: 09:07 AM <
Yeni Üye
Çevrimdışı
-
Yorumları:
1,022
-
Konuları:
198
-
Kayıt Tarihi:
Feb 2007
-
Rep Puanı:
AŞK KUTSAL MI
Zehirli bal’a benziyor aşk,
Tadı bir, sancısı bin...
Maşukunu kıskanıyor âşık, “Kan tükürsün adını candan anan dudaklar” diyor, derin acılarla kıvranıyor.
Araya ayrılıklar giriyor, ateşler içinde yanıyor âşık.
Bazen karşılık bulamıyor aşkına, keder uçurumlarına yuvarlanıyor.
Ardından büyük bir boşluk!
Hayat azap oluyor, dünya zindan!
Gözyaşları, içine kapanmalar, ‘kendimi intihar ederim’ler...
Şiirlerden, şarkılardan acı dolu çığlıklar damlıyor hayata.
Aşk, karşı cinse duyulan arzunun his ve edebiyat versiyonu gibi geliyor bana.
Onu şiirlerle, şarkılarla, romanlarla, filmlerle ‘ulvîleştirme’ çabası gerçeği perdeliyor.
“Aşk kutsaldır!” yalanını uyduruyorlar.
Bu şiirleri, öyküleri okuyanlar, sinema perdelerine dalıp gidenler, bir an önce âşık olmak arzusuyla yanıp tutuşuyorlar.
“Herkes âşık, ben niye âşık olamıyorum acaba?” diye soruyor insanlar yalnız başlarına kalınca.
Ardından, “Bende bir eksiklik var galiba” diyor, kendilerinden kuşku duyuyorlar.
Âşık olmak için fırsat kolluyorlar âdeta.
Sonra, tanıdık birine duydukları arzuyu yüceltiyor, filmlerde gösterilen rolleri oynamaya başlıyorlar.
Kızlar Leyla, Aslı, Jülyet, Şirin, Zühre ve Türkan oluyor.
Erkekler ise, Mecnun, Kerem, Romeo, Ferhat, Tahir ve Ayhan.
Ve bu trajik oyuna iyice kaptırıyorlar kendilerini!
Zindanlarını kendi elleriyle yapıyor, çıkış kapılarını kilitliyor, anahtarları da fırlatıp atıyorlar kayıp denizlere taş atar gibi.
Hadi itiraf edelim...
Biz, biraz da âşık olmak için âşık oluyoruz!
Özellikle, dinî içerikli, ya da din kokulu bazı kitaplarda ‘mecazî’ aşkın yüceltilmesi ve bir kutsal gaye gibi gösterilmesi, önce nefsi harekete geçiriyor, sonra da kalbe tesir ediyor. Yazar, belki de mecazî aşkı basamak yapıp ilâhî aşka ulaştırmak istiyor okuyucusunu. Ama tehlikeli bir yol bu. Çünkü, perdeyi delip ilâhî aşka ulaşanlar pek az.
Gerçi Mecnun becerir bunu, Leyla’nın bir yansıma olduğunu anlar hikayenin sonunda, güzelliklerin kaynağını bulur, ilâhî aşka yönelir. Fuzulî elinden tutmasaydı, perdeyi delebilir miydi Mecnun? Sanmıyorum.
Şiirsel bir üslupla yazılmış dinî kitaplara, manevî feyizlerle ruhunu beslemek için yöneliyor okuyucu. Fakat önündeki sayfalarda aşkın ulviyetini okuyor, bir fetva almışçasına içi rahat, aşk ateşine atıyor kendisini.
Sonra da roller geliyor ardından; özlemler, beklentiler, acılar, sitemler geliyor.
Nereye kadar?
“Artık benimsin!” diyene kadar.
Her türlü visal öldürüyor bu aşk heyulasını.
Kabuk kırılır kırılmaz, istek ve beklentileri çıkıyor içinden, azgın nefis hayvanı fırlıyor dışarıya.
Bu dessas nefis, amacına ulaşmak için kalbi, dili, duyguları ‘kullanıyor’ bir bakıma, böylece ulaşıyor amacına.
Bunu, Yusuf kıssası ne güzel anlatır...
