Ne tuhaf değil mi?
O günlerde ne sen, ne de ben “neler oluyor bize“ diye bir kere bile sormadık kendimize.
Sanki ayrılık için çabaladık ikimizde.
Ne olur yine ben artık o günleri unuttum deme bana.
Biliyorum ki bütün yaşadıklarımız senin de ben gibi, hala hatırında.
Ne inatçı günlerdi değil mi o günler…
Senin aklında bir türlü gerçekleşmeyen beklentilerin.
Benim aklımda değiştirmemek için direndiğim gerçeklerim.
Senin elinde sımsıkı tuttuğun bir “biz”.
Benim elimde ihmal ettiğimi yıllar sonra fark ettiğim bir “ben”.
Düşünüyorum da o günlerde ikimizde artık konuşacak bir şey kalmadı diye susmaya başlayınca, hep sessizlik kazanır olmuştu.
Hep sessizlik kazanmaya başladığında ise, 'ayrılık' artık bizim için kaçınılmaz bir son du.
Sen artık bizsiz bir hayatın yeni yolcusu.
Ben de ise daha mutlu olacağımı inandığım, garip bir yalnızlık tutkusu.
Ayrılık düşüncesi yeter ki bir kere düşmeye görsün, zamanla zehirli bir sarmaşık gibi sarıyor insanın bütün beynini.
Engel olamıyor insan beynine düşen bu düşüncenin, denemek için sabırsızlandığı karşı konulamaz bir arzuya dönüşmesine.
Denediğinde ise...
Ya insan artık yeni bir yolun yolcusu oluyor, yeni oyuncularla yeni bir hikayeye merhaba diyor.
Ya da pişman olup kaybettiklerinin değerini çok daha iyi anlıyor.
Ne tuhaf değil mi?
Bir süre sonra iki tarafta aslında deliler gibi pişmanken, hala suçsuzmuş gibi hep ilk adımı karşı tarafın atmasını bekliyor.
Oysa hızla geçen zaman, saati acımasızca daha çok kumla dolduruyor.
Düşünüyorum ayrılık acaba gerçekten kimin tercihiydi.
Bunu dile getiren senin mi?
Yoksa seni o noktaya getiren benim mi?
Son gün birbirimize “bitti artık hoşçakal” derken...
Bu cümle yüreklerimizden mi çıkmıştı sence de gerçekten.
Peki ya sonraki günler?
Ben, yanlızlığın sıcak zannettiğim buz gibi kollarında.
Sen, aşkın her zaman ilk günlerdeki gibi kalamayacağının geç gelen farkındalığında.
Bugün...
Sen ve ben, yani “biz” yine yan yana.
O günlerde ne sen, ne de ben “neler oluyor bize“ diye bir kere bile sormadık kendimize.
Sanki ayrılık için çabaladık ikimizde.
Ne olur yine ben artık o günleri unuttum deme bana.
Biliyorum ki bütün yaşadıklarımız senin de ben gibi, hala hatırında.
Ne inatçı günlerdi değil mi o günler…
Senin aklında bir türlü gerçekleşmeyen beklentilerin.
Benim aklımda değiştirmemek için direndiğim gerçeklerim.
Senin elinde sımsıkı tuttuğun bir “biz”.
Benim elimde ihmal ettiğimi yıllar sonra fark ettiğim bir “ben”.
Düşünüyorum da o günlerde ikimizde artık konuşacak bir şey kalmadı diye susmaya başlayınca, hep sessizlik kazanır olmuştu.
Hep sessizlik kazanmaya başladığında ise, 'ayrılık' artık bizim için kaçınılmaz bir son du.
Sen artık bizsiz bir hayatın yeni yolcusu.
Ben de ise daha mutlu olacağımı inandığım, garip bir yalnızlık tutkusu.
Ayrılık düşüncesi yeter ki bir kere düşmeye görsün, zamanla zehirli bir sarmaşık gibi sarıyor insanın bütün beynini.
Engel olamıyor insan beynine düşen bu düşüncenin, denemek için sabırsızlandığı karşı konulamaz bir arzuya dönüşmesine.
Denediğinde ise...
Ya insan artık yeni bir yolun yolcusu oluyor, yeni oyuncularla yeni bir hikayeye merhaba diyor.
Ya da pişman olup kaybettiklerinin değerini çok daha iyi anlıyor.
Ne tuhaf değil mi?
Bir süre sonra iki tarafta aslında deliler gibi pişmanken, hala suçsuzmuş gibi hep ilk adımı karşı tarafın atmasını bekliyor.
Oysa hızla geçen zaman, saati acımasızca daha çok kumla dolduruyor.
Düşünüyorum ayrılık acaba gerçekten kimin tercihiydi.
Bunu dile getiren senin mi?
Yoksa seni o noktaya getiren benim mi?
Son gün birbirimize “bitti artık hoşçakal” derken...
Bu cümle yüreklerimizden mi çıkmıştı sence de gerçekten.
Peki ya sonraki günler?
Ben, yanlızlığın sıcak zannettiğim buz gibi kollarında.
Sen, aşkın her zaman ilk günlerdeki gibi kalamayacağının geç gelen farkındalığında.
Bugün...
Sen ve ben, yani “biz” yine yan yana.
'Var mısın benimle tekrar herşeye sıfırdan başlamaya? '