Karanlık ve yoğun hava. Kimsesizliğe doğru hareketlendi tüm gitmeler. Kalmalar yenime sığmıyor…
Vakit hayli geç. Yine yoksun. Vazgeçsem gözlerinden sonum olur sanıyorum. Sesini duysam heyecanlanırdım bir vakitler. Şimdi yavaş ve sakin eskidi sesin. Yüzünde yenik bir tebessüm. Acıklı bir aşk hikâyesi yazmak için oturdum yine masanın başına. Duy beni sesimi arayan kalabalık. Yine hüzzam bir toplanmada kalbim. Eski püskü ne varsa katlayıp koydum yüzüne. Öylece kaldı gözlerin. Ben gidiyorum. Sen kal. Ey sevincim, çocukluğum, hiç bulamadığım hürlüğüm. Sen kal başucumda.
Kırık, cam kırığı bu batan içime…
Biliyorum bu sen’sizliği, tanıyorum milyon yıl öncesinden. Anlatamadığım kimselere konuşmadığım ekşimtrak sevmelerimle çıkıyorum benleyemediğin bu oyundan. Şimdi ebe de sen ebeleyen de…
Ağlamak çözüm bulsa geceye. Dişi bir limonu sıkar gibi durmadan boşalacak gözlerimden olanca hüznüm. Ama vakit geç artık. Karanlık tüm şiddetiyle üzerimde. Ağlamak çare olmaz biliyorum bu saklı özleme.
İçimden geldiği gibi. Hani bir bebeğe şımarır gibi ya da bilmiş bilmiş konuşur gibi sevemedim ya seni. Ona yanıyorum. Onu yanıyorum…
Ellerimde tesellisi kalmadı bu yitik aşk öyküsünün. Kaç kez aldattım ve aldatıldım. Aldattım kendi kendimi. İnsan kendine hainlik eder mi hiç? Yakmalı beni. İz kalmamalı aşk şiirlerimden geriye. Külleri dağılır gider nasılsa gecede…
Ben kalıyorum sen git. Kaldıramam bir kalmayı daha. Sen git. Ne varsa aldığın usul ve sessiz bırak bir kenara ve git…
Ben başımı kaldırıp göğe, arınıp saklanırım sessizliğe…
Sen git…
Orda değilsin zaten. Ararsam gelmezsin. İnadına yaşamın ve daha büyük severim nasıl olsa. Sevmedim mi seni? Severim bir daha nasılsa…
Güç… İçimde bir yara hiç anlatmadığım.
Ayakta ve sağlam kalmak, aldırmamak çürük gülümsemelere ciğerimde bir ur. Sus duymasınlar duymasın sendeki hain…
Saati kurdum. Gecenin yeni günü doğurduğu 00.00’a. çalmadı. Çalacak dedin. Çalmadı. Git perişan etmeden beni…
Tüm korkularını, ihanetini, güneş karartan asabiyetini, çarpık esprilerini, kabalığını al ve git…
Gülüşün, sesin, nefes kesen “adam gibi” tümcelerin, çocukluğun ve masumiyetin bende kalsın.. Senin yaşadığın hayatta gerek yok bunlara. Bende kalsın bir gün geri vermem. Endişelenme…
Böyle yazılıyor bir yarım yamalak hüzün tortusu. Böyle yazılıyor bir serüvenin sonu. Oysa’lı tümceler olmadan böyle akıyor hayat. Ne büyük, ne görkemli ne de şahşahalı.. Oldukça sıradan basit ve düz…
Net ve çıplak. Bir bitişin öyküsü. Tükeniyor gece, tükeniyor yüzün, tükeniyor…
Bana yazdıran da içimdeki sessizlik. Ne sen ne de sevmelerin…
Ne garip eksiliyor zaman. Ne garip düşünememek.
Gecenin bir yarısında son sigaramı yakmakla yakmamak arasında tereddütte ayrılığı yazıyorum…
Edebi değeri var mı yaşananların umurumda bile değil. Niyetim ciğerimi temizlemek. Senden, benden ve bu ilginç diyalogdan. Belki de ondan bu ağır hüznüm. Sen git. Ama geri dönme. Ben kalayım. Bırak bir denizde daha boğulayım. Sana ya da dünyaya söz bir daha aşkla duyurmayayım sesimi. İncinmelerim bende kalsın. Sen köpekli çoraplarını giy ve düş yollara. Yolun uzun. Sonu belli. Ben belirsizliğe doğru martı simitlerinin gevrekliği tadında en aç martıyı aramaya devam edeyim. Yolum uzun. Önüm kapalı. Aç martılar döner tezgahlarında İstanbullular’ın midelerine göz kırpıyor. Anlatacak çok şeyim vardı. Anlatamadım. Yeni başlamıştım, sen bağırdın. Ben sustum yine içime. Dinleyecek çok şeyin vardı. Ben konuştum. Kaldın yine yalnızlığına. Hadi geldik artık son yol ayırımına. Burada bitiyor masal…
Yine o kocaman, yenilmez, bükülmez, tavizsiz, siyah-beyaz ben olayım biraz. Sen tek kişilik dünyanda birinci –belki de sonuncu farkı yok aslında- kendinle. Saat çalmadı, kokun seni anlatmayı bıraktı, yüzüm eskidi.
