:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Manas Destanı...
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Er Koşoy amca, Manas'a şöyle dedi: "Oğlum Manas benim yerimi sorarsan, Mediyan'ın çölünde, Evliyanın geçtiği yerde, Baabedin denen anneden doğdum. Deden Nogoy Han öldüğünde, Kalmuk ve Çinliler, Kırgızları kamçıya göre taksim ettiğinde, canımı terkilere bağlayıp, kuşağımı kuşandım. Çevik kırk yiğidi yanıma alıp kalabalık Kalmuk ile tekbaşıma savaştım. Nice erkekler, öldüler, kırk yiğidim de öldü. Ben yetmiş yerden yaralandım. Akrabalarımın hayaleti bile gözükmedi. Bitkin halde dolaştım. Sonunda kimsenin bulunmadığı bir dağa çıkıp kurtuldum. Çeç-Töbö'de beslendim, yer edindim. Başıboş dolaşanları toplayıp bir yere yerleştirdim! Çaylağı eğiterek onu alıcı kuş yaptım, muhtelif kabilelere mensup kimseleri toplayıp canlandırdım! Akrabalarım az olsa da çevrem sağlamdı.

Peygambere benzeyen Kataganlı, ak sakallı Han Koşoy oğlu Manas diye söylüyordu, evliya gibi konuşuyordu:

"Terk-i dünya olup dolaşırken, Kırgızlar fedak'r, canlı, ileri görüşlü bir millettir, bu milletten bir yiğit çıkacaktır diye umutlanıp seni bekledim..."

Kahraman, akıllı Koşoy amca, oğlum Manas diye söylüyordu, anlamlı konuşuyordu.

"Oğlum, ne zaman Altay'dan göç edip kendi yerine geleceksin? Azıcık halkına ne zaman direk olacaksın? Tek başına kalan, sahipsiz kalan milletine ne zaman sahip çıkacaksın? Gel Isık-Kölü'nü bul, kulun (tay)lar seni bekliyor, kırk kabile Kırgızın ayağa kaldır."

Manas şöyle dedi:

"Özlediğim yiğit amca, evliya sıfatlı imişsiniz. Sizi görünce canıma can katıldı. Atalarımın Karkırasını, Isık-Köl'ü, Ala-Dağ'ı gördüm. Hasret giderip rahatladım. Ala-dağ'ı yer edinen, yalnız kılıç kuşanan, Kalmuk Çinlilerle savaşıp yer kapışıp yaşayan gayretli Kırgızları gördüm. Etkilendim, Cesaretim arttı, hasretim bitti. Şimdi Koşoy baba, Altay'da bir grup Kırgız kaldı. Çinliler çok, Kırgız az. Kalabalık Çinlilere tek başıma saldırdım. Çinlilerin öcü kaldı, ben onlara varayım."

Bunu işiten Koşoy amca üzüldü, gözlerinden yaş döküldü:

"Arslanım Manas, sözümü dinle! Koynu geniş Ala-Dağ'ı babalarının toprağı Tekes, Alay, Andican, Yedi-Su'yu zamanı geldiğinde görürsün. Çinliler asker gönderip Altay'daki halkına zulmetmesin! Neslimizi kurutmasın! Oğlum bir an önce geri dön! Kırgızları toplayıp Ala-Dağ'a göç! Ölmezsem, fazla geç kalmadan ardından gelirim, seni ararım, yer yeşil otla kaplandığında, halk yerleştiğinde, yaz geldiğinde karşına çıkıveririm. Nöbetçilerden haber geldi, Çinli Esen Han, Kırgızları keseceğim diye hazırlanıyormuş... Acele et, oğlum acele et!"

"Koşoy amca, dileğin cana kuvvet olsun! Sözlerin düşmana ok olsun!" diye Tanrıya sığındı Manas.

İnsanları iyi anlayan Han Koşoy adı ulu Manas'a dikkatle bakıp onu denedi :

Altın ile gümüşün,
Tozundan yaratılmış gibi.
Gök ile yerin,
Direğinden yaratılmış gibi.
Ay ile güneşin,
Işığından yaratılmış gibi.
Altı kalın kara yerin,
Dayandığı direkten,
Ay ışığı altındaki ırmağın,
Dalgasından, yaratılmış gibi.
Havadaki bulutun,
Gölgesinden yaratılmış gibi.
Gökteki ay ve güneşin,
Işığından yaratılmış gibi.

"Er Manasla kimsenin başa çıkamayacağı belli. Hasetçiden nazar, kötü niyetten dil değmesin." Dedi tecrübeli Koşoy memnun olarak.

"Karşına kimse çıkmasın, peşine düşman düşmesin! Karşına çıkan düşman mert olsun!" dedi. Adet üzerine Han Koşoy iyi yolculuk dileyerek. O, yere ve suya sığınarak, Tanrıya Manas için hayır dua etti.

"Geldiğin yoldan gitme! Geçtiğin suyu tekrar geçme! Uyuyan ulu dağların üzerinde uçarak yuvana ulaş!" dediler bahşılar davul çalıp sıçrayarak.

Er Manas Altay'daki Kırgızlar koklayarak kuvvet bulsun diye atalarının yerinden bir avuç toprak alıp mamır otuyla birlikte beline bağladı ve Koşoy ile vedalaşıp Altay'a doğru hareket etti.

Sırt üstü yatan büyük bahadırlar gibi uzanan Ala-dağ sanki Manas'ı uğurluyordu.

Çin hanı Esen Han'ın altın sarayının kulübelerinde ateş yakılıp, davullar çalındığında tüm şehir yankılandı, bir günlük mesafede bulunan yerlere kadar haber gitti. Han vezirleri, danışmanları, komutanları, büyükleri, ileri görüşleri Esen Han'ın sarayına telaşla toplandılar.

Esen Han kahrolarak şöyle yarlığ verdi:

"Bu **** kaçak Kırgızlara devleri, büyücüleri kaç kere gönderdik. Ne sağ dönen oldu, ne ganimet ile döner oldu. Yakında rahipler Kırgızların tek bahadırı olan Manas'ın Ala-dağa göç etmek için yer görmeyi gittiğini haber verdiler. Fırsat gelmiştir. Kırgızları soyup soğana çevirmenizi emrediyorum. Halkı yok olunca, Manas'ın kökü kesilecektir. Yalnız ağaç çınar olmaz. Binbaşı Coloy bahadıra ok işlemez zırh giydireceğim. Ordubaşı yine Mançu Neskara olacak. Danışmanınız büyücü Karacay olacak. Öcümü alacak bahadırlarım, öleceksiniz Kırgızlarla çarpışarak ölün! Onları yenemezseniz Çin seddini geri döneyim demeyin!"
Alemi altüst eden Coloy adlı bahadır, hanının önünde eğilip diz çöktü. O bir oturuşta yirmi okkadan fazla buğday yiyip hiçbir şey yememiş gibi kalkan ev kadar kocaman biri idi.

"Ulu gökyüzü altında eşsiz olan merhametli Esen Han! Huzurunuza Kırgızları yok etmeden gelmeyeceğiz. Manas'ın başını alıp geleceğiz!" dedi. Coloy, askerleriyle yemin ederek.

Ok işlemez, yumruk kadar düğmesi olan zırh giyen, kuzgun gibi uçan ata binen, çelik baş Kalmukların han Coloy'u ağzından duman gözlerinden alev çıkararak ordusunu harekete geçirdi. Bu biçimsiz kafirin boyu posu şöyleydi: saçları dağınık, hemen yutacak gibi hırslı, kudurmuş domuz gibi, kaşları yanmış orman gibi, hergele çobanın giydiği deri çizmelerine benzeyen kalın dudaklı, geniş kısa boylu, kalın yanaklı geniş omuzlu bir boğanın etine doymayan acayip pehlivan biri idi.

Coloy'un peşinde at oyuncusu, yürük atlı kavgacı pehlivan, iri yarı Neskara, onun peşinde papağan kuyruklarıyla süslenmiş koyu doru katırına binen Döödür Alp, onun peşinde kırmızı kolsuz kürk giyen, sancağın altında duran okumuş, nişancı Karacoy, Kırgızların kökünü kurutmaya geliyordu.

Sayısız ordunun içinde ateşten çekinmeyen devler, pehlivanlar vardı, bir bölümü süvari, bir bölümü yaya olan, kargı ile silahlanmış askerler, mızrakçılar, kurnaz yaycılar, baltacılar, kementçiler, çok sayıda nişancı, büyücü, yakarışçı olup, yeri sallandırarak geliyorlardı.

Çin hanı Esen Han'ın askerlerinin gelmekte olduğunu Altay'daki Kırgızlar iki gün evvel öğrendiler. Ala-Dağ'a, Koşoy'a giden Manas'tan haber gelmediği için telaşa kapılan Akbalta, iki Kutubiy birbirine danışarak gündüz dinlenmeden gece uyumadan avulu Bin Su'dan geçirdiler. Çam ormanlarını dolaştılar. Ulu dağ'a göç ettirdiler. Kuvvetli yiğitler ise düşmanın önünü engellediler. Kutibiy Oralma dağının burnunda durup düşmanları gözetliyordu.

Aman Allahım, kara kurt gibi çok sayıda asker tozu dumana katıp, yeri göğü sarsarak sel gibi taşıp ak sancakla akın akın geliyordu.

Kutubiy yeşil sahradan bulduğu Telkızıl atını sağdan soldan kamçılayarak Kırgızlara geldi ve vahim haberi ulaştırdı. Bu arada :

"Size ejderhanın ayağına basmayın, Çinlilere dokunmayın diye söylemiştim. Şimdi beni derde soktunuz.. sonunda bunu göreceksiniz. Akbalta, sürekli Manas'ı şımartıp yapacağın bu muydu! Hani senin bizi Çinlilerden kurtaracak Manas'ın? O başıboşun nerede olduğu belli değil! Kahrolası hayırsız Akbalta!" dedi Cakıp hiddetlenerek.

Akbalta yerinden fırlayıp şöyle dedi:

"Olsa olsa ölürüz, Cakıp. Ölmeyen kim var? Döşekte yatarak ölmektense, savaşarak ölmek daha iyi değil mi? Ölümden korkan onurlu mudur? Dertli başımız yere girinceye kadar, Kara Hitay Mançu ile çarpışmayalım mı yani! Manas bizi Kalmuklara ezdirecek biri değil. O ya bunu bilmiyordur, ya da buraya ulaşamıyordur. Kalmuklara boyun eğeceğimize çarpışarak ölelim! Gayrete gelin millet!"

"Düşmanın önünü keselim!" dedi Bozkurt Kutubiy haykırıp, Kırgızı düşmana bırakıp arslana nasıl cevap vereceğim diye gülümsedi, aç arslan gibi gerilip, demir mızrağını eline aldı." "Manas" parolasını haykırarak tek başına düşmanlara saldırdı. Sağa sola bakmadan, canını dişine takarak düşmanla burunburuna geldi, mızrağını iki sıra yiğide sapladı, kılıcı kırılsa yayını çekerek dişediş dövüştü.

Yetmiş aile kırgız içerisinde düşmandan kaçan sadece Cakıp oldu.

Akbalta gelen düşmanı görüp azıcık Kırgız askerlerini idare etti.

Aç buudan atı gibi kabaran Coloy, ellerinde bayrak tutan askerlerini Kutubiy'e doğru harekete geçirip akını başlattı. Oklar dolu gibi yağdı. Yay okları ateş olup yanıp değdiği yeri yakıyordu. Yiğitlerin topuzu ve sırhları parçalanıyordu.

Kutubiy'in Telkızıl atı ermiş bir tulpar idi, yiğidin atı yiğitle eş idi. Gerektiği yere kalabalığa kendisi girerdi, bazen dört ayağıyla sıçrayıp, yiğitler gibi dövüşürdü. Gerektiği yerde kendini bir yana atıp düşmana fırsat vermezdi. Bunca düşmanla tek başına savaşan Kutubiy'i gören kuvvetli, cesaretli Akbalta "Canımız bir, kader ahbabım, ecel gelmişse ölürüm, ölmezsem seni kurtarırım" diye Kulager atını kamçıladı ve bağırarak kalabalık arasına girdi.

