Siz... benim için o denli değerlisiniz ki,
Beni götürdüğünüz aşk ülkesinden yazıyorum...
Aşka, inanca ümide gereksinim duyuyordum ve filozoflar arasında aşka duyulan inancın en ateşli şovalyesi olduğunuzdan...Siz, yaşamımın filozofu oldunuz!
Sizinle birlikte aşk felsefeye girdi; tıpkı insanlığın temelinde yer alan dürtünün insanın içinde yer etmesi gibi; insanoğlu, aşkın yaşamını “ciddiye” aldığında yaşamının ulaşılabilir; aşk insanoğluna, insanlığın boyutunu kavrama olanağı sağlayan yola dönüşür. Sevmeye başlar başlamaz insan haklarının ne olduğunu kavrarız. Ve bu aşk eğitimi sayesinde felsefe yaşamıma girdi.
Kuşkusuz, felsefe aşkı daha önce selamlamıştı; ama aşkı yalnızca sözcüksel kökenine bağlıyordu. “Bilgelik aşkı” ; aşk, kendine ulaşma yollarından başka bir şey değildi. Ve eğer öveb ilk düşünür olma savınız yoksa da -aşk derslerinizi İsa'nın okulunda alıyorusnuz- ve onun en gayretli savunucusu olmakla övünüyorsunuz.
Beni götürdüğünüz aşk ülkesinden yazıyorum...
Aşka, inanca ümide gereksinim duyuyordum ve filozoflar arasında aşka duyulan inancın en ateşli şovalyesi olduğunuzdan...Siz, yaşamımın filozofu oldunuz!
Sizinle birlikte aşk felsefeye girdi; tıpkı insanlığın temelinde yer alan dürtünün insanın içinde yer etmesi gibi; insanoğlu, aşkın yaşamını “ciddiye” aldığında yaşamının ulaşılabilir; aşk insanoğluna, insanlığın boyutunu kavrama olanağı sağlayan yola dönüşür. Sevmeye başlar başlamaz insan haklarının ne olduğunu kavrarız. Ve bu aşk eğitimi sayesinde felsefe yaşamıma girdi.
Kuşkusuz, felsefe aşkı daha önce selamlamıştı; ama aşkı yalnızca sözcüksel kökenine bağlıyordu. “Bilgelik aşkı” ; aşk, kendine ulaşma yollarından başka bir şey değildi. Ve eğer öveb ilk düşünür olma savınız yoksa da -aşk derslerinizi İsa'nın okulunda alıyorusnuz- ve onun en gayretli savunucusu olmakla övünüyorsunuz.
Ama felsefeden başka şeyler de var! Aşk da yaşamıma girdi. Gerçek yapmacık olmayan. Ve sözde aşkların öylesine izini sürüdnüz ki, bu kez gerçeğini tanıyabilirdim: Boşa harcanan aşk kaldırımlarda sürter; aşırı yüceltilen aşk bulutlarda kaybolur.
Evet, dostum, sizin aşk okulunuza kayıt oldum. Bana özgür aşkın müjdesini verdiniz! Ötekini kendi arzuma zincirlemek anlamına gelmeyen aşkın. Arzum iyi olsa bile. Ne de bir başkasının izinden ayrılmamacasına gitmek anlamına gelmeyen aşkın. O, dünyanın en iyi izi olsa bile. “İstediğini sev!”, dediniz bana ayrım yapmaksızın. Ama “sevdiğini kararlılıkla iste!” diye eklediniz buyururcasına.
Nihayet aşk doğrudan yüreğime sesleniyordu.
Aşkı güven ortamına sokarak bana aşka güvenme duygusunu kazandırıyordunuz. Aşk, ancak sevgilinin bakışına aşk dolu bir göz kırpar. Mutsuz bir güvensizlik! Aşk gösterimleri içinde ancak aşkın eksikliklerini algılayan ve durmaksızın kanıt ve özür isteyen güvensizlik. “Beni sevdiğini kanıtla”, der âşık sevgilini aşkından kuşku duyarak. Ve aşkın sınanması sonsuz bir çevrim içine girer. Bir kanıt ötekini gerektirir, sonra kanıtın kanıtına başvurur, vb. Oysa kanıt neyi kanıtlar? Aşk isteğimizin, aşk verebilme yeteneğimizin azalması ölçüsünde büyüdüğünü mü? Peki kanıt neyi üretir? Ağırlığı ve teraziyi. Herkes nasıl seviliyorsa öyle sevmekle yetinir. Herkes verdiği aşkın dozunu, karşılığında aldığı aşkla oranlayarak hesaplar.