Yolculuk vakti…
Ben kalıyorum sen…
Vakit hayli geç. Yine yoksun. Vazgeçsem gözlerinden sonum olur sanıyorum. Sesini duysam heyecanlanırdım bir vakitler. Şimdi yavaş ve sakin eskidi sesin. Yüzünde yenik bir tebessüm. Acıklı bir aşk hikâyesi yazmak için oturdum yine masanın başına. Duy beni sesimi arayan kalabalık. Yine hüzzam bir toplanmada kalbim. Eski püskü ne varsa katlayıp koydum yüzüne. Öylece kaldı gözlerin. Ben gidiyorum. Sen kal. Ey sevincim, çocukluğum, hiç bulamadığım hürlüğüm. Sen kal başucumda.
Kırık, cam kırığı bu batan içime…
Biliyorum bu sen’sizliği, tanıyorum milyon yıl öncesinden. Anlatamadığım kimselere konuşmadığım ekşimtrak sevmelerimle çıkıyorum benleyemediğin bu oyundan. Şimdi ebe de sen ebeleyen de…
Ağlamak çözüm bulsa geceye. Dişi bir limonu sıkar gibi durmadan boşalacak gözlerimden olanca hüznüm. Ama vakit geç artık. Karanlık tüm şiddetiyle üzerimde. Ağlamak çare olmaz biliyorum bu saklı özleme.
İçimden geldiği gibi. Hani bir bebeğe şımarır gibi ya da bilmiş bilmiş konuşur gibi sevemedim ya seni. Ona yanıyorum. Onu yanıyorum…
Ellerimde tesellisi kalmadı bu yitik aşk öyküsünün. Kaç kez aldattım ve aldatıldım. Aldattım kendi kendimi. İnsan kendine hainlik eder mi hiç? Yakmalı beni. İz kalmamalı aşk şiirlerimden geriye. Külleri dağılır gider nasılsa gecede…
Ben kalıyorum sen git. Kaldıramam bir kalmayı daha. Sen git. Ne varsa aldığın usul ve sessiz bırak bir kenara ve git…
Ben başımı kaldırıp göğe, arınıp saklanırım sessizliğe…
Sen git…
Orda değilsin zaten. Ararsam gelmezsin. İnadına yaşamın ve daha büyük severim nasıl olsa. Sevmedim mi seni? Severim bir daha nasılsa…
Güç… İçimde bir yara hiç anlatmadığım.
Ayakta ve sağlam kalmak, aldırmamak çürük gülümsemelere ciğerimde bir ur. Sus duymasınlar duymasın sendeki hain…
Saati kurdum. Gecenin yeni günü doğurduğu 00.00’a. çalmadı. Çalacak dedin. Çalmadı. Git perişan etmeden beni…
Tüm korkularını, ihanetini, güneş karartan asabiyetini, çarpık esprilerini, kabalığını al ve git…
Gülüşün, sesin, nefes kesen “adam gibi” tümcelerin, çocukluğun ve masumiyetin bende kalsın.. Senin yaşadığın hayatta gerek yok bunlara. Bende kalsın bir gün geri vermem. Endişelenme…
Böyle yazılıyor bir yarım yamalak hüzün tortusu. Böyle yazılıyor bir serüvenin sonu. Oysa’lı tümceler olmadan böyle akıyor hayat. Ne büyük, ne görkemli ne de şahşahalı.. Oldukça sıradan basit ve düz…
Net ve çıplak. Bir bitişin öyküsü. Tükeniyor gece, tükeniyor yüzün, tükeniyor…
Bana yazdıran da içimdeki sessizlik. Ne sen ne de sevmelerin…
Ne garip eksiliyor zaman. Ne garip düşünememek.
Gecenin bir yarısında son sigaramı yakmakla yakmamak arasında tereddütte ayrılığı yazıyorum…
Edebi değeri var mı yaşananların umurumda bile değil. Niyetim ciğerimi temizlemek. Senden, benden ve bu ilginç diyalogdan. Belki de ondan bu ağır hüznüm. Sen git. Ama geri dönme. Ben kalayım. Bırak bir denizde daha boğulayım. Sana ya da dünyaya söz bir daha aşkla duyurmayayım sesimi. İncinmelerim bende kalsın. Sen köpekli çoraplarını giy ve düş yollara. Yolun uzun. Sonu belli. Ben belirsizliğe doğru martı simitlerinin gevrekliği tadında en aç martıyı aramaya devam edeyim. Yolum uzun. Önüm kapalı. Aç martılar döner tezgahlarında İstanbullular’ın midelerine göz kırpıyor. Anlatacak çok şeyim vardı. Anlatamadım. Yeni başlamıştım, sen bağırdın. Ben sustum yine içime. Dinleyecek çok şeyin vardı. Ben konuştum. Kaldın yine yalnızlığına. Hadi geldik artık son yol ayırımına. Burada bitiyor masal…
Yine o kocaman, yenilmez, bükülmez, tavizsiz, siyah-beyaz ben olayım biraz. Sen tek kişilik dünyanda birinci –belki de sonuncu farkı yok aslında- kendinle. Saat çalmadı, kokun seni anlatmayı bıraktı, yüzüm eskidi.
Yolculuk vakti…
Ben kalıyorum sen…