Ay gibi sarı çölde savaş yedi gün sürdü. Er Balta amca, yedi yerinden yaralandı, iki gözü hasar gördü. Cesaretli Kutubiy, doksan yerinden yaralanıp kanlar içinde kaldı. Askerler kuvvetten düşüp halsizlendiğinde Çinliler demir iple kuşatıp belini bükmek üzereyken Akbalta miskin bir halde vasiyetini söyledi:

"Sevgili Kutubiy, baktım Manas görünmüyor, gebereceğiz. Arzu ettiğim Ala Dağ'a ulaşmadan öleceğiz, kafirin elinde öleceğiz."

Akbalta'nın sözünü işiten Kutubiy sanki vücuduna bir şey batmış gibi fırladı.

"Amcacığım, Akbalta bereketim! Bahadır senin gibi olur mu? Kalmuklarla çarpışsak Balta amcam yardım edecek, düşmanın heybetini kıralım diyecek, derdim. Yiğidin eceli yiğitten gelir. Amca ne dersin? Kuvvetten düşmüş isen altın var, vur kaç savaş yaparız! Dayan amca!" dedi Kutubiy Telkızıl, atına rastgele tepinip, gözlerinde ateş çıkıp Balta'nın bindiği Kulager atın dizginini elinden alıp ileri atıldı. Tulpar gibi ince kuyruklu yürük at olan Telkızıl, deh der demez acayip heybetli göründü, dağ sırtını, tepelerini aşıp iki yiğidi kurtardı.

İki yiğit arkasına baktı ki, Kara kalmuk ve Çin akerleri artık gözükmüyor.

Bu esnada Akbalta, Kutubiy'e çocuğu gibi yalvardı.

"Kurbanın olayım Kutubiy sönen ateşimi tutuşturdun, ölen canımı dirilttin. Canım sana kurban olsun. Ölmezsem halkıma bunu anlatacağım, eski Noygut halkına seni han yapacağım!" dedi Akbalta yere dirsekleriyle dayanarak.

Yiğitler, şafak sökünce atların kişnemeleriyle uyandılar. Buna sevinen, sadece Kutubiy ile Akbalta değildi, onların iki atı da kişneyip ön ayaklarıyla yere vuruyordu.

Tümsekli dağları yankılandırarak kişneyen Manas'ın atı Teltoru idi.

Göz kırpıp açıncaya kadar boz tepe ile burundan Gök yeleli Bozkurt manas birdenbire güneş gibi parladı. Onu gören Akbalta ile Kutubiy'in sönen ateşi yeniden tutuştu. Tekrar ggayrete gelip cesaretlenen iki yiğit Çin ve Kalmukların kalabalık askerinin önünü kesip atılıp gelenleri saf dışı ettiler.

"Ey, arslanım Manas var mısın? Ey yalan dünya daha göreceğimiz güneş, içeceğimiz su varmış!..." Akbalta'nın gözlerinden yaşlar akıyordu.

"Balta amca sağ mısın?" dedi Manas, bağırıp "Göç edenleri gördüm, halk sağ salim! Sadece ikinizi bulamadım. Çok merak ettim."

Bu esnada Cakıp, Toruçar atıyla sallana sallana çıkageldi. Manas'a iki yiğidin Çinlilere gösterdiği kahramanlığı anlattı.

Cakıp Bay'ın sözünü işiten Er Manas düşmana arslan gibi atıldı.

Gök yeleli Bozkurt Manas, sır mızrağını eline alıp öfkeyle bağırarak Çinli ve Kalmuklara saldırdı.

Manas, Cakıp geldiğinde zavallı Balta zırhını giyip beyaz kartal gibi bağırdı:

"Hey, arslanım sağlıklı geldin mi?" Kendisi kaşınan Çinlilerle dövüşüp eğlenelim! Halk uzaklaşıncaya kadar savaşı yapalım, oğlum Manas sözümü dinle!"

"Ne diyorsun, Balta Ağa?" dedi Manas, silkinerek. Manas silkinirken dağlar sallandı. "Seni Kırgızların okumuşu biliyorduk, bu söz de nereden çıktı? Vur kaç savaşı yaparsak Kırgız'ın Manas'ı kaçtı demezler mi? Bundan düşmün cesaretlenmez mi! Arkamızdan kovalıyan birer birer yakalamaz mı! Balta amca, seni dinlemem! Ecelim gelmişse öleyim!"

Akbalta utancından ölecek gibi oldu.

"Yapma, Akbalta kuvvetten düşmüssün! Evine dön! Ecelim gelmişse ölürüm! Ben bunlara saldıracağım! Bunlardan öcümü almadan nasıl yaşayacağım!" Manas dişlerini gıcırdatıp hiddetlenerek Toruçar atının başını çevirdi, silkinerek iki yanına bakındı.

Kan kaybından halsizlenen Akbalta çok üzüldü, alındı, telaşlandı, gözü doldu. O ellerini kaldırıp Tanrıya yalvardı:

"Ah Tanrım! Bu Manas binlerce askere tek başına girdi. Yalnız at yokuştan geçmez. Manasın yalnız başına başa çıkamaz. Gökte ay olmazsa gece nasıl olacak? Çinlilere yenik düşerse azıcık Kırgızın hali ne olacak? Kuvvetli Çinlilere yenilirsek adımız kötüyü çıkar, dünyada kötü adımız kalacak, Tanrım güç ver! Biricik Bozkurtu koru!"

Akbalta'yı Manas'ın çorosu evine götürdü.

Manas, kınsız kılıcını kuşanıp yağmurunu dökecek bulut gibi heybetiyle kırklar ve Kutubiy ile beraber Toruçar atının yönünü çevirip gelmekte olan kalabalık düşmana doğru yöneldi.

Çinlilerin cesur yiğidi, tecrübeli, açık göz Neskara arslan Manas'ı gördüğünde, az kalsın kendini kaybedip atından düşecekti.

"Ah, babam Coloy, şuna bak! Benim gördüğüm şu belayı gördün mü? İşte tepedeki benekli ata binen adama bak, suratı değişik, acaip güçlü, heybetli biriymiş. Siyah benekli kaplan gibi saldıran, çolak gök yeleli arslan gibi ağzını açan, görünüşünü gördün mü? Onunla çarpışan sağ kalmaz! İşte o Manas'ın ta kendisidir! Başa çıkılacak arslan değil. Bu korkunç Kırgız hayatta kaldığı sürece, göreceksin, Pekin'in altüst edecektir. Coloycuğum, akılla iş görelim, onunla çarpışmadan at hediye etsek mi acaba? Şimdilik barışıp sonra daha fazla asker toplayıp yakalasak?

Coloy şöyle dedi :

"Büyüğümüz Esen Han gönderdikten sonra, savaşmadan nasıl gidelim"

Dönersek Manas'tan korkup kaçmışsınız diye başımızı almaz mı? Bize kalsa bu kan içenle, dövüşür müydük. En iyisi hep beraber harekete geçelim! Askerleri sürelim. Onlar yorulup kuvvetten düştüğü zaman yakalarız!

Coloy ile Neskara kurulup duran Manas'a önce askerlerini sürüp kargalar gibi atıldılar.
Pehlivan Karacoy'un komuta ettiği bin yürük atlı, gergedan binen Döödür Alp'ın komuta ettiği bin savaşçı, Boroonçu'nun komuta ettiği bin yaycı, kılıç kullanan bin askeri idare eden Neskara ve Coloy askerlerin arkasından bağırıyordu "İleri! Pis Kırgızları yakalayın!..

"Manas'ı boş bırakırsanız, yandınız pehlivanlar, hepinizi geberteceğim! Saldırın!"

Pehlivanlar bunları işittikçe meşhur gök yeleli Bozkurt Manas'a kudurmuşcasına saldırıyordu.

Oşpur'un oğlu Kutubiy küçüklüğünden beri Manas'a sadık candan dost idi. Manas'a yiğitçe şöyle dedi:

"Baktım, can dostum Manas! Hayatta kaldığım sürece yanında olacağım! Ecel gelmişse beraber ölürüm! Bu kafirler ile kuvvetimiz tükenene kadar, ölünceye kadar savaşalım, Manas!".

Bunu işiten Bahadır Manas daha cesaretlendi, kendini yenilmez arslan gibi hissetti.

"Karınca gibi Çinlileri kurutalım, sürelim! Çinli, Kalmuk, Mançu savaşmadığımız, çarpışmadığımız halk değil ki! Yenmediğimiz halk değil ki!.."

Er Manas, Kırmızı Toruçar atını okun delemediği zırhla örterek Çinlilere karşı nefretle savaşa girdi.

Düşman yeryüzünü duman gibi kaplamıştı, gökteki yıldızlar kadar çoktu. Çinlilerin çokluğundan kara toprak görünmüyordu, gök ve güneş görünmüyordu.

Bahadır Manas, Toruçar atıyla saldırıya geçip dağ gibi pehlivanları safdışı etti, kılıcıyla kesti, dalgalar gibi gelen Çinlileri tarumar etti. Her yer toz duman oldu, dağ deresinde pınar gibi kanlar aktı.

Kahraman Manas, Hızır'ın duası okunan gök yelesiyle kalabalığa girdi. Çinlilerin kırk pehlivanını ortaya alarak yağmur gibi ok yağdırdığını görmedi.

Kırk oğlanın öldüğünü Manas sonra öğrendi. Çocukluğundan beri beraber büyüyen, beraber oynayıp, beraber yatıp kalkan, beraber at koşturan çorası kırk oğlandan ayrıldığı için, onları kurtaramadığı için Gök yeleli Bozkurtun gözünden yaş döküldü, kemikleri sızlayıp üzüntüye boğuldu.

Kahraman Manas'ı işte şimdi görmelisin ki, o sağa sola bakmadan, ölümü hiç düşünmeden, kırk arkadaşının intikamı için dalga dalga gelmekte olan Çinlilerin yiğitlerini sırasıyla gebertiyordu.

Çevik, tatlı dilli, dövüşmeden geri kalmayan müthiş bahadır Kutubiy ok gibi hızla Kalmukların Borunçu denen bahadırına taşa, çamura girmiş gibi giren sırlı mızrağını sapladı.

Gözde bahadırının öldüğüne öfkelenen Neskara ve Coloy "Esenhan'ın karşısına canlı gitmeyelim" diye kalabalık Çinlilere bağırıp Kutubiy'i kuşattılar. Kutubiy sadakçı, yaycı, mızrakçı pehlivanların kuşatmasında kalınca hayattan umudunu kesti.

Arslan Manas ç****iz kalan Kutubiy'i görüp, onu kurtarmak için kalabalık askerin arasına girdi. Şöhreti alp erleri atından devirdi, kan akıttı, gittikçe hırslanıp kükredi.

Manas'ın ejderha gibi heybetinden, binlerce Manas olup görünen gök yeleli Bozkurttan korkan Çinlilerin bahadırları rastgele kaçtılar.

Manas'ın haykırışı taşları parçalıyordu, çok sayıda Çinli ve Kalmuk'u safdışı ederek bahadır Kutubiy'i azaptan kurtardı.

İki eren, kaçan düşmana göreceğini gösterdi. Biri mızrak savurdu, biri kesti, biri ortaya girse, biri yana çıkıp kaçan düşmana soluk aldırmadı.

Ölen atların leşi dağ gibi oldu. Bir o kadar da yiğit ölmüştü. Ovalar toz duman oldu. Çukurlarda kızıl kanlar akıyordu.

Ölümden kurtulan Çinliler ise ne yapacaklarını şaşırıp, kaçtılar.

Düşman Altay'daki Kara Dağ'a dayandığında Çinli ve Kalmukların bahadırı Neskara, Manas'ın önüne geçti.

"Bahadır Manas sözümü dinle! Kırgızlarda söz uludur. Ululuğunu bileyim, töre bilirliğini göreyim. Arslanlığını gördük. Canımıza okudun, öcünü aldın. Ey bahadır biz sana itaat ettik. Sana atımız, başımız hediye olsun! Başımızı keseceksin işte buradayım! Öldüreceğim dersen işte ordu! Gerçek arslan isen söze gel. Üç gün ara verelim! Cesetleri gömelim! Başımızı toparlayalım! Beyimiz, hanımızla danışalım! Askerler kaçmaz. Üç gün sonra Çinli ve Kalmukların hanı diye seni han yapalım! Halka haber verelim! Sinirlenmeden söze gel, bahadır!

Neskara böyle dediğinde arslan hiçbir şey düşünmeden üç gün ara verdi. Er Manas çarpışmayı durdurdu.

Şeytanı bile kandırabilen Neskara mavi çiçekli elbisesini giyerek askerlerinin yanına gitti ve yelek giyen Kalmuk ve Mançuların kuvvetlerini, Çinlilerin ünlü devlerini topladı.

