Merhaba gülüşü aklımda saklım.
Merhaba BEBEÄžİM
Nasılsın?
Ben kırık-dökük haldeyim yine bu gün.
Emaneten bir sevinç almak istedim bu günden, ama olmadı, ben de sımsıkı sarıp sarmaladığım ellerini koydum göğsüme ne kadar öyle kaldım hatırlamıyorum.
Uyandığımda hava kararmıştı. Vakit ne vakitti anlayamadım kısa bir süre. Akşam olmuş ama sokak lambaları hala yanmamıştı. Gözlerimi kapadım yine az karanlık varmış gibi karanlığa bir ek de ben yaptım.
Dünümün hüznü-sevinci, bugünümün katmerli gel-gitleri, yarınımın tebessümü olan sen.
Sen ne haldesin?
Sesi çıkmayan sesimle soruyorum, cevabı bildiğim halde soruyorum.
Halime tercüman halinle cevap ver. Nasılsın?
Ben kımıldasam her yanımdan gözyaşı fışkıracak sanki. Avucumu sıkıca kapattım. İçinde seninle yaşanmışlığımız var. Yaşanmış ve yarım kalmış bir şeyler var. “Tam” ne demek anlatan, tarif eden, yarım olmasına rağmen yarımlığının izlerini taşımayan bir yaşanmışlık var.
İlk olan ne varsa yaşanmaya başlandığı anda öylesine uzanan elime eşlik etmiş ellerin var.
Plansızca gittiğimiz o deniz kenarında bizden başka neler vardı? Hatırlamıyorum...
Ne çok ayrıntıyı unutmuşum aslında. Ucu bucağı yokmuş gibi görünen maviliklerde aklımda kalan sadece ellerin. Hala hissediyorum... Merak ediyorum daha ne kadar hissedeceğim. Kaç yıl daha? Ne çok özledim bilsen. Bu özlem kaç kelime, kaç cümle, kaç, kaç yıl doğuracak daha...
Bu özlemle başa çıkamıyorsam anlatabilmeliyim dedim kendime, belki çok iyi tanırsam başa çıkarım diye düşündüm. Öğlen ne kadar çok yazı okudum bilsen. Bir çok şiire baktım bir o kadar deneme okudum .
Ama değildi hiç biri benim hissettiğim özlemi anlatmaya kâfi kelimeler değildi.
Bu özlemi anlatan kelimeleri kimse bir araya getirmeyi başaramamış be hasretim.
Bunu hissedebilen tek benim sanki.
Ben anlatabilir miyim? …
O kadar yeteneğim yok ki?
Cümlelerin ses vermediği duygularıma karşı çaresizim bu gün de.
Ama bak anlatabilirim gülüşünü, gülen yüzünü. En güçlü ışık ile aydınlatılmış gibi her hattı belirginleşen yüzünü. Gülümserken dudaklarının her kıvrımı ile yüzüne eşlik eden dudaklarını da anlatabilirim. Dönüş yolunda ellerine sıkıca sarıldığımda gözünden akmasın diye sildiğim bir damlanın sebebini de anlatabilirim.
Bazen yüzünü astığın için anlında oluşan çizgileri, ifadesiz bakışlarını, zoraki açılan ağıza rağmen inatla hiç kırpmayan gözlerini, ifadesinden taviz vermeyen yüzünü anlatabilirim mesela. O an ağzın, yüzün, gözün birbiri ile inat halinde oynayan ama birbirlerini oyundan atmak için sabırsızlanan mızmız çocuklar gibi nasıl can attığını da anlatabilirim.
Mesela yüzünde kımıldamadan duran her ayrıntıya baktığımda nasıl yumuşar bu bakışlar, bu ifadesiz gülüşler, nasır gibi sert uzuvlar nasıl yumuşar, ne kadar sürer…? Diye ardı ardına nasıl sorular sorduğumu da anlatabilirim. Seni her böyle gördüğümde inatla yüzünü bir an olsa bile gözümün önünden neden ayırmadığımı da anlatabilirim.
O sahil kenarında martıların varlığının farkına bile varamazken o an neden öylece kaldığımı, şaşkınlığımı, neden kımıldayamadığımı da anlatabilirim mesela.. O an da yıllarca merak ettiğim soruların cevabını nasıl bulduğumu bile anlatabilirim.