Züleyha, evinde büyüyen güzel gence ‘âşık’tır.
Yanar tutuşur Yusuf için.
Onu tanıyanlar hemen sezerler bu durumu.
Şehrin sosyetesi dedikodu eder, “Aşkından kalbinin zarı yırtılmış kadının” derler.
Ne yapar Züleyha?
Evde yalnız kalır kalmaz, ilk fırsatta, bütün güzelliği ve cazibesiyle Yusuf’a yönelir, “Hadi gel!” der.
İşte kutsallaştırılan aşkın meyvesi!
Yusuf reddeder onu, ama nafile, kadın bırakmaz peşini.
İffetini yırtamayınca Yusuf’un, gömleğini paralar.
Sonra zindan yılları başlar Yusuf için.
Kıssa sürer gider bu minval üzere.
Biz hisseye bakalım!
Kur’ân’ın aşkı anlatışı da budur işte! ALINTI
10-10-2008, Saat: 09:09 AM <
Yeni Üye
Çevrimdışı
-
Yorumları:
1,022
-
Konuları:
198
-
Kayıt Tarihi:
Feb 2007
-
Rep Puanı:
AŞK DA DEPREM GİBİDİR
Aşk da deprem gibidir: ne zaman kimi vuracağını asla bilemezsiniz. Gece yarısı aniden, dipten yükselen coşkulu bir dalga gibi kabarır içinizde.
Toprak ayağınızın altından kayıyor gibi olur ve en hazırlıksız olduğunuz anda bütün şiddetiyle vurur Sarsılır, neye uğradığınızı şaşırırsınız.
Heyecan,korku, kararsızlık, cesaret, acı, öfke, hüzün,merhamet,şiddet kaplar
bir anda dünyanızı. Es dost yardıma koşsa da kolay Toparlanamazsın.
Bittiğinde ağır bir enkaz bırakır geride.
Daha kötüsü, 'tamamen bitti' sandığınız sarsıntı,hafif bir şiddette artçı şoklar halinde yıllarca sürebilir. Kalbinizdeki kırık hat ara sıra yoklar yeniden...
Can Dündar
10-10-2008, Saat: 09:14 AM <
Yeni Üye
Çevrimdışı
-
Yorumları:
1,022
-
Konuları:
198
-
Kayıt Tarihi:
Feb 2007
-
Rep Puanı:
10-10-2008, Saat: 05:52 PM <
Yeni Üye
Çevrimdışı
-
Yorumları:
5,086
-
Konuları:
118
-
Kayıt Tarihi:
Jul 2007
-
Rep Puanı:
10-12-2008, Saat: 10:42 AM <
Yeni Üye
Çevrimdışı
-
Yorumları:
1,022
-
Konuları:
198
-
Kayıt Tarihi:
Feb 2007
-
Rep Puanı:
Teşekkür ederim нüzüηçiçєği güzel katkın için... Aşka Dair güzellikleri bu konuda paylaşmaya çalışmaya devam edeceğim bu konu içinde ...