"Bahadırlar onu üç gün süre ver diye kandırdım. Ona seni han yapacağız dedim. Kırgızlar hayal görüp hazırlıksız yatadursun. Biz Esen Han'dan asker isteyelim. Asker toplayıp kendimize gelelim, onlar saldırana kadar hazırladığımızı görelim. Kırgızları gafil avlayalım!"

Neskara'nın sözünü işiten büyükleri, yiğitleri yelek giyen kuvvetlileri, onun sözünü uygun buldular.

Neskara nişancı karacoy'u yanına çağırdı. Devlet memuru olan Karacoy güzel ata binmişti, altından perçem takmıştı kırmızı yeşil giyinmişti, ay gibi sararmış düzlüğün yarısı düşmanla örtülmüştü. Düşmanı tilki gibi avlayan, bir ok atımındaki iğnenin deliğine vuran, yürük at gibi koşan, çevik Karacoy geldi.

"Bahadır Karacoy artık Çin tarihine damganı vuracağın zaman geldi. Sana at başı kadar altın hediye verilecek! Adın taşa yazılıp ulu saray'a konulacaktır. Bu Manas'ın canı bindiği atında imiş. Atından ayrılırsa işi kolay. Bunu yapmazsan Esen Han bizi köpek gibi cezalandırır."

Karacoy söz verdi. Çinli ve Kalmuklar taştan barikat kurup düşmana karşı üç gün hazırlandılar.

Çinlilerin kandırdığını Manas, geç anladı.

Verilen süre dolduğunda, üç gün üç gece geçtiğinde, tanyeri ağardığında Çinli ve Kalmukların kalabalık ordusunda davul çalınıp, kaynaşan askerler Kırgızları kuşattılar.

Dev Manas kemerini bağlayıp kalabalık düşmana tek başına saldırıp mızrağıyla devirdi, baltasıyla parçaladı, kalabalığı bozup böldü, onları karıştırıp şaşkına çevirdi. Kahraman Manas Kalmuk beylerini nehire döktü, Kutubiy onların çoğunu yok etti.

Nehirden geçemeyen Coloy suyun akışını takibederek sersem gibi kaçtı. Arkasından beyaz ata binen Karacoy üç bin askeriyle kurtuldu. Nehrin öteki kıyısında duran Coloy geçidi engelleyip, örgü saçlı askerlerini geri çevrip çarpışmaya sevketti, kaçanları olduğu yerde öldürdü.

İki tarafın askerleri nehrin iki kıyısına ayrılıp birbirlerine yay çekiştiler, hakaret ettiler, top yekün savaştılar, zırhlar parçalandı, çarpışma çok şiddetli sürdü.

Kara duman gibi görünen kalabalık düşmanın karşısına, Manas yalnız başına dağ gibi dikildi. Toruçar atını oynatıp düşmanı alt üst etti. Canavar gibi atı yiğit Manas ile aynı gün doğmuştu. O arslan Manas'a layık, yorulmaz, büyük tuynaklı, geniş sağrılı, yürük at idi. At boynunu bükerek kanatlı tulpar (at) gibi uçarcasına koşuyordu.

Toruçarı gören Karacoy gözü dönüp Manas'ı bekledi, ama fırsat bulamadı.

Kalmukların Coloy'u Manas'ın karşısına çıkıp onu Karacoy'a yaklaştırmak için çare düşünerek atını çevirip şöyle dedi:

"Suya konulan tulum gibi kabaran Alp Manas. Atlarını paramparça edip kökünü kazan Coloy benim. Şimdi seni kurutacağım, buraya çık!".

Bunu işiten Er Manas, atını kamçılayarak Coloy'a bağırdı:

"Kadın değil erkeksen, sözünü tutacaksın, arslansan durduğun yere dur, söylediğinden kaçmadan dur!".

Er Manas, Toruçarını mahmuzlayıp ejder gibi gazaba gelip, pars gibi gözü dönmüş olarak tereddüt etmeden gürleyerek Coloy'a mızrak fırlattı. Kızan Manas at koştururken Çinlilerin nişancısı Karacoy'a rastladığını farkedemedi. Bu fırsatı yakalayan Karacoy büyük bir taşın arkasına saklanıp Manas'ın Toruçarına ok attı.
Yürük at olan Toruçar dağ koçu gibi gözünü kızartıp yere düştü. Er Manas onun üzerinden sıçrayarak atının başını kaldırdı. Yüreğine saplanan oku çekip aldığında kan fışkırıp akmaya başladı. Gök yeleli Bozkurt, etrafını kuşatan düşmana bakmadan küçüklüğünden beri birlikte olduğu sırdaş ve candostu olan Toruçar atından ayrıldığına çok üzüldü. Davullar çalındı. Coloy bağırdığında, arslan Manas ancak iki tarafına bakınıp kendine gelerek savaş silahını eline aldı. Onun cesareti hiç kimseye zerre kadar aldırış etmeden, Kalmuk, Çinli ve Mançu'ya on paralık kıymet vermeyerek, gözlerinden ateş saçmasıdır. Cesareti olan Çinliler, ona saldırdıkları zaman büyük yangına tutulmuş gibi kaçtılar. Manas'ın silahına hedef olanlar, can verdiler.

Çinli ve Kalmuk askerleri ölesiye haykırıp onu canlı yakalayacağız diye taş üzerindeki duran Manas'ı kuşattılar, ama ona dokunmaya cesaret edemediler.

Bu sırada kaplan Manas'ın aklına can dostu Çeç-Töbüsü'ndeki Han Koşoy geldi. "Han Koşoy amca, peşinden geleceğim demişti. Gelme zamanı geldi. Şimdi gelse ne iyi olurdu, unutmuş olmasın, amcacığım" dedi Manas.

Manas kendi kendine söylenirken daha ağzını kapatmadan dağ sırtındaki yüksek yayvandan toz duman yükseldi. Yükselen toz dumana bakınca gördü ki, insandan farklı bir ermiş, elinde gök bayrak tutan beyaz sakallı ihtiyar Koşoy çıkagelmez mi! Sarı kaplan yürük atını kamçılayıp, ecelim gelmişse öleyim, Altay'daki Manas'a destek olayım, Cakıp'ı sağ salim Ala Dağ'a getireyim diye Aymanboz atını Manas'a hediye etmek için onu yedeğe alarak on iki bin askeriyle acele gelmekte idi.

Koşoy silahlı askerleriyle tam zamanında yetişip geldi. Koşoy amca, Çinli askerleri görünce haykırarak yay çekip çarpışmaya başladı.

Han Koşoy taş üzerine sıkışıp kalan Manas'a doğru geldi, Aymanboz'u yedeğe alıp haykırarak girdi.

"Ey Kaplan Manas, yurduna vardım, kimse yoktu. Kırgızlar yok olmuş diye çok korktum. Böyle kötü bir rüya görünce hemen sana ulaşayım diye acele etmiştim. Askerlerin izini takip ederek sana geldim, kırk oğlanın öldüğünü gördüm. Seni sağ salim göreyim diye iki gözüm dört oldu. Demek başın sağmış, şimdi ölsem de gam yemem. Atın ölmüş. Bu Aymanboz'a bin, göreceksin ki, sana layık hayvandır. Terkide savaşta giyilecek giysi var, sana hediyedir."

Gözlerinden ateş saçan Manas gökte aradığını yerde buldu. Boz cepken (giysi) i giydiğinde kayalı dağ gibi göründü. Ön tarafı beyaz altınla arka tarafı baştan başa gümüşle süslenen Moğol eğerini Aymanboz'a yerleştirdi. Üzengisine basmadan sıçrayarak binip yetmiş bin Çinliye karşı tek başına saldırdı.

Kahraman Manas "Manas" n'rasını atarken, hayatta kalan Kırgız ve Kazaklar da Çinli ve Kalmuklara saldırdılar.

Manas, Koşay ve Kutubiy düşmanın canına okudular. Çinlilere nefretle haykırdılar. Çinlilerin yelek giyen kuvvetlileri ve beylerin cesetleri alanı doldurdu.

Er Manas, Çinlileri sürüp geniş Altaydaki dokuz dağın birleştiği dokuz yol kavşağına kuşun uçup geçemediği dar yola geldiğinde Koşoy Han, Manas'a bağırdı.

"Oğlum Manas, beni dinle! Atının başını geri çevir!"

Bahadır Manas, kahrından çırpınıp ihtiyarın sözünü dinlemedi.

"Bırak beni amca! Yolumu kesme! Kuvvetimi gör. Çinli Kalmuk ve Mançuları yağma edeyim. Onları yok edeyim. Öcümü alayım. Hanına kadar kovalayıp tümünü geberteyim! Kendisi kaşınan kafire göreceğini göstereyim!"

İhtiyar Koşoy, at koşturup gelip Manas'ın atının geminden tuttu.

"Gök yeleli Bozkurt Manas, beni dinle! Çinliler böcekler kadar çok, kan içmekten çekinmeyen, ölüm nedir bilmeyen intikamcı bir millet. Akılsızca yalnız başına çarpışacak millet değil. Pekin ile çarpışmak istersen sana el ayak olacak Kırgızın yok. Boşbuşuna tehlikeye atılma! Bir sene hazırlık yapıp adam toplayıp kalabalık ordu oluşturalım. Hazırlandıktan sonra gazaya çıkalım, oğlum! Kendine gel!"

Manas, Hızır gibi yetişen ihtiyar Koşoy'un askerleri nehir kenarında gecelemek için durdular.

Kutubiy, adamlarını saydı ki nice yiğitler ölmüştü. Kırgızlar Tal-Mazardan, Kara-Kırçından taş bulup taşın üzerine şiir yazdırıp diktiler, şehit olan yiğitleri altın gümüşten yapılmış kemerleri, eyerleriyle beraber gömüp, yer suya tapındılar.

Altay'da, Orhon'da mezarların başına dikilen endamlı yüsek taşın üzerine elinde kılıç tutan alp erenlere ithaf edilerek şöyle yazılmıştı:

"Tanrım güç verdiği için Han babamın ordusu kurt gibi, düşmanı koyun gibi oldu. Tanrı buyurduğu için illiyi ilsizleştirdik, hanlıyı hansızlaştırdık. Düşmanı tutsak kıldık, dizliye diz çöktürdük, başlıya baş eğdirdik. Bütün Türk halkı için kutsal, altın kurt başlı bayrağı yükselttik!"

Er Manas'tan, Kırgız erenlerinden canlı kurtulan Çinliler Pekin'e doğru kaçtılar. Kaçanların başında arabaya binen, yetmiş yerinden yaralanan Neskara, altı yerinden yara alan büyük Coloy, Karacoy ve Döödür denen pehlivanlar vardı. Onlar ordusuna bakmadan yolda ah vah çekip, halsizlenip altmış gün yol yürüyüp dördü birlikte Esen Han'ın huzuruna şaşkın bir halde girdiler.

Gözün ulaşamadığı kule ışıklandırıldı, çanlar çalındı.

Manas'ı gebertip kökünü kurutup gelin diye güvenip gönderdiği bahadırların bu halini gören Esen Han'ın ense saçları diken diken oldu. Esenhan elbiselerini fırlatıp onlara gök kaplan gibi atıldı ve pehlivanlarının göğsündeki belgeleri, başlarındaki perçemlerini yolup alıp onları han sarayından kovdu.

Her türlü çareyi düşünen Esen Han kahin danışmanı ile üç gün danışıp sonunda padişaha bağlı komutanların tümünü değiştirdi.
ATALARIN YURDUNDA (I. Bölüm)

Kış oldu. Yaz geldi. Aradan bir yıl geçmesine rağmen Manas'a Kırgızlara ne Kalmuk askeri geldi, ne de Çin askeri geldi. Bahadır Manas halkını Kalmuklardan ve Çinlilerden yiğitçe kurtarıp birleştirdi.

Yer yeşerip otlar bittiğinde otuz iki yaşına giren Manas gözüne ilişen kimselere heybetini gösterir, çöldeki kamış gibi bıyıklarıyla buz gibi soğuk görünürdü. Evinde üç gün üç gece yalın kılıcına yaslanıp kaldı, hiç uyumadı kimseyi de kabul etmedi. Kalmukların elçisi, İranlı tüccarbaşı ve Arap'ın kervanbaşısıyla da görüşmedi. Onun sırrını bilen kırk çorası: "Bahadır boşboşuna sinirlenmez, bir şey olmuştur, ya Çin'den haber almıştır ya da birliği olmayan, birbirleriyle çekişen soydaş Türklerden bir şey geçmiştir? Ne olursa olsun bahadırı rahatsız eden bir şey var. Bu bir felaket de olabilir." Diye korktular Manas sakinleşmeden kimse ona soru sormaya cesaret edemedi, doğru sözlü Bakay da sormaya çekindi.

