Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Almambet Tangşa'ya, babasının karagahına döndü.
Öfkelenen Almambet Sooronduk'e şöyle dedi:
"Babacığım, Esen Han'a güveneni Tanrı vurur. Esen Han ile Kongurbay'a ne yapacağımı bilirim".
Sooranduk şimdi Tanrı'ya karşı değişmişti. Oğlunu gördüğünde ayı gibi bağırıp Almambet'e atıldı.
"Öyle kötü konuşma! Ulu Göğün oğlunan karşısında beni utandırdın".
Almambet babasının fenalığını görüp bir gün bir gece uyumadan düşündü, çubuk gibi kıvrandı, sonunda bir karar vardı. Burada kalıp ne yapayım? Çin bana göre değil, Kırgızlara gideyim". Düşüncesini sadece annesi Ekzer'e söylemek istedi.
Günlerin birinde canı sıkılan, ama içindeki acıyı kimseye söylemeden ızdırap çeken Almambet ava çıkarsam rahatlarım diye yiğitleriyle Aral denen yere vardı. Etekleri ormanlık olan Aral dağına yerleşip av avlayıp eğlence düzenledi.
Almambet, ormanın kenarı boyunca kaçan karacayı canlı yakalayacağım diye takibeder. Karaca ormana girip açık alana çıkar. Almambet karşısında atlı adamları görür. Demin kaçan karaca atlı kırk adamın yanına doğru gelip silkinerek adam kılığına girer.
Almambet ejderden iki yıl büyücülük okumuş idiyse de böyle kerameti ne işitmiş ne görmüştü. Almambet'in ağzı açık kaldı. "Siz kimlersiniz, yiğitler? Nereden çıkan ruhlarsınız?" dedi Almambet.
"Hoş geldin. Biz kırklarız. Türkün, Kırgızın hakiki bahadırlarının koruyucu pirleriz. Tanrının emriyle sana hayırlı birliği iletmek için geldik! Senin barınacak yerin Altay'dır. Sağ olasın!" kırk atlı böyle dedikten sonra göz kapayıp açıncaya kadar kayboldular.
Almambet geri dönerken etrafı deminkinden daha güzel göründü. Doğanın bu güzelliğini önce farketmediği için eseflendi.
Doğanın hayret verici bu güzelliği karşısında Almambet'in kalbi çarpıp, vücudu gevşedi, gözün ulaşamadığı ufuklara kadar ulaşabilecek derecede yüksek sesle şarkı söylemek istedi. Göklere yükselen dağlar üzerinden, akan sular üzerinden kuş gibi uçmak, bulutlar gibi yayılmak istedi.
Almambet doğayı merakla, hayranlıkla seyrederken gözüken dağın kenarında insan karaltısı farketti.
Almambet avcılara yol sorayım diye onlara doğru hareket etti. O evvel atlı, elinde iyi kapan kuş tutan, silahlı, geniş göğüslü, kabusundan ata binen adama vardı
. Almambet görse de görmemezlikten gelip kımıldamayan, kıl takkeli kızıl perçemli adama öfkesini basarak "kaoma" diye selam verdi. Adamdan ses çıkmadı. Almambet atlıya tekrar selam verdi. Adam in mi, cin mi olduğunu söylemedi. Almambet sinirlenerek bulut gibi bozulup, arslan gibi atılarak adamın üzerine yürüdü.
"Hey sen nereden çıktın terbiyesiz şey? Adet bilmeyeni yer yutsun! Selam verilince kabul edilmediği nerede görülmüş?"
Atlı cevap verdi:
"Bu geniş dünyada aç kalmış gibi domuz avlayıp terkilerine bağlamışsın! Senin iyi âdetin bu muydu? Canlıları öldüren, domuz eti yiyenlere selam verilmez adetimizde..."
"Niçin domuz eti yeme diyorsun? Gördüğünü göster, bildiğini anlat bakayım. Yoksa ben kendi bildiğimi yapacağım" dedi Almambet patlayarak.
"Er Almambet, sinirine hakim ol, buraya gel!" Adam alandaki yüksekçe bir yere basıp atından indi ve elini salladı.
Almambet de atından indi:
"Bahadır biz ilk kez görüşüyoruz, beni nasıl tanıyorsun?" dedi Almambet.
"Bahadır, yiğidin yüzü gözü kendindedir, ama sözü, ünü yiğitliği uzaklardadır, halk arasındadır. Senin hakkında duydum. Seni göz önüne getirmeye çalıştım" dedi Kökçö.
"Sen basit bir asker değilsin" dedi Almambet.
"Köküm Türk, neslim Kazaktır. Aydarkan'ın Kökçösü benim, bahadır. Avlanıyordum. Heybetini, çehreni görüp, elbisene bakıp, söz ve hareketlerine bakılırsa Çin yiğidi Almambet'e benziyorsun."
"Doğru bildin" dedi Almambet.