Aşk, bu pazarlıklarla tükenir. Ve yüreğimiz bu hesaplar yüzünden kendini kapatır.
Sizi dinlediğimde yakınmalarımdan utandım. Ümitsizliğin, gerçek aşkın listesinde bulunmadığını düşünüyorsunuz. Bizler, bir aşk bizi düş kırıklığına uğrattı diye sevmeyi hiçbir zaman bırakmadık. Birileri her zaman orada aşkımızı beklemektedir. Sadakatsizlik, ölüm sevdiğimiz kişiyi bir elimizden alsın...dünya hemen bize bir başkasını gönderir! Hiçbir zaman yalnız değilizdir. Öteki, sonsuzluktur.
Eğer kahramanlık ya da seçkincilik nedeniyle kendimizi daha yalnız ve daha mutsuz hissetme eğilimi içinde bulunursak, bencil korkularımız bizleri birbirimizin kollarına atar. Daha baştan bunu bilmekteyiz: İnsanoğlunun yalnız olması iyi değil! “Ayrı bir grup” oluşturamaz. Yitik aşk, bizi aşk sarhoşu yapar. Böylece yalnızlık kaygısı, sonunda, yeryüzündeki aşk davasının zafer kazanmasını sağlar!
Evet, dostum, sizin aşk okulunuza kayıt oldum. Bana özgür aşkın müjdesini verdiniz! Ötekini kendi arzuma zincirlemek anlamına gelmeyen aşkın. Arzum iyi olsa bile. Ne de bir başkasının izinden ayrılmamacasına gitmek anlamına gelmeyen aşkın. O, dünyanın en iyi izi olsa bile. “İstediğini sev!”, dediniz bana ayrım yapmaksızın. Ama “sevdiğini kararlılıkla iste!” diye eklediniz buyururcasına.
Nihayet aşk doğrudan yüreğime sesleniyordu.
Aşkı güven ortamına sokarak bana aşka güvenme duygusunu kazandırıyordunuz. Aşk, ancak sevgilinin bakışına aşk dolu bir göz kırpar. Mutsuz bir güvensizlik! Aşk gösterimleri içinde ancak aşkın eksikliklerini algılayan ve durmaksızın kanıt ve özür isteyen güvensizlik. “Beni sevdiğini kanıtla”, der âşık sevgilini aşkından kuşku duyarak. Ve aşkın sınanması sonsuz bir çevrim içine girer. Bir kanıt ötekini gerektirir, sonra kanıtın kanıtına başvurur, vb. Oysa kanıt neyi kanıtlar? Aşk isteğimizin, aşk verebilme yeteneğimizin azalması ölçüsünde büyüdüğünü mü? Peki kanıt neyi üretir? Ağırlığı ve teraziyi. Herkes nasıl seviliyorsa öyle sevmekle yetinir. Herkes verdiği aşkın dozunu, karşılığında aldığı aşkla oranlayarak hesaplar.
Aşk, bu pazarlıklarla tükenir. Ve yüreğimiz bu hesaplar yüzünden kendini kapatır.
Sizi dinlediğimde yakınmalarımdan utandım. Ümitsizliğin, gerçek aşkın listesinde bulunmadığını düşünüyorsunuz. Bizler, bir aşk bizi düş kırıklığına uğrattı diye sevmeyi hiçbir zaman bırakmadık. Birileri her zaman orada aşkımızı beklemektedir. Sadakatsizlik, ölüm sevdiğimiz kişiyi bir elimizden alsın...dünya hemen bize bir başkasını gönderir! Hiçbir zaman yalnız değilizdir. Öteki, sonsuzluktur.
Eğer kahramanlık ya da seçkincilik nedeniyle kendimizi daha yalnız ve daha mutsuz hissetme eğilimi içinde bulunursak, bencil korkularımız bizleri birbirimizin kollarına atar. Daha baştan bunu bilmekteyiz: İnsanoğlunun yalnız olması iyi değil! “Ayrı bir grup” oluşturamaz. Yitik aşk, bizi aşk sarhoşu yapar. Böylece yalnızlık kaygısı, sonunda, yeryüzündeki aşk davasının zafer kazanmasını sağlar!
Aşkınız bana kadınlığımı hissettirdi!