Dördüncü gün, Han Manas kalabalık Kırgızı, Türk kabilelerin reislerine, iyi düşünceli mümtaz kişilere, komutanlara yedi gün sonra gelsin diye haber gönderdi. Haberi alan akıllılar, yurdun ileri gelenleri, ben Kırgızım diyenler söylenen günde Manas'ın avuluna toplandılar.

Manas'ın beyaz çadırı bir baştan öbür başa kırk kanatlı çift akotağ idi. Beyaz çadırın önünde gümüşten yapılan iki arslan vardı. Arslanların önünde de mızrak tutan, kılıç kuşanan öncü yiğitler vardı. Kırk yiğidin başı Kırgız avuluna gelen misafirleri sayıp yerleştirdi. Kurultayı Altay'daki altmış kabile reisi, altı yüz akıllı ihtiyar gelmişti.

Bütün millet toplandığında bahadır Manas şöyle dedi:

"Halkım, milletim! Andican'dan haber aldım. Atalarımızdan kalan, göbek kan damlayan yere, Andican, Ala-Dağ, Yedisu, Alay'a göç edeceğiz. Allevke'ye Kalmuklara yenilip yaşadığım günler zehir olsun. Zamanım geldi. Alevke'nin boyunduruğundan halkımı ve toprağımı kurtaramazsam yaşamayayım, doğmamış olayım! Ben Ala-Dağ'a atlanacağım. Gönlünden isteyen bana katılsın! Kalacağız derseniz mukaddes Altay ata toprağıdır, kimse sizi zorlamayacaktır, kendiniz bilirsiniz.

" Kıpçakların akıllısı Taz sözü kesti: .

"Ey millet! Babanın gönlü oğlunda, oğlunun gönlü dışarıda denir ya! Beni oğlum buraya deveyi yedelemiş gibi yedeleyip getirdi. Altay'dan gitmeyeceğim dersem de oğlum Ürbü Manas'ın arkadaşıdır, hem nişanlıdır. O tarafları özlüyor. Oğlum beni yedeğe almıştır. Kırgızlar göçmese de ben göçeceğim."

Halkın gülmesi üzerine Ürbü yere baktı. Taz'ın sözünü Aydarkan'ın oğlu Er Kökçö destekledi.

"Ey, millet! Ürbü'ye gülmeyin. Yedisu verimli yerdir. Altay'dan eksik değil. Siz kalsanız da ben gideceğim." Dedi Kökçö.

"Kökçö yakında, Yedisu'dan nişanlanmıştı."

"Bel'lı kadın ise peşinden gitmeyen erkeği gör!"

"Kadın hanı bile peşinden götürür."

"Bu erkekler gazaya değil, kadına gidecek değil mi?" diye ihtiyarlar ve gençler Ürbü ve Kökçö'yle eğlendiler.

"Millet, eğlencenizi bırakın, bir karara vardım." dedi. Akbalta heybesinin iki ağzını açarak: "Ala-Dağ'a gideceğim diyenler heybenin sağ ağzına, kalacağım diyenler sol ağzına taş atsınlar."

Toplanan halkın tümü heybeyi tezek gibi taşlarla doldurdu. Neticede Altay'daki Kırgızlar Ala-Dağ'a hep birlikte göç etmeye karar verdiler. Manas Altay'da kalacak Kırgızlara "Sizden ayrılıyoruz, yine buluşuruz" diye Türk soydaşlarının reislerine, akıllılarına, beylerine, bahadırlarına, her baba-oğula elbise giydirdi. Avulbaşı, yurt ağası ve aksakallılarını birden ata bindirdi.

Kırgızların beklediği gün geldi. Manas'ın beyaz çadırında borazan öttürüldü, altın davul çalındı. Altay'ın acayip kızaran dağları muhteşem bir şekil aldı. Yurtta insanlar kara karga gibi kaynadı.

"Atlanalım, millet! Altay'ın hasiyeti, yardımcı olsun! Ataların kemikleri, ruhları razı olsun! Tanrım bizi sağ salim ataların toprağına, Ala-Dağ'a ulaştırsın, yolumuzu açık kılsın." dedi Koşoy sungur kuş gibi yüksek sesiyle.

Altay'daki Kırgızlar atalarından kalan âdetlerin gereğini ustalıkla yerine getirip kaidesiyle göçmeye başladılar. Göç edenlerin sayısı toplam altmış bin aileye ulaşmıştır.

Büyük obadan yola çıkan göç kafilesi yürüye yürüye doğrulup sıra haline geldi. Kafilenin başında Han Manas, ondan sonra bayrak tutan Kutubiy, ondan sonra Han Koşoy id****indeki aksakallılar, erkekçe giyinen kırk yiğit vardı.

Ondan sonra yavaş yürüyen ata binen Çıyırdı hamın ve kadınlar grubu vardı. Deve yedekleyen süslenmiş kızlar, hayallere dalan gelinler vardı. Ondan sonra halı örtülüp beyaz çadırın eşyaları yüklenen altı yüz deve vardı. Develerin önünde zil takılmış siyah deve vardı. Cakıp Bay hayvanlarımdan olmayayım diye ay şeklinde damgalanan atlarının peşinden gidiyordu.

Bakay yolun ilerisini kontrol edip mola verilecek bir yer buldu.

Büyük kafileyi dört taraftan koruyan Er Koşoy'un askerleri idi. Manas'ı Ala-Dağ'a, ata yurduna getireceğim diyen patlak gözü çoban yıldızı gibi parlayan, kulakları kalkan gibi olan Han Koşoy değil miydi?

"Kuzum, Manas! Düşmana beraber karşı koyalım, berabe yaşayalım. Andıcan, Altay, Yedisu'daki kırgızları Kalmuklardan ve Çinlilerden kurtaralım. Ölünceye kadar bayrak altında duralım! Hanlığa bak! Kaynaşan Kırgızlara han yapalım! Darmadağın olan halkını bir araya topla!" diyen Koşoy değil miydi? Kırgızların hayırlı gücünü yolda öğrenen Kazak ve Türk kabileleri grup grup avulun kenarına çıkıp ekmek, su verdiler, "dinleniniz, yoruldunuz" diye pişirdikleri etleri verdiler.

"Ala-Dağ'a sağlıklı ulaşınız. Uzak yolunuz kısa olsun. Tanrı yolunuzu açsın! Kötü niyetliler yoldan kaçsın!" diye hayır dualarda bulunup göçü yolcu ettiler.

Altay'dan yazda yola çıkan Kırgız kafilesi at ayağı değmemiş yollarla, derecelerle, otların çiçeğini seçip, suyun temizini içip, mola verip konaklayıp, kaç gün kaç gece yol yürüyüp hedeflediği yeni yurduna güzün son aylarında ulaştı.
İki ay boyunca yolda Akbalta suratını asıp dalgın ve suskun yürüdü. Manas bunun farkında idiyse de bilmemezlikten geldi. Bir gün kuşluk vaktinde Akbalta Manas'a kendisi geldi.

"Oğlum Manas, Ala-Dağ'ın ucu göründü, göçücü kuşları göremeye başladım. Ala Dağ'a kadar yolumuz açık, iyi gitti. Şimdi oğlum, senden istediğim bir şey var." dedi Akbalta yere bakarak.

"Söyleyin, amca" dedi Manas.

"Ben Tanrı'nın huzurunda sadece kendi başım için değil, Noygut halkı için de hesap vereceğim. Halkını Çinli ve Kalmuklar'dan kurtardın, özgürlüğüne kavuşturdun. Senden istediğimiz şey buydu. Bugünleri de gördüm. Oğlum, ben yaşlandım, kuvvetten güçten düştüm. Birçok kez evlenmiş idiysem de çocuğum olmadı. Ala-Dağ'ın havasını aldığımda, kuşlarını gördüğümde bitkin bir hale düştüm. Yurdum Sarı-Köl'ü özledim, halkım Noygut'u özledim. Halksız kalan topraklarım var, başıboş dolaşan talihsiz halkım var. Onları bulayım. Halkımı toplayayım. Muradıma ereyim. İsteğim şu, Kutubiy'i ver. Bu lütufta bulunsan Sarı-Köl'e sağ salim ulaşsam, onu han yapacağım! Sana kanat olsun. Manas'a layık oğlum vardiye onu evlat edineyim!".

Bunu işiten Cakıp Bay'ın kalbi yanıp tutuştu.

"Yarı ekmek bulsak eşit paylaştık, iyi dileği beraber diledik, Baltacığım.

Acıları beraber paylaştık, düşmanla beraber savaştık, Baltacığım. Topraklarımızı beraber koruduk, ölüme ortak olduk. Sizin gibi cana yakın adamı bulabilir miyim? Şimdi ayrılırsak, tekrar görüşebilir miyiz?" dedi Cakıp'a ağlayarak.

Manas gevşedi.

Akbalta ile Cakıp Bay birbirene sarılarak ağlaştılar.

Manas şöyle dedi:

"Kurbah olayım Akbalta, babam olmaya layık evliya! Halk içinde kut oldun! Düşmanla çarpışmada baş oldu! Elime alsam bayrak idin, atımı bağlasam altın direğim idin! İsteğince olsun! İzin vereyim!".

Geniş havzaya geldiğinde, iki gün ara verip üçüncü gün bahadırlar Akbalta ile Kutubiy, Koşoy Han, Cakıp ile Er Manas buğday unundan yapılan ekmeği yiyerek kel'mi-şerif getirdiler.

Yolda olsun izimiz,
Düşmanla olsun işimiz,
Gökte olsun canımız,
Kapta olsun kanımız.

Diye antlaştılar. Üç hanın halkı üç tarafa: Er Koşoy At-Başı'na, Akbalta Sarı-Köl'e, Manas Kakşal ve Andican'a bölündüler.

Manas birkaç ay yol yürüyüp yorulan kafileye "Halk zorluk çekiyor, atlar dinlensin, yiğitler soluk alsınlar, silahlarını hazırlasınlar." Diye Kakşal'ın dağında sekiz ay mola verdi. Süre dolduğunda "Şimdi Kalmuklarla tutuşayım." diye niyet etti. Andican'daki Alevke'nin halkına heybetini gösterip, Otuz-Adır'a basıp girip konakladı.

Otuz-Adır'da dokuz gün mola verdi .

"Yiğitler, eğlenin! Kılıçlar paslandı! Oklar körleşti. Kaplan, pars, geyik, kuş atıp, yay çekip at üzerinde oynayıp savaş için alıştırma yapın!" Manas Bakay'ın id****indeki ünlü nişancı olan altmış yiğidi alıp yol görmeye ve yer ahvalini öğrenmeye atlandılar.

Manas eğlenceden erken döndü. Avlanmayı seven Manas'ın bu hareketine arkadaşları hayret ettiler. Bahadır eskisi gibi tepeye beyaz çadır diktirip, kısrak kestirip, kımızdan şarap içip çılgınca eğlenmiyordu. Bakay'ı çağırıp akıl danıştı. Ertesi gün Bakay avuldaki Döögör'ün id****indeki ustalara çoraların süslerini yaptırdı, atları nallattı, askerleri disipline alıştırıp savaşa hazırlık yaptırdı.

Bahadır Manas Alevke gibi düşmanından intikam almak istiyordu, bir an evvel saldırıya geçmek için sabırsızlanıyordu.

Altın dolu hazinesi olan Alevke Ala-Dağ, Andican, Yedisu, Kan-Dağ'da zalimliği ve vahşiliğiyle tanınıyordu. Onun adını duyduğunda ağlayan çocuk da susuyordu. Altı şehirin hanı Alevke'nin yeryüzündekileri görebilen açık gözlüleri, yedi kat yer altındakileri duyabilen yer dinleyicileri vardı. Nogoy Han'ın yenip, Kırgızları'ı Andican, Alay, Ala-Dağ'dan sürdüğünden beri bu toprakların köpekleri Alevke diye havlayıp, kuşları Alevke diye öttü. Her yerde kadın alan Alevke'nin altmış oğlu vardı. Alevke bu yerdekileri sömürüp, vergi için hayvanlarını elinden aldı.