Sana "tam"ın ne demek olduğunu da çok iyi anlatabilirim. Hani o matematik derslerinde bir bütünün 1/2 falan diye başlar ya... Aslında bütün ne demek benden dinlemeliler bütün matematikçiler. Onlar bütünü parçalıyorlar ama benim bütünümün tek zerresini bile kımıldatamazlar. Sana dokunurken her anı, yaşadığım her anı çok iyi anlatabilirim.
Bir camın ardında resmine dokunurken yaşadığım her duyguyu da çok iyi anlatabilirim. Camın perdesini beri çekip ışığı görmek ister gibi buradan yüzüne dokunarak sanki Gölgeli yüzünü bertaraf edip o özlediğim ışığı görecekmişim gibi nasıl itinalı davrandığımı da anlatabilirim.
Senden bir ses geldiğinde ya da bir haber, nasıl heyecanlandığımı, sevinçlerinin beni nasıl sevindirdiğini hüznünün benim hüznüm olduğunu da çok kolay anlatabilirim.
Anlatabilirim evet...
Ama iş bu sana olan özlemime gelince lal oluyor sanki dilim. parmaklarım kımıldamıyor. Ne yazabiliyorum ne anlatabiliyorum.
Bu durumda çaresizliğimi görüp tıpkı sessiz kâbuslar görür gibi, kendi duyduğum çığlıkları atıyorum o kadar.
Gözlerim ıslanırken yüreğim eşlik ediyor kimi zaman. Her gözyaşı bir zinciri kırar umudundayım ama nafile.
Yazgının çizgisinden çıkmanın imkânsızlığı her zinciri daha çok kenetliyor birbirine.
Ben "güçlü kadın" elbisesi her zaman bedenime tam olurken iş özleminle başa çıkmaya gelince elbisem bu sefer bir numara büyük geliyor. Bu durumda ben gözlerimi bir kez daha kapayıp günün hangi saatinde olduğumu tahmin etmek dahi istemiyorum.
Sokak lambasının yanmasının vakit hakkında bir ipucu vermesini dahi umursamıyorum BEBEÄžİM
Merhaba BEBEÄžİM
Nasılsın?
Ben kırık-dökük haldeyim yine bu gün.
Emaneten bir sevinç almak istedim bu günden, ama olmadı, ben de sımsıkı sarıp sarmaladığım ellerini koydum göğsüme ne kadar öyle kaldım hatırlamıyorum.
Uyandığımda hava kararmıştı. Vakit ne vakitti anlayamadım kısa bir süre. Akşam olmuş ama sokak lambaları hala yanmamıştı. Gözlerimi kapadım yine az karanlık varmış gibi karanlığa bir ek de ben yaptım.
Dünümün hüznü-sevinci, bugünümün katmerli gel-gitleri, yarınımın tebessümü olan sen.
Sen ne haldesin?
Sesi çıkmayan sesimle soruyorum, cevabı bildiğim halde soruyorum.
Halime tercüman halinle cevap ver. Nasılsın?
Ben kımıldasam her yanımdan gözyaşı fışkıracak sanki. Avucumu sıkıca kapattım. İçinde seninle yaşanmışlığımız var. Yaşanmış ve yarım kalmış bir şeyler var. “Tam” ne demek anlatan, tarif eden, yarım olmasına rağmen yarımlığının izlerini taşımayan bir yaşanmışlık var.
İlk olan ne varsa yaşanmaya başlandığı anda öylesine uzanan elime eşlik etmiş ellerin var.
Plansızca gittiğimiz o deniz kenarında bizden başka neler vardı? Hatırlamıyorum...
Ne çok ayrıntıyı unutmuşum aslında. Ucu bucağı yokmuş gibi görünen maviliklerde aklımda kalan sadece ellerin. Hala hissediyorum... Merak ediyorum daha ne kadar hissedeceğim. Kaç yıl daha? Ne çok özledim bilsen. Bu özlem kaç kelime, kaç cümle, kaç, kaç yıl doğuracak daha...
Bu özlemle başa çıkamıyorsam anlatabilmeliyim dedim kendime, belki çok iyi tanırsam başa çıkarım diye düşündüm. Öğlen ne kadar çok yazı okudum bilsen. Bir çok şiire baktım bir o kadar deneme okudum .
