“Her gün seni ezberler yalnızlığım
Kırarım yüreğimin mührünü
Ve her gece seni okurum eski şarkılara…”
Sonbahara geciken kaç yol vardır bilmiyorum ama ben hiç rastlamadım. Hep kestirmeydi benim izlediğim güze giden zemheri ayazları… Çünkü ne zaman o şarkıyı dinlesem giderdin benden… Ve ben keskin bir kışa yüz tutmuş hazanın içinde bulurdum kendimi. Kuru yapraklar gibi ayak uçlarımda savrulurken imgelerin hiçbir hüzün ıskalamazdı beni güzüm. Sana göre hiç başlamayan bana göre hiç bitmeyen bir sevda cümlesiydim ömrünün… Hüzünlerimle tazelerken solgun yapraklarını nasıl nasıl uzatırdım seninle yana yana yürüdüğüm bu yolu… Tek telaşım buydu.
Bilmiyordun beni saran dikenli telleri
Gözlerinde doğup yokluğunla ölecek kadar seviyordum
Bir sözcükle yeniden başlardı hayat
Ve susuyordun.
Ardın sıra pusuyordum karanlıklara.
Beyaz bir sayfaydım ve sen ilk terk ediştin.
Ölümsüz aşklardan geliyordum oysa ben…
Kimsesizdim… Sensiz…
“Şimdi düşünüyorum da
Biliyor musun…
Hüzünlere tutuklu sevinçlerinle
Sen Eylül’e benziyorsun.”
Sevdanın pusularında hep bekleyeceksin beni Eylül’üm. Kahreden sukutum benim bunu adım gibi biliyorum bekleyeceksin. Ve ben haykırmak istedikçe yutkunup bensiz sevdalarında yankılanacağım bir fon müziği misali. Yankılandıkça; gerçeğe en yakın düşlerimi gidişlerinin enkazına gömeceksin gönülsüz. Dizlerinin bağını çözen dudaklarımı öksüz bırakıp hüzünlü bir resme yapıştırıp yüzümü gideceksin yine.
Çünkü ne zaman o şarkıyı dinlesem gidersin benden.
Ve ben gözlerimi gittiğin yollara dikip hep seni beklerim.
Sensiz doğar güneş şehrime…
Yokluğunu bağrıma bastıkça
Lanet ederim güne geceye bitmeyen sevgine
Ve “başladığı gibi biter…”
Üzülme…
Ne zaman benden ayrılsan yakalar sevdam seni. Gelişini göstermez takvim yaprakları en gerçek düşüm. Sen yanmasan da küllenirim ben. Ellerimin en üşüdüğü mevsimde dökülen yapraklar çırpınırken rüzgarda ben sahilden umutlu yıldızları toplarım. Avuntusuz bir gecede kaybolur düşlerim. Yağmura sürgün kirpiklerimi bir gün şehrinin güneşi kurutur ve o zaman kim bilir belki o son gidişin kendini bende unutur.
Yine dipteyim biliyor musun… En acıtan düşler dipten çıkar ya hani işte öyle avuçluyorum toprakları. Zamanı oyalarken koynumda umurumda bile değil yokluğun… Esirgesen de ateşini benden hala nefesimi tutuyorum sana. Bir gün yüreğindeki dikenleri gördüğünde hissedeceksin bir gülü sevdiğini ve o gülün yapraklarında uyanacaksın bir sabah cennetten çalınmış bir güne. Gül kurusu ipek bir çarşafta sayıklayacak terli dudakların… Ömrünün en güzel gününü öpeceksin nefesimde soluklandığında. Lakin biliyorum şimdi düşlerimi yerle bir ederek başka bir mevsimin rüzgarına gitmen gerek. Saçlarımdaki meltemleri okşasan da her gün avuç içlerinde bitmem gerek sevgili. Sen de biliyorsun beni kendinden çıkartmaya çalıştığında mutsuz bir silüet kalacak avuçlarında. Öyleyse neden… Neden…
………………………………….
Seni hep seveceğim biliyor musun…
Çünkü uçurum gibi derinleşen sukutunla
Sen yar’a benziyorsun…
İnanmazsın ya düştüğün hallere bazen…
İnan…
Ve üzülme
Yokluğunda da sana iyi bakarım ben.