Alevke'ye Manas'ın göçüp geldiğini, savaşa hazırlık yapmakta olduğunu büyücü ve casusları çoktan haber vermişlerdi. O önceden ordu kurup, barikata nöbetçi koydu, eyeri atının üzerinden almadı, bahadırları giyimlerini çıkarmadılar. Beş yüz bin kişilik ordu kurup hazırlığını çoktan bitirdi. Manas ne der acaba diye, ona gözdağı vermek için Alevke kendi bahadırlarıyla birlikte yine elli bahadırı gönderdi.

Alevke'nin gönderdiği Tizelik adlı zevzek bahadır Manas'ın avuluna gelip tehdit etti:

"Alevke'nin emri: Kırgızlar buraya izinsiz yaklaşmasınlar! Andican, Alay ezelden bizimdir. Manas Çin Hanı Esenhan'dan kaçıp bize dokunursa yok edeceğim bir karış toprak vermeyeceğim. Başka tarafa gideceğim derse Manas'a yol vereceğim! Savaşacağım derse, kendisi bilsin! Can gerek ise şimdiden itaat etsin!"

Alevke'nin buyruğunu okuyan elçinin sözünü kesmeyelim, eski adetleri bozmayalım, kötü haber olsa da Han adamına saygı gösterelim diyen Kırgızlar Tizelik'e misafir kaidesince saygı gösterdiler.
Kırgızlar "Cevabını Manas'tan al, onu bekle" diye Tizeklik'i ürküttüler.

Manas iki güne kadar gelmedi. Üçüncü gün Cakıp, Manas'ı bulun diye altı kişiyi sağa sola gönderdi.

Manas'ı buldular ama Manas "Avula düşman geldi, Alevke'nin ordusu geliyor." Sözlerine hiç aldırmadı, bahadır geniş kır ve dağlara doyamamıştı, av tutkusuna tutulup, kayadan çıkan geyiğin peşinden gitti.

Kırgızlara gelen bahadır Tizelik: "Kırgızlar, dağ haydutları, Alevke'nin sözünü dinlemediniz, öcümü alacağım, sizi keseceğim." Diye öfkelenip atlandı.

Bu esnada Andican'dan alaca çapan (kaftan) giyen Aykoco hediyeler alıp Cakıp'ın önüne geldi.

"Andican'daki Kırgız ve Türk kökenli halkları Alevke'den kurtarınız! Ordunuza katılalım. Size arka olalım. Alevke Manas'a saldırmaya hazırlanıyor." diye haber verdi Aykoco.

Av peşinde koşup, halkını avlatmak mı istiyor bu? Avın başına batsın." Diye dertlenen Cakıp, Manas'ı kendim bulacağım diye dağa doğru yola çıktı.

Cakıp, dağa geldiğinde Manas hiçbir şey umurunda değilmiş gibi dağlara ve derelere bağırıp çağırarak yiğitleriyle av avlıyordu.

Cakıp bağırıp kendini ava veren Manas'ı ancak durdurdu.

Cakıp'ın şikayetini işiten Manas babasını fazla kızdırmadan onun gönlünü alıp avuluna getirdi.

Manas, ordusunu üç günde topladı. Dört yüz bin yiğit toplandı. Manas, ordusunu dörde bölüp dört komutan tayin etti. Mavi kumaştan elbise giyip, kısa kuyruklu gök tulpar atına binip, nakışları altından olan sancağı tutan Bakay'ı önüne alıp Alevke'ye doğru atlandı.

Ölümden başka her şeyi bilen kurnaz Alevke, Çinli ve Kalmukların hilelerini biliyordu. O çevik alpleri seçip nehirde Manas'ın yolunu kestirdi.

Er Manas Alevke'den daha iyi bir çare buldu. Savaşmaya geliyor gibi gözüktü, ama biriken Çinli ve Kalmuk askerlerine taarruz etmedi. Manas askerlerini bizzat kendisi yönetti, en kuvvetli yiğitler bayraklarını alıp atlarını oynattılar, düşmanı umursamadılar, onları görmezlikten, ses sedalarını duymamazlıktan geldiler. Böcek gibi kaynıyan Çinli ve Kalmukların komutanları Manas'ın yaygara etmeyen askerlerinden ürküp dokunmayana dokunmadan yol verip Alevke'nin muhafızlarını bıraktılar.

Manas, ordusunu meyvaları dökülmüş bahçeye bırakıp, birkaç yiğidiyle atını yedekleyerek, bahçeyi ata çiğneterek eğlenmekte olan Alevke'ye doğru geldi. Saray muhafızları Manas'ı çıkarmadan geçirdiler. Manas'ın önünde yedi yiğit, çevresinde kırk yiğit vardı.

O gün Alevke han bahçesindeki altın destekli sayebanlı çadırda hana ait seksen cariyenin şarkısını dinleyip, dansını seyrediyordu, şarap içip, akan suyun öten bülbüllerini sesini dinleyip eğleniyordu.

Alevke'nin veziri ile büyücüleri Manas'ın, kırgızların han sarayına geldiğini haber verdiler. Alevke bunu beklemiyordu.

Alevke insanın göremediğini gören bir insandı. Manas'ı uzaktan tanıyıp heybetine hayran kaldı. Attığı her adımdan ateş çıkan, ejder gibi süzülen, kara benekli kaplan gibi atılan Manas, bir yanına gök kır kaplan, arkasına bozkurtu alıp gelmekteydi. Onun heybetini gören Alevke'nin sarayındaki kudurmuş köpekler de karşısına çıkamadı.

Alevke han'ın dili tutuldu. O tahtından inip telaşlıca, karşısına dikilen Manas'a elini uzattı. Saygıyla diz çöküp kendisi yol gösterdi.

Gösterirken de kendi tahtını gösterdi. Alevke han, bir çok kez işittiği, kutsal kitapta okuduğu, Altay'ı altüst eden Manas'ın heybetini ilk defa bizzat gördü. Yeryüzündeki insanları korkutup onları adam yerine koymayan mal canlı Alevke, bahadırı görüp hayran kaldı. Manas'ın kirpiği alev, gözü ateş gibiydi, tek başına bin pehlivanın kuvveti vardı, alnı kaplanınki gibiydi, taş yürekli, kürek kemiği kalın idi, bileği filinki gibiydi, sert sakallı, dik bıyıklı, korkunç görünüşlü, akıllı biriydi. Gazaba geldiğinde onun kahrına hiçbir adam, hiçbir halk dayanamazdı.

"Hanlığınız kendinize kalsın! Tahta hevesli değiliz, bahadır" dedi Manas Alevke'nin tahtına oturmadan "Bizim kırgızlarda, Türklerde Han tahtına değeriyle, liyakatıyla oturulur, Alevke Han".

"Baş üstüne, Manas Hanım" dedi alevke çekinerek "Emir buyurunuz".

"Gücün güce yetmediği yerde, söz aklın gücü yeter, bahadır, Andican, Alay, Kan-Dağ, Ala-Dağ atalarımızın yeri idi. Mezarlarını kimse kazamaz. Yurduma geldim, topraklarımı geri ver. Kendi ağzından cevap alayım diye geldim" dedi Manas.

Tedbiri Alevke "Manas ile tutuşsam gücüm yetecek gibi değil, hileyle üstesinden geleyim, içeceğine zehir koyup hayvanat bahçesindeki arslanlara yem edeyim." Diye bir kötülük düşündü.

"Söylediğinizde haklısınız, hanım. Öfke düşman, akıl dosttur. Alevke'nin misafirseverliğini gör, bahadır. İstirahat et, konuşalım. Meseleyi dostça halledelim. Alevke han hizmetk'rlarına "Bahadır Manas'ı ağırlayınız! Han sarayını açınız!" diye emretti.

Alevke'nin ihtişamlı çadırı rengarenk idi, bahçesinde bülbüller ve kuşlar ötüyordu, pınarı akıyordu, her türlü çiçek açmıştı, papağan, insan gibi konuşuyordu, kızlar dansederek girdiler.

Avlanmaya meraklı Manas, Alevke'nin meşhur hayvanat bahçesini görmek istedi. Alevke buna karşılık vermedi. Han sarayının önünde, dayanıklı kalenin içinde pek çok kuşun ve hayvanın bulunduğu bir hayvanat bahçesi vardı. Alevke elinin ulaşabildiği yerlerden pars, kaplan, fil maymun, gergedan, ayı, Sibirya parsı, kızılkurt, ejderha, yılan, yabani eşek, köpekbalığı gibi insanın görmediği canlıları getirip hiçbir hanlığa nasip olmayan saltanatı sürüyordu. Düşmanlarını yırtıcılarıyla korkuturdu Alevke. O, hastalanan köleleri, ele geçirdiği bahadırları hayvanat bahçesindeki yırtıcılarına bırakırdı, insan etine alışmış yırtıcılar hayvanat bahçesine gelen ganimeti kapmaya hazır idiler.
Bahadır Manas, Alevke'yi de, adamlarını da, arkasındaki seksen yiğidin de demir kapının dışında bırakıp, hayvanat bahçesine silahsız olarak tek başına girdi.

Alevke'nin gökten dilediği makbul oldu. O, "Kaplanların Manas'ı parçalayıp yediğini minareden göreceğim." diye çok sevindi.

Bahadır Manas bir sürü kaplanın yattığı kafesin kapısı açtı. Demiri ısırıp dışarıdaki insanlara atılan kaplanlar bahadıra dokunmadı, kuyruklarını kısıp sığınacak yer bulamadan kaçtılar. Manas kaplanların birinin kuyruğundan tutup çevirdi, kaplanlar bahadıra başlarını eğip, ayaklarını uzatıp dolaşıp işaretle saygı gösterdiler.

Kaplanlara bakan Agalak denen adam, cesaret taslayıp onu kızdırmış olsa gerek, acıkmış kaplanlar onu bir anda parçalayıp midelerine indirdiler.

Bunu gören Alevke'nin dünyası yıkıldı, hazine dolusu altınları aklından uçtu, saltanatı elinden gidip geniş âlemi daraldı, sinek gibi canından umudunu kesip aklını oynattı.

Hayvanat bahçesindeki ejderler, ayılar, yılanlar, kurtlar Manas'ı gördüklerinde eğilip, kulaklarını kısıp, gözlerini kapatıp, uluyarak kafeslerine başlarını soktular.

Bir sürü asker ile Manas'ı tutuklamak isteyen Alevke: "Onunla tutuşmak işime gelmez, tutuşsam da gücüm yetmez, bu Kırgızla başa çıkılmaz, iyisi ona dokunmayalım. Onu zehirleyelim. Eğer bu da tutmazsa canımı alıp Kakşal taraflarına döneyim." diye düşündü.

Manas hayvanat bahçesinden çıkarken Alevke, bahadırın önünü kesti.

"Bahadır, Han sarayına buyurunuz" dedi Alevke.

İlerisini, gerisini düşünmeyen, saf, mert Er Manas, bu teklifi kabul etti.

Akıllı Bakay Manas'a başkan bir han çadırını diktirip, seksen yiğidi nöbetçi koydu. Kendisine göre hayvan getirtti ve kestirdi. Ayrı kazanlarda pişirdi. Alevke'nin mezelerini, yemeklerini kimseye fark ettirmeden döktürdü, bunları yiyen kuşlar köpekler kırıldı.

Ertesi gün Alevke dalkavuğunu peşine alıp Manas'ın önüne yalnız geldi. Elini boynuna koyup itaat gösterdi.

"Bahadır Manas! Yiğitliğinde hiç kusur yokmuş. Sana itaat ettim. Alacağım dersen işte başım, içeceğim dersen işte kanım. Çıkaracağım dersen işte gözüm. Canım kurban olsun. Şimdi Andican'dan toprak vereyim dersen uygun görürsen halkım ile kalayım! Hayır dersen çekip gideyim! Buradan çıkmayacağım diye kavga edecek hâlim yok. Tacımdan, tahtımdan ayrıldım. Taht senindir, bahadır! Küçücük canım benimdir, bahadır!".

Bahadır Manas, Alevke'nin yaptığı zulmü hatırladı. Canını kurtarmak için yalvaran bu Alevke, Kırgızlara karşı elinden geleni arkasına koymamıştı. Altay'a sürülen Cakıp'ın çilelerini, yıllarca horlanan halkını düşündü.