Beni gerçek bir kadına dönüştürdünüz. Erkeklerin gölgesi ya da taklidi olarak görünen yapma bir kadın değil. Erkeklerin dudaklarına ya da boynuna takılı kaldığı içim gülünen sevimli bir kadına değil. Kendinden geçmişçesine aşkı bulutlara taşıyan bir kadın hiç değil. Ama “yaşamak ve sevmenin kendisi için aynı anlama geldiği” bir aşk kadını. Bir an bile sevmeden yapamayan bir kadın.
Sizi seviyordum, öylesine sizin sevdiğiniz kadını sevdim. Ve sizin sevdiğiniz kadın hem sever, hem de sevmesini bilir! Bedeniyle, ruhuyla: “Duyarlılığın ne olduğunu anlatmak için : Kadın demek yeter”, ya da “duyarlılığın üzerinde süzülen ruhu anlatmak için: Kadın demek yeter” diye yazmıştınız.
Ve kadın hem bu doğa hem de bu ruh olduğunda siz ona hayranlık duyuyorsunuz: “İnsandan çok, Tanrı'ya yakın”, çünkü aşk, onun yaşantısının ta kendisi. Ve Tanrı sevgi olduğuna göre...
Hayır, anladım: Kadını ilahlaştırmıyorsunuz. Ona yalnızca aşka özgü bir yaşam veriyorsunuz, bu da onu erkekten ayırıyor! Bir çok erkek aşkın yaşamındaki iyiliklerini yüceltmiştir. Bir çok erkek kaçan aşkın derin acısını duyumsamıştır. Bir çok erkek aşkın ateşiyle kendini yenilenmiş hissetmiştir. Ama kendilerini bir kadın aşkının dünyaya getirdiğini kabul eden kaç tane erkek vardır?
Kadın, kadın kimliğini -bu, onun zerafeti- aşktan alır. Üç kez doğar:
Önce yalnızca kadın cinsiyetiyle doğar. Daha sonra, yaygın deyişle: Onunla sevişilir dendiğinde kadın olarak doğmuş olur. Son olarak birisine tutulduğunda, bir kadın olduğunun bilincinde kendi kendisine doğar. Aşk onu eline geçirdiğinde.
Beni gerçek bir kadına dönüştürdünüz. Erkeklerin gölgesi ya da taklidi olarak görünen yapma bir kadın değil. Erkeklerin dudaklarına ya da boynuna takılı kaldığı içim gülünen sevimli bir kadına değil. Kendinden geçmişçesine aşkı bulutlara taşıyan bir kadın hiç değil. Ama “yaşamak ve sevmenin kendisi için aynı anlama geldiği” bir aşk kadını. Bir an bile sevmeden yapamayan bir kadın.
Sizi seviyordum, öylesine sizin sevdiğiniz kadını sevdim. Ve sizin sevdiğiniz kadın hem sever, hem de sevmesini bilir! Bedeniyle, ruhuyla: “Duyarlılığın ne olduğunu anlatmak için : Kadın demek yeter”, ya da “duyarlılığın üzerinde süzülen ruhu anlatmak için: Kadın demek yeter” diye yazmıştınız.
Ve kadın hem bu doğa hem de bu ruh olduğunda siz ona hayranlık duyuyorsunuz: “İnsandan çok, Tanrı'ya yakın”, çünkü aşk, onun yaşantısının ta kendisi. Ve Tanrı sevgi olduğuna göre...
Hayır, anladım: Kadını ilahlaştırmıyorsunuz. Ona yalnızca aşka özgü bir yaşam veriyorsunuz, bu da onu erkekten ayırıyor! Bir çok erkek aşkın yaşamındaki iyiliklerini yüceltmiştir. Bir çok erkek kaçan aşkın derin acısını duyumsamıştır. Bir çok erkek aşkın ateşiyle kendini yenilenmiş hissetmiştir. Ama kendilerini bir kadın aşkının dünyaya getirdiğini kabul eden kaç tane erkek vardır?
Kadın, kadın kimliğini -bu, onun zerafeti- aşktan alır. Üç kez doğar:
Önce yalnızca kadın cinsiyetiyle doğar. Daha sonra, yaygın deyişle: Onunla sevişilir dendiğinde kadın olarak doğmuş olur. Son olarak birisine tutulduğunda, bir kadın olduğunun bilincinde kendi kendisine doğar. Aşk onu eline geçirdiğinde.
Dostum, beni aşk dolu bir kadın yaptınız.
Ve ben, bu kadın olmayı sevdim...
Ve ben, bu kadın olmayı sevdim...