Uyumak boy atmış bir yalnızlıktı sadece… Anlamlanmasını istediğim her şey bir şair yamasıyla karşıma çıkıyordu. Hüznü yamalamış parsellemiş bir de utanmadan ballandırmışlar… Benim hayat dediğim şeye hüzün diyecek kadar uzak bana şairler… Oysa hüzün uykusuzluktan başkası değildi benim için…
Zamanın geri kalan kısmında bir erkekten uzak durmak dışında ne gibi uğraşlarım olur bilemiyorum. Belki kurdela nakışına başlar olmayan bir beyaz hevesiyle seccade filan yaparım. Ya da kitaplar alır okumaya çalışırım. Karedeniz pidesi yapan bir yerde çalışmaya başlayabilirim… Gidebilirim… Çokça yenilebilirim. Bir erkekten uzak durmak bu erkeğin sizin kapınızı biraz zorlamasında ne kadar dayanıksız olduğunuzu gösterir… İşte böyle bir anda çıktı karşıma. Uzak kelimesini tamlamaya başlamışken…
Zamanla tabular yıkılası bir hal alıyor. Hala geri çekiyor olsam da kendimi bu beni mutlu diyor. Fabrikayla gittiğimiz piknik sonrasında açık hava çarpmış olsa gerek beni. Çarpılmanın zevki var kalbimde… Gözlerine bakıp görmediğim yerleri hayal ediyordum. Belki de sadece onu hayal ediyordum. O zaten benim görmediğim yerin adıydı. Kaynaşmamız kısa bir süre aldı. Her gün bir şehrin insancıl tarafını dillendirmek için buluşup bir iki çay içiyoruz. Çayın şekeriyle birlikte fabrikada olup bitenleri de karıştırıyoruz. Çay kaşığı oluyor dilimiz dilimizden dökülenler en çok bizi yaralıyor. Dili geçmiş muhabbetlerde değiliz dilin geçirgenlik kazandığı bir ışığı bekliyoruz. Saat ilerliyor.
- Eve gitmem gerek
(ne güzel bakıyor. Biraz daha der gibi…
- Bir çay daha?
- Tamam ama sen bırakacaksın.
(bu neydi şimdi? Of Tuğba o senin dostun!)
- Peki efendim zevkle…
Sahi dostum muydu? Bana yemin edilmiş ve asla bırakılmaması gereken bir şeymişim gibi davranıyor. Nefesim kesilecek gibi oluyor/ nefesimi kesiyor! O üzerime nefesini boca ediyor ve nefesi rüzgâr gibi aklımı başıma devşiriyor…
Zamanın geri kalan kısmında bir erkekten uzak durmak dışında ne gibi uğraşlarım olur bilemiyorum. Belki kurdela nakışına başlar olmayan bir beyaz hevesiyle seccade filan yaparım. Ya da kitaplar alır okumaya çalışırım. Karedeniz pidesi yapan bir yerde çalışmaya başlayabilirim… Gidebilirim… Çokça yenilebilirim. Bir erkekten uzak durmak bu erkeğin sizin kapınızı biraz zorlamasında ne kadar dayanıksız olduğunuzu gösterir… İşte böyle bir anda çıktı karşıma. Uzak kelimesini tamlamaya başlamışken…
Zamanla tabular yıkılası bir hal alıyor. Hala geri çekiyor olsam da kendimi bu beni mutlu diyor. Fabrikayla gittiğimiz piknik sonrasında açık hava çarpmış olsa gerek beni. Çarpılmanın zevki var kalbimde… Gözlerine bakıp görmediğim yerleri hayal ediyordum. Belki de sadece onu hayal ediyordum. O zaten benim görmediğim yerin adıydı. Kaynaşmamız kısa bir süre aldı. Her gün bir şehrin insancıl tarafını dillendirmek için buluşup bir iki çay içiyoruz. Çayın şekeriyle birlikte fabrikada olup bitenleri de karıştırıyoruz. Çay kaşığı oluyor dilimiz dilimizden dökülenler en çok bizi yaralıyor. Dili geçmiş muhabbetlerde değiliz dilin geçirgenlik kazandığı bir ışığı bekliyoruz. Saat ilerliyor.
- Eve gitmem gerek
(ne güzel bakıyor. Biraz daha der gibi…
- Bir çay daha?
- Tamam ama sen bırakacaksın.
(bu neydi şimdi? Of Tuğba o senin dostun!)
- Peki efendim zevkle…
Sahi dostum muydu? Bana yemin edilmiş ve asla bırakılmaması gereken bir şeymişim gibi davranıyor. Nefesim kesilecek gibi oluyor/ nefesimi kesiyor! O üzerime nefesini boca ediyor ve nefesi rüzgâr gibi aklımı başıma devşiriyor…
‘İki çay söylemiştik orda biri açık
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.’
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.’