Ama değildi hiç biri benim hissettiğim özlemi anlatmaya kâfi kelimeler değildi.
Bu özlemi anlatan kelimeleri kimse bir araya getirmeyi başaramamış be hasretim.
Bunu hissedebilen tek benim sanki.
Ben anlatabilir miyim? …
O kadar yeteneğim yok ki?
Cümlelerin ses vermediği duygularıma karşı çaresizim bu gün de.
Ama bak anlatabilirim gülüşünü, gülen yüzünü. En güçlü ışık ile aydınlatılmış gibi her hattı belirginleşen yüzünü. Gülümserken dudaklarının her kıvrımı ile yüzüne eşlik eden dudaklarını da anlatabilirim. Dönüş yolunda ellerine sıkıca sarıldığımda gözünden akmasın diye sildiğim bir damlanın sebebini de anlatabilirim.
Bazen yüzünü astığın için anlında oluşan çizgileri, ifadesiz bakışlarını, zoraki açılan ağıza rağmen inatla hiç kırpmayan gözlerini, ifadesinden taviz vermeyen yüzünü anlatabilirim mesela. O an ağzın, yüzün, gözün birbiri ile inat halinde oynayan ama birbirlerini oyundan atmak için sabırsızlanan mızmız çocuklar gibi nasıl can attığını da anlatabilirim.
Mesela yüzünde kımıldamadan duran her ayrıntıya baktığımda nasıl yumuşar bu bakışlar, bu ifadesiz gülüşler, nasır gibi sert uzuvlar nasıl yumuşar, ne kadar sürer…? Diye ardı ardına nasıl sorular sorduğumu da anlatabilirim. Seni her böyle gördüğümde inatla yüzünü bir an olsa bile gözümün önünden neden ayırmadığımı da anlatabilirim.
O sahil kenarında martıların varlığının farkına bile varamazken o an neden öylece kaldığımı, şaşkınlığımı, neden kımıldayamadığımı da anlatabilirim mesela.. O an da yıllarca merak ettiğim soruların cevabını nasıl bulduğumu bile anlatabilirim.
Sana "tam"ın ne demek olduğunu da çok iyi anlatabilirim. Hani o matematik derslerinde bir bütünün 1/2 falan diye başlar ya... Aslında bütün ne demek benden dinlemeliler bütün matematikçiler. Onlar bütünü parçalıyorlar ama benim bütünümün tek zerresini bile kımıldatamazlar. Sana dokunurken her anı, yaşadığım her anı çok iyi anlatabilirim.
Bir camın ardında resmine dokunurken yaşadığım her duyguyu da çok iyi anlatabilirim. Camın perdesini beri çekip ışığı görmek ister gibi buradan yüzüne dokunarak sanki Gölgeli yüzünü bertaraf edip o özlediğim ışığı görecekmişim gibi nasıl itinalı davrandığımı da anlatabilirim.
Senden bir ses geldiğinde ya da bir haber, nasıl heyecanlandığımı, sevinçlerinin beni nasıl sevindirdiğini hüznünün benim hüznüm olduğunu da çok kolay anlatabilirim.
Anlatabilirim evet...
Ama iş bu sana olan özlemime gelince lal oluyor sanki dilim. parmaklarım kımıldamıyor. Ne yazabiliyorum ne anlatabiliyorum.
Bu durumda çaresizliğimi görüp tıpkı sessiz kâbuslar görür gibi, kendi duyduğum çığlıkları atıyorum o kadar.
Gözlerim ıslanırken yüreğim eşlik ediyor kimi zaman. Her gözyaşı bir zinciri kırar umudundayım ama nafile.
Yazgının çizgisinden çıkmanın imkânsızlığı her zinciri daha çok kenetliyor birbirine.
Ben "güçlü kadın" elbisesi her zaman bedenime tam olurken iş özleminle başa çıkmaya gelince elbisem bu sefer bir numara büyük geliyor. Bu durumda ben gözlerimi bir kez daha kapayıp günün hangi saatinde olduğumu tahmin etmek dahi istemiyorum.
Sokak lambasının yanmasının vakit hakkında bir ipucu vermesini dahi umursamıyorum BEBEÄžİM