Ne de çabuk yoruyor beni günler, nede çabuk yoruyor yarım adım ayaklar.Çocukluğumun ninnili, gençliğimin bitirim, şimdimin olanaksız aşkları. Ne de çabuk yoruyor artık aşklar, çocukluğumun Fahriye ablalı, gençliğimin Leylalı, şimdimin mayonez ketçaplı aşkları. Ne de çabuk yoruyor artık düşünmek, çocukluğumun naftalin, gençliğimin yeniyetme, şimdimin korkak hıçkırıkları... Evet, artık zaman; bir ruhtan bir ruha düşkırıklıkları..."
İşte bu kayıp dehliz içindeyim ve sanırım yavaş yavaş ölüyorum. Ciğerimi kanatırcasına içime çektiğim soluktan habersizsin. Biliyorum, yüreği tahtadan oyulmuş, ipleri başkasının elinde olan bir kuklayım. Ardından koşarken yalpalayan ayaklarımdan, yere düşüp kalkmalarımdan, dizlerimi yaralamalarımdan hiç ama hiç bıkmadım. Yegane isteğim; tahtadan oyulu kalbimi çıkarıp rüzgarda savrulan saçlarına takabilmek ve saatlerce bıkmadan usanmadan, ışıltı saçan kelebek kanatlarına inat dans edip resmedebilmekti yüzünü. Haklıydın, tarihin en kötü ressamı olduğumu hiç farkedemedim. Tek bildiğim, gözlerinin içine baka baka şiirler yazmak ve kulağına fısıldarcasına şarkılar söylemekti, yastık altına bıraktığım ninnilerim kadar eminim en iyi yapabildiğim iş buydu... Artık, çocukluk heyecanımla hissettiğim duygularla aynı değil adına aşk denen hasba. Farkında bile değilsin, kendime anlattığım masallardan çıkıp gelen eciş ve bücüş nasıl da yoruyor beni. Oysa sen, dinlediğim masalların en güzel prensi olduğunu ve sana sarılıp korunduğumu hiç ama hiç bilemedin. Evet, şimdilerde yokluğunu nakşediyorum saçlarıma, her birinde ayrı bir kalp çarpıyor. En güzel hayallere gebe kalırken beynim, içinde bulunduğum anın gerçeklik payını düşünmekten de bıktım. Sana kalan belki küçük bir meraktı hislerimle alakalı. işte şimdi söylüyorum, avazım çıktığınca haykırıyorum hatta: yarattığın bir kuklayım ben, tahtadan oyulu bir kalbim var. Gözyaşlarımla oyduğun...
aLıntıdır ...
İşte bu kayıp dehliz içindeyim ve sanırım yavaş yavaş ölüyorum. Ciğerimi kanatırcasına içime çektiğim soluktan habersizsin. Biliyorum, yüreği tahtadan oyulmuş, ipleri başkasının elinde olan bir kuklayım. Ardından koşarken yalpalayan ayaklarımdan, yere düşüp kalkmalarımdan, dizlerimi yaralamalarımdan hiç ama hiç bıkmadım. Yegane isteğim; tahtadan oyulu kalbimi çıkarıp rüzgarda savrulan saçlarına takabilmek ve saatlerce bıkmadan usanmadan, ışıltı saçan kelebek kanatlarına inat dans edip resmedebilmekti yüzünü. Haklıydın, tarihin en kötü ressamı olduğumu hiç farkedemedim. Tek bildiğim, gözlerinin içine baka baka şiirler yazmak ve kulağına fısıldarcasına şarkılar söylemekti, yastık altına bıraktığım ninnilerim kadar eminim en iyi yapabildiğim iş buydu... Artık, çocukluk heyecanımla hissettiğim duygularla aynı değil adına aşk denen hasba. Farkında bile değilsin, kendime anlattığım masallardan çıkıp gelen eciş ve bücüş nasıl da yoruyor beni. Oysa sen, dinlediğim masalların en güzel prensi olduğunu ve sana sarılıp korunduğumu hiç ama hiç bilemedin. Evet, şimdilerde yokluğunu nakşediyorum saçlarıma, her birinde ayrı bir kalp çarpıyor. En güzel hayallere gebe kalırken beynim, içinde bulunduğum anın gerçeklik payını düşünmekten de bıktım. Sana kalan belki küçük bir meraktı hislerimle alakalı. işte şimdi söylüyorum, avazım çıktığınca haykırıyorum hatta: yarattığın bir kuklayım ben, tahtadan oyulu bir kalbim var. Gözyaşlarımla oyduğun...
aLıntıdır ...