''Ağlıyor musun?''
''Hayır,onlar gözlerime karışan senin göz yaşların.''
''Ay ışığı soğuk,üşüyorum...''
''Uyu hadi canım,rüyanda sıcak bir ülkeye gidersin belki.''
Çağ büyük bir hızla kirleniyor ve kirlendikçe kendi sesini unutuyordu.Yüzümüzü geçmişe dönmüş yaşlanıyorduk.Ertelenemyecek kadar yoğun anlaşımların ortasında birbirimizi takdis ederek bir uyuyup bir uyandıyorduk.Yapısöküm kurbanlarıydık...
''Sen bir kuytusun,hiç kimsenin sığınmak istemediği,sevgililerin gizlenip öpüşmekten çekineceği...''
''Sen de bir çamursun,çok sesli bir sıvısızlık.''
''Ama bak yağmur yağıyorum,sönmüyor mu ateşler?''
''Hiçbir yağmur söndüremez içimdeki ateşi!''
Her öykü bir terk ed(il)işle başlıyordu.Özgürlükler içe dönük matematiksel fonksiyonların türevlerinde cisimlendiyordu ve birbirimizi değil birbirimizin gözlerinde kendimizi seviyorduk.
''Seni hiç terk etmediler mi?''
''Yalnız kalmak bir ihtiyaç mıdır yoksa bağımlılığın ta kendisi mi?''
Nesnelerin kadim adları vardı özlerinde ve o adları bilen herkes nesnelere egemen oluyordu.Biz yapısöküm kurbanları ise,kendi adlarımızı bile bilmiyorduk.Bir ad vardı,yalnızca rüzgarların ,ağaçların,denizlerin ve göleglerin bildiği...Gezegenimize,altında saatlerce bekleyen bir gemici ad vermişti.Onu fısıldıyorlardı.
''Bir zamanlar ay dünyaya çok yakınmış.''
''Gelgit zamanlarında denizler iyice yükselirmiş.''
''Ve insanlar gemilerle denize açılır,aya merdiven dayayıp üstüne çıkarlarmış...''
''Senin adın neydi?''
Sözcükler bitti.Çağ sözcükleri tüketti...
''Hayır,onlar gözlerime karışan senin göz yaşların.''
''Ay ışığı soğuk,üşüyorum...''
''Uyu hadi canım,rüyanda sıcak bir ülkeye gidersin belki.''
Çağ büyük bir hızla kirleniyor ve kirlendikçe kendi sesini unutuyordu.Yüzümüzü geçmişe dönmüş yaşlanıyorduk.Ertelenemyecek kadar yoğun anlaşımların ortasında birbirimizi takdis ederek bir uyuyup bir uyandıyorduk.Yapısöküm kurbanlarıydık...
''Sen bir kuytusun,hiç kimsenin sığınmak istemediği,sevgililerin gizlenip öpüşmekten çekineceği...''
''Sen de bir çamursun,çok sesli bir sıvısızlık.''
''Ama bak yağmur yağıyorum,sönmüyor mu ateşler?''
''Hiçbir yağmur söndüremez içimdeki ateşi!''
Her öykü bir terk ed(il)işle başlıyordu.Özgürlükler içe dönük matematiksel fonksiyonların türevlerinde cisimlendiyordu ve birbirimizi değil birbirimizin gözlerinde kendimizi seviyorduk.
''Seni hiç terk etmediler mi?''
''Yalnız kalmak bir ihtiyaç mıdır yoksa bağımlılığın ta kendisi mi?''
Nesnelerin kadim adları vardı özlerinde ve o adları bilen herkes nesnelere egemen oluyordu.Biz yapısöküm kurbanları ise,kendi adlarımızı bile bilmiyorduk.Bir ad vardı,yalnızca rüzgarların ,ağaçların,denizlerin ve göleglerin bildiği...Gezegenimize,altında saatlerce bekleyen bir gemici ad vermişti.Onu fısıldıyorlardı.
''Bir zamanlar ay dünyaya çok yakınmış.''
''Gelgit zamanlarında denizler iyice yükselirmiş.''
''Ve insanlar gemilerle denize açılır,aya merdiven dayayıp üstüne çıkarlarmış...''
''Senin adın neydi?''
Sözcükler bitti.Çağ sözcükleri tüketti...