"Ey Alevke! Karşıma çıksan başın mızrağın ucunda olacaktı. Han ellerini kavuşturup yalvarırken ben canını bağışlarım" dedi bahadır. Böğürerek "servetini dağıtmayacağım, ordunu dağıtmayacağım. Toprak yeterlidir. Niyetini bozmadan yaşa. Ben Altay'dan sonra göçüp geleceğim. Bir şartım var, büyük oğlun Booke'yi ak otağa alacağım, bana çora olsun! Kasabış adlı kardeşin yardımcıları katılsın! Cevabını derhal ver. Bunu kabul etmezsen başını kıyamete gönderceğim."

Alevke'nin kemikleri sızladı. Yaş akan gözlerinden kan akmaya başladı aklı durdu. Ç****iz şartı kabul etti.

Manas Andıcan'daki Kalmuk ve Kırgızların hanı diye ilan edildi. Han Manas, Alevke'den acı çeken altı şehirin eski han ve beylerini çağırıp, onları kendi mevkilerine tayin etti; Alevke'nin biriktirdiği ganimetlerini, servetini herkese saçtı.

Er Manas Alevke'den hiçbir şey almadan sadece iki çorayı alıp yoluna koyuldu.

Manas Altay'dan geldiğinde Altay'ın güneyinde, sıra dağları eteğindeki ovada bulunan kalça denen meşhur halkı Kezek'in oğlu Şooruk han idare ediyordu. Gözkapağı yüksek, göz çanakları çukur, siyah sakallı, dik bıyıklı, elli sekiz yaşındaki Şooruk'un iki yiğit oğlu, iki kızı vardı. Akılay denen kızı on altı yaşında olup insanlar arasından çıkan dünya güzeli idi. Kalçalar at yerine kızıl kuyruk deveye binerlerdi. Kızları güzel olduğu için her halkla dünürleşmişti. Şehirine her yerden tüccarlar gelip gittiği için çok zengindi. Mala, dünyaya düşkün, şımarık Şooruk bir gün Manas'ı ele geçireceğim diye inat ediyordu.

"Kara Kırgızlar Altay'da altınla zenginleşip Esen Han'dan kaçıp geldiler. Ölümlüler bizi hiçe sayıp toprak kapmak istiyorlar, cesaret taslıyorlar. Güçten kuvvetten düştüğü halde bahadırlık taslayan Kırgızlara efedisi kimmiş tanıtalım. Atlanın!" Kendini beğenmiş Şooruk askerlerini toplayıp Han Manas'a hücuma geçti.

Yollarda yürüyüp, ticaret ile geçinen Kalçalar savaşmayı bilmeyen, deveye binerek mızrak vuruşan halk olmalarına rağmen iki yüz doksan bin asker topladılar. Bu yüzden iç içine sığmayan Şooruk cesaret taslayıp altın zihniyetli davul, korna çaldırıp debdebeyle kızıl sancaklı askerlerini toplayıp yola koyulmak istedi.

Ertesi gün şafak sökerken Şooruk Han'ın yanına şımarık kızı Akılay nazlanarak geldi.

"Babacığım, bir kere olsun şımarık kızının sözünü dinle. Gece rüyamda fırtına koparan sel gelip, her yeri kara çamur akıntısı bastı. Altın yapraklı çınara tutundum, bu sırada yanıma sen geldin. Halk selle beraber aktı. Babacığım, bu basit bir şey değil. Ne olur Altay'dan gelen Kırgızlara dokunma? Beni dinle babacığım, beni dinle...Savaşma baba" dedi kız gözlerinden yaş akıtıp ağlayarak.

Akılay genç olmasına rağmen anneannesinden büyü öğrendiğini bilen Şooruk, bu kez kızın davranışına güldü, halkı heyecana getiren han sözünden dönmedi.

"Kızlar yorgan, yastığın yanında oturup nakış işler, babasının işlerine karışmaz!" dedi. Şooruk. Kızını susturarak "kızım rüyanda çınara tutunmamız zafere işarettir. İyilik göreceğiz."

Kızını dinlemeyen Şooruk han Alay'daki Kırgızlara güpegündüz saldırdı. Kara Tegin tarafındaki Noygutlara saldırdı. Noygut hana Akbalta hiçbir şeyden habersiz kimseye dokunmadan rahat bir şekilde yatıyordu. Zavallı Akbalta Alay'a, halkının arasına göçüp Noygutları toplayıp halk kıldı, halkına Kutubiy'i han yaptı. Kendisi mükemmel bir kişi idi. Zenginliği halkınca biliniyordu, atları yetmiş bine, Çin mandası bine ulaştı. Altmış yaşındaki Akbalta'nın kırık hanımı çocuk doğurmadı, çocuksuzdu, bir keresinde Salbuurun'a varıp çölde gezen Oysul ata heybesinden gayipten çocuk sahibi oldu. Sönen ateşi tutuşup, çocuk sahibi oldu, Hızır derviş, çocuğa Çubak adını verdi.

Şooruk hanın askerleri beyaz obaya giden Noygutlara soluk aldırmadılar, yedi bin atını sürüp gitti. Bu sefer Manas'ı yağma edeceğim diye kafasına taktı. Noygutlar himaye aradılar, savaşlarda erenleri ölüp, halkı tutsak olup, kız gelinleri dağlara kaçıp kurtuldu. Noygutların hanı Akbalta başını alarak kaçıp sağ kalan yiğitleriyle beraber avlanmaya çıkan Manas'a yöneldi.

Ah yalan dünya, bugün gördüğün yarın yok, önceki sağlam Akbalta, Alevke Kırgızları yağmaladığında Altay'da çektiği horluklara da direnmişti. Bugün akboz atının boynunu çevrip, beyaz sakalını tutup gözlerinden yaş akıtıp, dertli dertli kaçıp gelmekte idi.

Onlara av avlamakta olan Manas rastladı.

"Göreceğimizi gördük Manas. Derdime dert kattın Manas. Altay'dan ayırıp asaba koydu. Tepeleri otlak, yeri verimli, geniş Altay'da niye ölmedim! Atalarımdan kalan toprağım diye getirip Kırgızın baş ayağı kum gibi dağıldı. Yabancılar Noygut'u kırıp gittiler. Bizi bu günlere mi koyacaktın! Biz bu günleri mi görecektik!"

Akbalta'nın söylediklerine Manas söz bulamadı, öfkeden gözlerinden ateş sıçradı, acısı artıp her taraftaki Kırgızlara askerler çabuk gelsin diye altı kişi ile haber gönderdi.

Bahadır Manas Şooruk'un askerlerine avulun içinde saldırmayayım, kadına kıza, çoluk çocuğa deymeyeyim diye onların önünü dağda kesti.

Şafak sökmüştü. Ala-Dağ sanki Altay'ı hatırlatıyordu. Tan ateş gibi kızarıp attı. Beyaz karla kaplanan sıradağlar sanki uyumakta olan yiğitlere benziyordu. Bulutların sardığı dağlar sanki uyuyordu. Alay davulun acılı çalınışıyla uyandı.

Bahadır Manas beyaz elbisesini giyinip, uzağı yakını tanımaz öldürücü ok sadağını astı, demiri sekiz kenarlı, on iki çeşit boyanmış ucu zehire batırılmış, rüzgar değse vızlayan sırlı mızrağını omuzuna koydu. Karanlıkta çektiği zaman ateş gibi kızaran, savaşta vurduğu zaman uzayan, ot üzerine koyduğu zaman yakan, değdiği zaman öldüren kılıcını eline aldı. Altınla süslü, kestiği düşmanı geberten kapı kadar baltasını beline kıstırdı. Başı çelikle kaplanan sapı demirden olan gürzüsünü eyerin yanına takıp meşhur ala kula, siyah yeleli Akkulasına binerek er meydanına hazırlanıp durdu.

Savaş silahlarını kuşanan iki ordu noktası noktasına geldi. Kalçalar, ezelden savaş kurallarını bilmiyorlardı. Çapraşık konulan askerlerin önünde tutuşmayı bırakıp, halkının önüne bahadırlarını çıkarıp, deve üzerinde mızraklarını uzatıp bağırıp çağırdılar.

Dögöşö adlı pehlivan dört bin bahadırı ile kıyasıya bağırıp Manas'a doğru yöneldi. Kaplan Manas'ın kahramanlığı, insanlar arasında benzerinin bulunmadığı anlaşıldı. Beğ Manas, yağmur gibi yağan oklar arasında tek başına dolaşıyordu. Mızrağıyla devirip, baltasıyla gebertip dört bir kafirin kanını döküp, öğlen olmadan safdışı etti, kanlarını su gibi akıttı, üç binini imha etti, kalabalık askeri karıştırıp şaşkına çevirdi.

Savaş iki gün sürdü. İkinci gündeki savaşta sağ kalan altmış bin askeri ile korkak Şooruk han süslü kolltuğuna kıyamadan arkadaşlarını bırakıp başını alarak atlı kaçıp kurtuldu.
Şooruk han kan yutup, gözlerinden yaş akıtıp ağlayarak kızı Akılay'ın ayağına kapandığı zaman kızı:"Han baba! Bundan da ağı azaplara dayanmıştın! Düşmana yenilip halkından tamamen ayrılmıştın. Gayretine gel! Başkaları görmesin!" dedi. Akıllı kız Akılay ölmeye yer bulamayan, yatmaya mezar bulamayan babasını teselli etti. Şooruk, başını kaldırıp aklını kullanarak kızına danıştı.

"Akılay, yavrum. Seni dinlemediğim için başım derde girdi. Şimdi canımızı kurtaralım," dedi Şooruk. "Kızım, at için utanç, satılmaktadır, kız için utanç, hediye edilmektedir" der halk. Şimdi beni dinle, Seni Manas'a hediye etmek istiyorum. Sözümü dinle, iyilik yap! Babanı, halkı ölümden kurtar!.

"Babanın sözü kız için kanundur. Hayatım işine gelirse ben razıyım, babacığım! Benden endişe etmeyin. Çare altı, akıl yedidir, baba. Bir dediğini iki etmiyeceğim" dedi Akılay.

Zavallı Şooruk altın tacını giyip, altmış muhafızını aldı, kırk bir kızıl deve ve kırk kutu altınla yağmadan kurtulan altı yüz atı sürüp, otuz bir güzel kızı götürüp, ekmek tuz alıp Manas'a doğru geldi, ellerini boynuna koyup diz üzerinde durdu.

Şooruk şöyle dedi:

"Han Manas, kanatlı olacağım derken kanadımdan ayrıldım. Deve sahibi olacağım derken develerimden ayrıldım. Mal-mülk sahibi olacağım derken evim yandı. Manas, bahadır soyundan imişsin, savaşmak için doğan arslan imişsin. Dev ile boy ölçüşmüşüm, büyüğümle tutuşmuşum. Ata yolu uludur. Kızım sana hediye olsun. Başım sana hediye olsun. Halkım sıkışıp kaldı. Bize acı! Öç alacağım dersen kendin bilirsin Canım kurban bahadır!..."

Kimseye bakıp gülmeyen Er Manas dişlerini gösterip gülerek amcası Bakay'a baktı.

"Amca, bu söze ne dersiniz?" dedi Manas sevinerek gülüp.

Bakay ne diyeceğini bilmeden Manas'a bakıp durakaldı.

"Şooruk han ayağına gelip sana sığınıyor. Han fermanını ver, Bahadır Manas" dedi Bakay sonunda.

"İtaat eden halka kılıcımızı tığını göstermiyelim! Yağma etmekle sevinmeyelim. Erenler, aklınız başınıza gelsin. Onlar bize açgöz, yırtıcılar demesin. Bayrağı inip, dalı kırılan halka teşkilatlanmış halk olarak yiğitliğmiz ile iyiliğimizi de, akıllı olduğumuzu da gösterelim!" dedi Manas.

"Aferin, yaşa! Doğru söz!" dedi halk memnun olup.

Bahadır Manas sıkışan Şooruk'a hürmet gösterdi.

"Şooruk han, karargahınızı yapmaya başlayın" dedi Manas yol göstererek. Şooruk Han'ın telaşı giderildikten sonra, gönlü açılıp hediye edilen kızları ne yapacağı hakkında Manas'a sordu.

"Ben hanlığı yağmalamadım diye hediye edilen kızı zorla zevceliğe almam, kendisi isterse kabul ederim. Otuz kıza hediyelik kızlar demiyelim. Kızlara hediyelik gibi muamele etmiyelim. Onlara şımarık kızlar diyelim. Kızları kendi iradelerine bırakalım. Kendileri seçsinler! İstedikleri erkeğe gitsinler!"

Çoğunluk bu teklife yaşa Manas diye katıldı.