10-13-2008, Saat: 03:37 AM <
Yeni Üye
Çevrimdışı
-
Yorumları:
24,960
-
Konuları:
3,597
-
Kayıt Tarihi:
Nov 2006
-
Rep Puanı:
Harikasın, çok güzel olmuş gerçekten
Teşekkürler Bitanem
Derdim var gecem zehir bana… Anılar baş ucumda kov gitsin…
Bir tek gecelerimi istiyorum geri…Gündüzlerimi, her dakikasını aklımın bi köşesinde senle geçirirken ben, bir tek gecelerimi istiyorum…Sorularım,sıkıntılarım bitmek bilmez gecelerde...Efkarına sigaralar ölür tek tek,ardın sıra…Sesin olmadan,kokun,bakışların olmadan geçen geceler…Yardım et gecelerime…Rüyalarda kendini kov…Kov gitsin…
Seni sevdiğimi unut, unut her şeyimi unut gitsin…
Sende unut beni…Beni böylesine, bu dünyada bir tek “SEN” seversin sanmıştım…Sende unut adımı…Unut gitsin…
Bana unut gitsin diye yazmakta yazılmış.Ve ne kolay yazmış ellerim…Halbuki öyle zıttı ki, öyle zor çıkmış ki bunlar…Kimisi bu kadar kolay yazılır zor olsa da ,kimi öldüresiye zor..Sen aldırma bana…Anlayamazsın kendi kurallarınla…Boşver beni...Boşver gitsin…
Çokmu acı çekmişim ben…Üzülme sen bana…Ben sensizliği yaşamışım.Ne üzülmüşüm adı,ne acı çekmişim…Ben kendime kalmış,sensizliği yaşamışım…Yıllar da çalarmı sensiz ömrümden…Sensiz geçecek yıllar…Aldırma sen “ben” im yıllarıma…Sen bensiz yıllarını kur…Kur gitsin…
Aldırma ne fark eder alışmışım yokluğuna…
Yokluğuna alıştım diyorum.Yalan söylüyorum.Böyle öğrenmişim sadece…Aslında alışmak diye bişey yok,ben biliyorum!Katlanmak onun adı…Katlanıyorum…Sensiz geleceğe katlanıyorum..Senle geçmişin çıkıp gelen hayaline katlanıyorum…Ben katlanıyorum sen düşünme beni…Sen mutluluğuna alış.Alış gitsin…
--Kalbim sende kaldı…Kır gitsin…
Düşünürüm…Yıllar varki bu yürek seni aramış derim kendime.Bitsen de sonunda,yitip gitsende…Ben seni bulunca anladım.Seni aramışım…Sonra her halimle,her halini sevmişim…Feriğim,şekermeleğim,papatyam demişim…Kalbim ellerine geçtiği gün, tereddüt etmeden git demişim Ona.Git, yıllardır beklediğin O.Git mavi gözlü aslanının annesi O.Git,yıldızların yıllardır beklediği bi gece de,bir tekne de evlen benimle diyeceğin O…
Git kalbim…Senin yanın, onun yanı…Haklı mıymışım yine de?Hemde ölürcesine,her şeye kumar oynarcasına…Bir daha olsa da dünya, yine bulurmuşum bu belayı…Öylesine haklı,ölesiye haklı…Ne çok mutlu ettin beni,ne çok…Pişman değil ki hiç kalbim.Mutluluk sözlüğüm zayıf kalmış benim.Oysa ne mutluluklar varmış bende,ben bilmezmişim.En basiti,en hafifi,en tatlısı sana sevdiğim demekmiş,şehrimde olduğunu bilmekmiş…
Benim aşktan anladığım, yaşananlar kar saydığım…
Gitmiş olsan da sen benden,kalbim durur hala kalbinin yanıbaşında…Ben çağırsamda, o laftan anlamaz,duymaz,görmez sanki…Bilirim istemezsin onu artık orda.Sen kendi yeni dünyanda bi yer ayırmamışsın O na.Ellerim,kalbim,ruhum,gücüm…Savaşmak için bende olan her şey ben de kalmamış sanki…O zaman aldırma bana…Sen kalbimi kov…Kov gitsin…
Suçlama sakın kendini,sevgisiz kalma benim gibi…Düşünme beni boş ver sev gitsin…
Sensiz olan kalbim,başkasını haram etmiş bana…Ne yapsam boş.Yaptım da olmuyor işte varmı daha ötesi…Sana dememiş miydim ben ,sevemem ben başkasını diye,sana geri gel derken.Sen bi daha gelmiycem derken…Sen düşünme beni.Boşver sev gitsin…
Zor gelir sıra vedalara, üzülme gözyaşını dök bitsin…
Ayrıldığımız çarşı kafe…Hergün içinden geçtiğim,geçerken gözümü yukarılara diktiğim çarşı kafe…Ağlamıştın,ağlamıştık iki dertli çocuk gibi…Hiç ağlamadığım kadar…Bilmediğim kadar…Mendilin durur hala yanıbaşımda…Hatıramı, yalan mı,tanık mı bilemedim…Ben dindiremesem de,sen olurda ara sıra içlenir ağlarsan…Bırak gözyaşını…Dök…Bitsin…
|