Alinti
Kırarım yüreğimin mührünü
Ve her gece seni okurum eski şarkılara…”
Sonbahara geciken kaç yol vardır bilmiyorum ama ben hiç rastlamadım. Hep kestirmeydi benim izlediğim güze giden zemheri ayazları… Çünkü ne zaman o şarkıyı dinlesem giderdin benden… Ve ben keskin bir kışa yüz tutmuş hazanın içinde bulurdum kendimi. Kuru yapraklar gibi ayak uçlarımda savrulurken imgelerin hiçbir hüzün ıskalamazdı beni güzüm. Sana göre hiç başlamayan bana göre hiç bitmeyen bir sevda cümlesiydim ömrünün… Hüzünlerimle tazelerken solgun yapraklarını nasıl nasıl uzatırdım seninle yana yana yürüdüğüm bu yolu… Tek telaşım buydu.
Bilmiyordun beni saran dikenli telleri
Gözlerinde doğup yokluğunla ölecek kadar seviyordum
Bir sözcükle yeniden başlardı hayat
Ve susuyordun.
Ardın sıra pusuyordum karanlıklara.
Beyaz bir sayfaydım ve sen ilk terk ediştin.
Ölümsüz aşklardan geliyordum oysa ben…
Kimsesizdim… Sensiz…
“Şimdi düşünüyorum da
Biliyor musun…
Hüzünlere tutuklu sevinçlerinle
Sen Eylül’e benziyorsun.”
Sevdanın pusularında hep bekleyeceksin beni Eylül’üm. Kahreden sukutum benim bunu adım gibi biliyorum bekleyeceksin. Ve ben haykırmak istedikçe yutkunup bensiz sevdalarında yankılanacağım bir fon müziği misali. Yankılandıkça; gerçeğe en yakın düşlerimi gidişlerinin enkazına gömeceksin gönülsüz. Dizlerinin bağını çözen dudaklarımı öksüz bırakıp hüzünlü bir resme yapıştırıp yüzümü gideceksin yine.
Çünkü ne zaman o şarkıyı dinlesem gidersin benden.
Ve ben gözlerimi gittiğin yollara dikip hep seni beklerim.
Sensiz doğar güneş şehrime…
Yokluğunu bağrıma bastıkça
Lanet ederim güne geceye bitmeyen sevgine
Ve “başladığı gibi biter…”
Üzülme…
Ne zaman benden ayrılsan yakalar sevdam seni. Gelişini göstermez takvim yaprakları en gerçek düşüm. Sen yanmasan da küllenirim ben. Ellerimin en üşüdüğü mevsimde dökülen yapraklar çırpınırken rüzgarda ben sahilden umutlu yıldızları toplarım. Avuntusuz bir gecede kaybolur düşlerim. Yağmura sürgün kirpiklerimi bir gün şehrinin güneşi kurutur ve o zaman kim bilir belki o son gidişin kendini bende unutur.
Yine dipteyim biliyor musun… En acıtan düşler dipten çıkar ya hani işte öyle avuçluyorum toprakları. Zamanı oyalarken koynumda umurumda bile değil yokluğun… Esirgesen de ateşini benden hala nefesimi tutuyorum sana. Bir gün yüreğindeki dikenleri gördüğünde hissedeceksin bir gülü sevdiğini ve o gülün yapraklarında uyanacaksın bir sabah cennetten çalınmış bir güne. Gül kurusu ipek bir çarşafta sayıklayacak terli dudakların… Ömrünün en güzel gününü öpeceksin nefesimde soluklandığında. Lakin biliyorum şimdi düşlerimi yerle bir ederek başka bir mevsimin rüzgarına gitmen gerek. Saçlarımdaki meltemleri okşasan da her gün avuç içlerinde bitmem gerek sevgili. Sen de biliyorsun beni kendinden çıkartmaya çalıştığında mutsuz bir silüet kalacak avuçlarında. Öyleyse neden… Neden…
………………………………….
Seni hep seveceğim biliyor musun…
Çünkü uçurum gibi derinleşen sukutunla
Sen yar’a benziyorsun…
İnanmazsın ya düştüğün hallere bazen…
İnan…
Ve üzülme
Yokluğunda da sana iyi bakarım ben.
Alinti