Bugün kızların hediyelik olarak getirildiği unutup büyük bir dost edinme, kız seçme şöleni oldu.

Iraman'ın Irçı oğlu ortaya çıkıp kızları överek şarkı söyledi.

Iraman'ın Irçı oğlu övmezse de, Şooruk Han'ın şımarık kızı güzeller güzeli idi.

Uzun siyah saçları dizlerine kadar sarkmıştı. Söğüt çubuğu gibi ince belli, görenin yüreğini hoplatan hana layık bir tuti kuşu idi. Sarayda yetişen otuz kız da birbirinden güzel idi. Güler yüzlü, şiri sözlü, kaide bilen, kapağını açıp gözlerini oynatıp erkeklerin aklını başından alan mül'yim, neşeli kızlar idi.

Iraman Irçı oğlu şöyle söyledi:

İster yaşlı ister genç,
Mutsuz kızlar gözünü aç
Sizi arzu ededuran,
Kara Kırgız halkıdır.
Hangisini istersen,
Tuttuğunuz erkektir.

Yaşlı, genç demeden, aklı olan herkes sakal ve bıyıklarını sıvazlayıp, şakalaştılar, kalpaklarını kurup giyip, kendilerine çeki düzen verdiler, çolakları değnekleri gizlediler, dilsizleri sustular, körleri gözlerini örttüler, "Eyvah, Kalça'nın kızı beni tutar mı acaba" diye umutlanıp birbirlerini itip merakla bakıp durdular. Bahadır Manas da onun kırk yiğidi de diğer yiğitler ile birlikte sıraya girip ortadaki kızları birbirisinden kıskandılar.

"Bahtsız kızlar gözlerini açıp erkeklerinizi deneyin!"

"Kötüsüne düşmeyin! İyisini kapın!"

"Güzel kıza güçlü erkek yakışır. Sonra pişman olmayın!"

Kızların büyüğü, boy derse boyu var, akılderse aklı var, yay gibi kaşı var Ayadıl adlı kız söze başladı:

"Konuşmak bize düşerse, önce seçecek olan Akılaydır"

Şooruk'un şımarık kızı Akılay, ay gibi parlıyordu. Horoz boynu gibi boynu, top gibi memeleri vardı, n'rin boylu, beyaz vücutlu, siyah gözlü idi. O ipek gibi saçlarını sarkıtarak şöyle dedi:

"Bize varsa kerim, Manas olsun erim." Akılay güzel esmer kızların arasından ayrılıp çıktı. Sülün kuşu gibi boynunu kıvırıp, yana bakıp süzülerek yürüyüp, yaş çubuk gibi eğilip Manasa doğru yönelip fırtına gibi hızla bahadırın yanına geldi.

"Yaşa! Akılay eşini buldu!"

"Han soyundan olduğu anlaşıldı" dedi kalabalık gürültü kopararak.

Diğer otuz kız da Kırgız'ın otuz yiğidini kaptı.

Zurna, kopuz çalındı, gümbürtüyle şölen başladı. Düğün bir hafta sürdü. Debdebeli, geleneklere uygun bir şekilde geçti. At yarışı yapıldı, pehlivanlar güreştiler, bozkurtlar bütün yeteneklerini gösterdiler. Başları bağlanan Kırgızlar düğünü yedi gün değil, otuz gün uzattılar.

Bahadır Manas Şooruk'u yenip, kızı Akılay'ı alıp, zaferle gelmekte olduğu, takviye kuvvete çoktan ulaştırılmıştı.

Kırgızların avulu Manas'ın nişanlısını debdebe ve kaideyle karşıladı. Erenlerin eşleri de hediyelik kızlara karşı yapılan muameleyle değil, ailesine katılan yeni üyesine saygı ve selamla karşıladılar. Çıyırdı hanım gelinini kimseye hediyelik gelin dedirtmedi, oğlak çekişme yaptırıp, önü arkasına bavursak saçarak karşıladı. Töreleri derhal öğrenip büyüklere diz çöküp, küçüklere şefkat gösteren geline özel olarak beyaz çadır diktirdi.

Manas Kıpçak'a akraba olup, Kara-Ötök'ten ar'zi aldı.

Manas Şooruk han ile savaşmaya gittiğinde Alevke gizlice ulu padişahından izin almıştı. O avulu ile muhteşem han sarayını bırakıp Pekin'e doğru Tırgotlarla beraber hep birlikte kaçmıştı. Bunu Kırgızlara casuslar olduğu gibi anlattılar.

Arabalarını sürüp, kervan gibi yavaş ilerleyen Alevke'nin göç kafilesinin karşısına Kalmuk eşinden doğan, on sekiz yaşına giren, kara güçle dolan, beş yıl görmediği, harp ilmi öğrenen Kongurbay adlı çok sevdiği küçük oğlu can dostuyla beraber çıkageldi.

Kongurbay babasını görüp ağladı.

"Babacığım bu hareketini anlat? Düşmandan kaçmış gibi bir halin var? Kökünü kim kazdı? Şaşırıyorum, babacığım. Önceki yiğitliğin nerede?"

"Oğlum, onlar öyle kolay öldürülecek Kırgızlar değil, dövüşeni sağ koymayan o Manas, kolay başa çıkılacak biri değil. Onun yiğitliğini sorma. Atalarının toprağını geri verdim."

Alevke "Manas'ı öldüreceğim, dövüşeceğim" diye tutturan oğlunu zor teskin etti...

Bu Manas, o topraklarla yetinmeyecektir. O, Pekin'e de varacak gibi, kaçanı da boş bırakmayacak gibi. Manas doğmadan önce ona yiğitlik yazılmıştır. Mukaddes kitapta Manas'ın adı vardı. Kitapta "Manas pekin'e gazaya vardığında yiğit elinde arslan değildir. Manas'ı, Esen Han ile danışıp asker topladıktan sonra öldürelim! Şimdi oğlum beni dinle! Olgunlaşman gerekiyor. Şimdi gençsin, ona yenik düşersin, kuvvetine dolduğun zaman, O, Pekin'e geldiği zaman tutuş" dedi Alevke oğluna.

Bahadır Kongurbay babasının teklifini kabul etti.

Alevke'nin oğlu Pekin'e gitmeden Çin seddini takibederek Sarı Nehir boyunca göçüp şehir kurdu. Pekin Hanı Esen Han'a hediyeler gönderdi.

Kırk hanın Hanı Esen Han, Ala-Dağ, Kaşgar, Andıcan'ı, Yedisu'yu idare ederken Manas'tan kaçıp Çin Seddi'nin civarı, Sarı Nehir'in kenarına yerleşen Alevke'ye altı ay sonra mektup gönderdi. Esen Han, Alevke'nin darıldığını bildiği için ona hoş bir tarzda mektup yazdı.

Bir zamandan sonra Alevke, oğlu Kongurbay ile Çin hanı Esen Han'ın bulunduğu kırk kapılı Pekin'deki mis kokan kızıl ağaçtan yapılmış altın süslü kapısı var, sadece kuşun uçup girebildiği han sarayına ihtişamla girdi. Akrabalar saygıyla selamla görüştüler.

Alevke ile Kongurbay'ın gelecekleri nöbetçileri ve han sarayına malumdu.

Alevke'nin altmış yiğidinin küçüğü olan Kongurbay'ın ünü herkesçe biliniyordu. On iki yaşında kızıl korlu Çin beylerini döven bu genç, Pekin halkını bezdirmişti, pek çok katır kestirmişti. On üç yaşında akıllanıp beş yıl eğitim gördü, okudu, yiğitliği diğerlerinden farklıydı, güreşte becerikli idi, çok tedbirli, savaş hilesini gerçekten iyi bilen kibirli bir kişi olduğu söyleniyordu.

Han sarayına, Esen Han'ın yanına altın direkli çadır kurdular.

Çin padişahı Esen Han, Er Kongurbay'ı Çet-Beecin'e ihtiram ile han tayin etti, Beylik elbisesini, altın tacını giydirdi.

Eser Han, Korgurbay'ı boşuboşuna han tayin etmemişti. Alevke, Çin hanının hudutlarında hanlık yaptığı için "vahşilerle" kırgızlarla savaşmış, onların sırrını, âdetlerini, savaştaki durumlarını biliyordu. Alevke'nin oğlu Kongurbay da diğer halkların âdetlerini, dillerini, savaş yeteneklerini bilen bilgili, kurnaz bir bahadır idi.

Manas'a karşı koyabilecek kişi Kongurbay idi. Eninde sonunda Kırgızların gözdesi Manas, Pekin'e gelecektir. Kırgızların yolunu sadece Kongurbay'ın engelleyebileceğini, Esen Han önceden düşünmüştü.

Han sarayında, Kongurbay Han'ın şerefine büyük ziyafet ve eğlence düzenlendi. Esen han, Alevke han ve Kongurbay han rahipleri içeri almadan üç gün başbaşa konuştular.

Akıllı, tedbirli ve sihirbaz Kongurbay dizginleri eline alıp Çet-Beecin'e geldikten sonra Çin'in bazı bölgelerinde yeni güvenlik tedbirleri aldı. Taştan destek koydurup üzerine yazı yazdırda. Manas'ın geleceği yönlere adam koyup devriye tayin etmenin yanısıra başka bir tedbir de düşündü. Kanatlı kuğu, ördekli gölün bulunduğu yerlere nöbetçi koydu. Yüksek dağlı yerlere kulca (dağ koçu) yı haberci olarak koydu. Düzlüklere, tepelere Esen Han'ın bahçesinde yetişen, insan dilini öğrenen kırk (kulaç) kızıl tilkiyi bekçi olarak yerleştirdi. Manas'ın gelebileceği ihtimali bulunan yola erkek domuzun etine doymayan obur, tanoosu sarpun gibi tek gözlü kör dev Makel'i kırk rahiple birlikte nöbetçi koydu.

Alevke'nin oğlu Kongurbay, kanatlı siyah atına bindi, ona karşılık veren kimse çıkmadı, yeryüzündeki büyük ülke Hakan Çin ile Çin-Maçin'in yarısını yönetti.

Alçak ama dayanıklı duvarı olan, karışık sokaklı Tangşa denen şehirin tam ortasında bütün Çin'in komutanı Sooranduk'un kırmızı tuğlalarla kuşatılmış muhteşem bir sarayı vardı. Pekin'e seyrek gidip gelen Sooronduk, elli dört yıllık ömrünü bu şehirde geçirmişti. Asîl sarayda birkaç hizmetçi rahip, vezir ve tutsak kız yaşıyordu. Sooronduk'un üç eşinden dört kızı dünyaya gelmişti. Buna Sooronduk sevinmemişti. Kızlar çaydanlıktan akan su gibidir, erkek çocuk evin direğidir diyordu komutan. Askerlikten anlayan, kendine destek olacak bir oğlan arzu ediyordu Sooronduk. O, yeryüzündeki diğer ülkelerden falcılar, hekimler ve büyücüler getirdi. Tibet'e kadar adam gönderip çeşitli şifalı bitkiler toplattırdı. Dağ bağrındaki tapınağa gidip mum yakıp altından yapılmış puta diz çöküp arzusunu dile getirip çocuk talebinde bulundu. Hangisinin şifa bulduğunu kim bilir, bir yıl sonra ince bulutlu ortanca eşi Ekzer, hamile kalıp dokuz ay sonra doğurdu. Çocuk doğarken Pekin'de güneş tutuldu, yer sallanıp yarıldı.
Bahadır Sooronduk'un gökten dileyip aldığı erkek çocuk idi. Sevinçten uçan Sooranduk, Pekin'den misafir çağırıp büyük bir ziyafet düzenledi. Akrabaları, dostları pahalı hediyelerle geldiler.

Sooronduk, ziyafete gelen misafirlerden oğluna ad vermelerini rica etti.

Onlar, ordu komutanın oğluna verdiğimiz ad, belki yakışmayabilir diye suskun durdular.

Bir derviş gelip: "Oğlunun adını Almambet koy" dedikten sonra gözden kayboldu.

Almambet küçüklüğünden kabiliyetli çıktı. O, yıl değil gün geçtikçe büyüdü. Çocukluktan beri büyüklerin bilmediği şeyleri öğrenmeye, babalarının geleneklerini devam ettirmeye, esrarlı dünyayı tanımaya, mutluluk ile üzüntüyü anlamaya, zayıfken güçlüleri nüfuzu altına almaya, kötülükten iyiliği bulmaya, çirkinden güzelliği bulmaya yeltendi.

Sooronduk, oğlu sekiz yaşına girdiğinde, onu ileri gelenlerin çocuklarıyla beraber dört yıl hocaya verdi. Almambet iki yıl Köyıkap'ın civarında bulunan Celpinis'teki doksan pınarın gözündeki yetmiş katlı mağarada yatan ejderhadan yay kullanmayı, taktiği, harp ilmini okudu. Ejderde okumak için altı bin çocuk gelmişti, iki yılda sadece altı çocuk eğitimini tamamlayabildi. Alimlerden gök ile yeri aptallık ile akıllılığı, karanlık ile aydınlığı, ruh ile vücudu, akıl ile kabiliyeti, ölüm ile hayatı kavrayıp yaşam ile korkunç dünyanın değerini öğrendi. Bilimiyle kibirlenmedi, bilimde derinleştikçe çınar ağacı gibi yayıldı, alçak, ama sağlam oldu.

Sooronduk, oğluna akıl danıştı:

"Oğlum, on altı yaşına girdin. Gök sana akıl, güç ve hayat verdi. Ben yaşlandım, sen yolumu devam ettir. Alevke, Esen Han ve ben üçümüz anlaştık. Gözüm açıkken nasihatımı söyleyim. Ordu komutanlığını eline al!"

Saygılı Almambet babasının sözünü iki etmeden beyliğe oturdu. Almambet'i tebrik etmek için dünyanın dört bir ucundan hanlar, elçiler bahadırlar hediyelerle geldiler.

Almambet, genç olmasına rağmen söz ile gelen misafirlerin gönlünü alıp, akıllıca tarafsız olduğunu gösterip, onları ustalıkla yolcu etti. Onun ünü uzaklara yayıldı. Diğer hanlıklardan kaçanlar tarafsız Almambet'in himayesine sığındılar, Almambet'in halk arasında sevilmesi bazı hanları sevindirmedi. Çekemeyenler onu Esenhan'a şikayet ettiler.

Adetlere göre, diğer padişahlar, komutanlar da Almambet'i davet ederek teşrifat kurup, saygı gösterip şerefine ziyafet verdiler. Almambet Çin'in ordu komutanı sıfatıyla muhtelif yerlerdeki askeri birlikleri, onların koşul ve ahvallerini kontrol etti. Bir gün Çin padişahı Esen Han, Almambet'i Pekin'e çağırdı. Han sarayının kapısına gelirken Esen Han'ın yiğitleri Almambet'i attan indirip altınla kaplanmış, altın tutucusu olan altın sandalyeye alıp götürdüler. Almambet, han olduğundan beri Esen Han'ın beyaz sarayına ilk kez girişi idi.

Han sarayının tavanı, içi, etrafı, göze çarpan her yeri altınla süslenmişti, yüzünden gülücüğü eksik etmeyen rahip, altın kapıyı açtı.

"Akıllıların akıllısı, yüce Göğün oğlu, bütün Hakan Çin'in komutanı kutsal Almambet müsaade istiyor. Bin yaş yaşayın" rahip kayboldu.

Esen Han'ın yanındaki geniş yenli ipek kaftan giyen beyler, rahipler yere kadar eğilip diz çökerek komutana saygı gösterdiler.

Ejderha işlenmiş sarı kaftan giyen, altın tahttaki Göğün oğlunun yanına Almambet'i çağırdılar.

"Ben göğün oğlu, Çin padişahı! Emrediyorim: Güneş ile ay ışığının ulaştığı bütün bölgelerin askeri birlikleri senin idarendedir. Orduyu ejder gibi helbetli, arslan gibi güçlü olan senin gibi bahadır yönettiği için artık gönlüm huzur buldu. Yüreğin kurt yüreği gibi, gözlerin yılan gözleri gibi olsun" dedi esen Han.

"On bin yıl yaşa Göğün oğlu!" dedi hanın etrafındaki beyler diz çökerek.

Ondan sonra hanın fermanı okundu. Almambet'e altınla süslenmiş ferman kağıdı verildi. Ona ejder sureti işlenmeş altın düğmeli kaftan giydirilip, gümüşten işlenmiş kuşak kuşatıldı.

Çin'in kırk padişahının biri olan meşhur Azizhan, Sooronduk'un kayınbiraderi idi. Almambet Azizhan'ın kararg'hında ilim okuyup, hüner öğrendi. İki hanın arasında şımarıklı yapan Almambet'i Çin'in ileri gelenleri, Azizhan'ın oğlu zannediyorlardı.

"Göğün oğlu komutan Almambet'in şerefine insan kurban edilirse kutsal kitaba göre Äžöğe karşı günaha gireceğim. Uğursuzluk gelecektir. İyisi mi bu köleleri elime verin" dedi Almambet Esen Han'a.

"O zaman kanun bozulur" dedi Esen Han.

"Göğün oğlu kanundan büyüktür!" dedi Almambet. "İnsan yerine hayvan kurban etmeye izin verin."

Esen Han Almambet'in sözünü beğenip kurban edilecek olan köleleri ona verdi. Kölelerin yerine domuz yavrusu kestiler. Han sarayındaki tutuk beyleri, askeri komutanlar, şehirin büyükleri, ulema ve rahipler Almambet'in davranışını beğenmediler.

Esen Han, Almambet'e han sarayından yer tahsis edip dinlenmesi ve askerini sayması için altı gün izin verdi.

Esen Han'ın danışmanları ona bir ağızdan şöyle dediler:

"Yüce Göğün oğlu, yeni komutanınız biraz farklı, iyi niyetli görünmüyor."

Tecrübeli Esen Han farkettirmeden Almambet'e gözünün ucuyla dikkatlice baktı. Almambet kargaşa ve karışıklıklara dayanabilecek karakterde, tuttuğunu koparan, tuttuğu yerden kan çıkaran, baktığı insandan canını alan alp idi.

Han sarayının rahip başı Almambet'e şöyle buyurdu:

"Yüce Göğün oğlu, on bin yıl yaşasın! Onu yaşatmak bütün Çin'in görevidir, komutan bunun da gamını yer. Bu görevi sen yerine getireceksin." dedi rahip başı.

"Nasıl?" dedi Almambet.

"Göğün oğlunu güzel yemekler ve ilaçlar ile emin edeceksin." Dedi rahip kurnazca gülümseyerek.

"Ben olmadan da geniş Pekin'de yemeğin her türlüsü bulunur, üstadım. Şifalı bitkiler Tibetten çıkar." dedi Almambet.

Rahipbaşı, Almambet'e sırıtarak şöyle dedi:

"Yemek ve bitkiden başka ilaçlar da var" dedi rahipbaşı Almambet'in omuzuna elini koyup "O ilaç, binden biridir, hanı gençleştiren genç adamın ciğeridir."

Almambet, rahibe şaşkın şaşkın baktı.

"Evet" dedi rahipbaşı sözünü devam ettirerek "Göğün oğluna genç erkek ve genç kızın ciğerini ezip yılda dört defa ilaç olarak veriyoruz. Genellikle ciğerleri Çin sınırındaki "vahşi" kölelerden, tutsaklardan alıyoruz."

"Bunu Esen Han biliyor mu?" dedi Almambet.

"Göğün oğlunun on bin yıl yaşaması lazım" dedi rahip uzun uzun düşünerek, "Sizin şerefinize kurban edilecek altmış kişinin ciğerini alacaktık. Onları siz azat ettiniz."

"Göğün oğlu insan ciğeri yerse, halkın hanı olmaya hakkı var mı?"

"Var" dedi rahip "Çünkü Göğün oğludur o, ciğer bulmak sizin göreviniz".

"Ben Göğün oğluna saygılıyım! On bin yıl yaşasın! Ama onun insan ciğeri yemesine karşıyım. Ben bunu kendisine söyleyeceğim" dedi Almambet.

Altı gün içinde Almambet'i çekemeyen beyler, vezirleri kışkırtıp onu Esen Han'a şikayet ettiler.

"Genç komutan dik kafalı biriymiş, âdetlerimizi bozuyor. Göğün oğluna diğerleri gibi iyi dileklerle yere eğilip diz çökmüyor. Niyeti bozuğun ta kendisidir. Bu gözünden de okunuyor. Ona zehir verip biran önce ortadan kaldıralım" dedi basiretli kişiler.

"Çocuk, han soyundandır. Komutan Sooranduk'un oğludur. Ona ne diyeceğiz. Solobo köklü halktır. Yarın, öbür gün kan davasıyla düşmanlaşmayalım! Bırakın kuşkulanmayın ondan".

"Söylemek bizden, icraat sizden. Sonra kötülük görmeyin" dedi basiretli kimseler nazlanıp susarak.

Almambet bütün Çin'in ordu komutanı olup altmış günde yorgun, bitkin, suratı asık bir halde Tangşa şehrine, kendi sarayına ulaştı.

Bir kere daha Sooranduk oğlu Almambet'e yakındı :

"Kocadığında mızmızın arzusu bitmek bilmiyor deme. Çet Beecin hanı Alevke'nin oğlu, Kongur babanın yaylası olan Kan-Caylak'ın eline geçirmiş. İkiniz bir yerde, bir alimde okumuştunuz. Birbirinizin sırrını biliyorsunuz. Kendini bilmeyen Kalcadan yaylayı geri al, ya da cezasını ver".

Almambet kılceyren atına binip Kongurbay'a gitti. Kangay'a tanılan Kongurbay altı bin askerle bin beyi idare ediyor, pamuk belbağı kuşanmış geniş çizme giymiş gururla yürüyordu.

"Kongurbay, sözümü dinle. Babacığım Kan-Caylak'ını kendine geri ver. Büyüklük edeyim deme" dedi Almambet.

"Soorunduk'un ****i saçmalama! Orası babam batıya gitmeden önce bizim yer idi, geri aldık" dedi Kongurbay.

"Geri ver yeri. Yer Sooronduk'undur. Esen Han'a şikayet edeceğiz!"

"Hey, sen nereden çıkan hakemsin? Bunun ciğerini çıkarıp Esen Han'a hediye götüreyim!" dedi Kongurbay fırlayıp.

Bunu işiten Almambet sabrı taşarak sırlı mızrağını uzatıp haykırarak Kongurbay'a hücum etti. Onun ejder gibi heybetinden korkan Kongurbay, şaşalayarak Algara atını kamçılayıp kaçtı.

Almambet peşinden yetişip Kongurbay'a vurdu. Kongurbay'ın Algarası tuynağı dayanıklı, tulpar gibi hızlı koşan bir at idi. Almambet ona ulaşamadı.

Kongurbay kaçıp dosdoğru Esen Han'a gitti, diz çökerek şöyle şikayet etti:

"Ey, Göğün oğlu, on bin yıl yaşayın! Sooronduk'un oğlu Almambet bana mızrak vurup kanımı akıttı. Ocağımızdan çıkan düşman oldu. Esen Han'la ikimizin kökünü kazıyacağım! Bahçenizi çiğneyip, tahtınızı mahvedeceğim" diyor. Onun niyeti kötüymüş Kırgızlara kaçmayı düşünüyormuş" dedi. Böylece Kongurbay başkalarından önce Almambet'i şikayet etmiş oldu.

Hanın danışmanları ve rahipleriyle Kongurbay'ın söylediklerinin bir yerden çıktığını anlayan Esen Han, Almambet'e öfkelendi.

"Bu nankörün başına kötü adımız çıkmasın, kendi babası askerleriyle gebertsin" dedi Esen Han karargahında hüküm çıkarıp.

Esen Han hükümü imzalayıp, mühürleyip adamlarıyla Sooronduk'a gönderdi.

Han sarayına Almambet iki gün geç geldi. Şikayeti vardı. Esen Han Almambet'i kabul etmedi. Bu hanın gazabına uğrayanlar için uygulanan kaide idi. Han Esen Han kabul eder umuduyla Almambet karargahın kapısında yedi gün bekledi.

Yedinci gün karargahın içindeki Almambet'e gönlü yakın Burulça denen kız, Almambet'e gizlice sır verdi.

"Almambet, benim sende başka yakın adamım yok. Esen Han buyruk çıkarıp seni Tangşa'da öldürmek istiyor. Eline kelepçe vurup hendeğe koyacaklar, ya da kaçak diye bir bahaneyle darağacına asacaklar! Gidecek yerini, sığınacak halkı şimdiden düşün. Annem Türk kızı idi, ben sana yar olacağım, yedi yıl bekleyeceğim. Gelmezsen canıma kıyarım." Burulça ağlayarak Almambet'le vedalaştı.
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9