Onlar acayip derecede geniş yayılan dağların üzerinde, tepenin zirvesinde oturup terkideki kuş etini yiyip, kaptaki kımızdan yapılmış şarabı içip uzun uzun konuştular.
Bahadır Almambet Esen Han ve Kongurbay'la olan ihtilafını, memnuniyetsizliğini Er Kökçö'den saklamadan anlattı.
"Ben bütün ahaliden değil. Gözü dönmüş hanın davranışından, yaltakçı beylerden, iftiracı rahiplerden, kurnazlardan, gene beni anlamayan babamdan memnun değilim. Onlar putlara tapındıktın sonra p'k insan olmaları gerekirdi. Her halde bu putlarının elinden bir şey gelmiyor. Ben ona tapınmıyacağım, vazgeçtim ondan. Babam gibi, Esen Han gibi, beyler gibi olmak istemiyorum. Türklerin, Kırgızların âdetleri dilleri, ruhu dürüst halk imiş, bana yakın geliyor. Beni Türk oğlu, Kırgız yapın. Ben buna zorla değil, Tanrıyı yüreğimde hissederek, hayır dileğimle gireyim. Bunu babama, anneme anlatacağım, hakikati söyleyeceğim" dedi Almambet.
"Söyle bakayım, baban Soorunduk anlar mı seni? Kendine zorluk çıkarıyorsun. Burada kararını verip bizimle gitseydin" dedi Kökçö.
"Günahkar gibi saklanarak kaçmayacağım! Halka, baba anneme söyleyeceğim! İzin verirse benimle gelecekleri can yoldaş edinip götüreceğim! Tesadüfen söylediğim ayda gelemezsem, bizim dine girdi diye, bizden biri diye gereğini yap" dedi Almambet.
Almambet'in sözüne Kökçö inandı.
"Bahadır, Allah teala yardımcın olsun, uzun yolun açık olsun! Çabuk dön!" dedi Kökçö.
"Doksan güne kadar bekle" dedi Almambet.
İki yiğit bulat kılıçlarıyla ellerinden kan çıkarıp, kılıcın tığına kan sürüp göğüslerini değdirerek vedalaştı.
Almambet yedi gün sonda Tangşa'ya geldi. Sooronduk'un sarayı karışmıştı. Sooronduk, Almambet'i koruyan askerleri Almambet'i kaybettiniz diye suçlayıp zindana atmıştı.
Almambet gelir gelmez Kökçö'ye rastladığını, Türklere gönül verdiğini, onlara gideceğini annesi Ekzer'e anlattı.
"Canım anne dinle. Gülistanım kurudu. İnsanlar birbirine girdi. Gülistanlı halkım horlandı. Esen Han'dan gönlüm soğudu. Dört erdem tükendi. Kalırsam sadece kendi başımı değil, seni de derde sokacağım. Aksütünü helal et, sağ olursam dolaşıp gelirim. Ölmezsem haber veririm. Batıya, Türklere, Kırgızlara gideceğim. Sağlıcakla kal anneciğim!"
Ekzer, oğlunun sözü üzerine çığlıklar atıp kendini ateşe atan kelebekler gibi dövündü...
"Sözünü benden başka insan duymasın! Bunu babana da söyleme, Kırgızlara da gitme. Sözünden dön. Baban ile beni kendi elinle gömdükten sanra git" dedi Ekzer gözyaşını yağmur gibi dökerek.
Almambet annem beni bırakmayacak herhalde, babam anlayış gösterip yiğitçe davranabilir diye Sooronduk'a vardı. Babasının etrafında büyükler ve danışmanlar oturuyorlardı.
Toplananlar Almambet'e saygı gösterip ayağa kalkıp sonra diz çöktüler. "On gündür Çin sınırındaki bütün hanlara haber gönderip seni bulamadık."
Gök korumuş, neyse başın sağ imiş.
"Baba ben Türklere, Kırgızlara uğrayıp, dost edinip geldim!"
"Bu ne saçmalıyor? Cin çarpmış bunu. Bu benim oğlumun sözü değil." Dedi Sooronduk. "Ezeli düşmanımız Kırgızlardır. Onlarla mızrağın ucu, kılıcın tığı ile konuşmak gerek."
"Beni dinle baba! Ben Türklerin ve Kırgızların dinine girdim, baba. Onlar dürüst sözlü, temiz kalpli, edepli, ahlaklı, yiğitleri namuslu, dindar, ilim ve irfan sahibi halk imiş."
"Kapa çeneni! Oğlum tamamen değişmiş! Esen Han boşuboşuna bunu komutanlıktan alıp zindana atın dememiş. Ben bunu Esen Han'a ulaştıracağım, kendi elimle geberteceğim. Cinini çıkaracağım! Kimse engel olmasın!" dedi Sooronduk yanındakilere. Sooronduk kılıcını çıkartıp oğlunu kesmeye yeltendi, Almambet babasının bileğinden tutup elini silkti. Kılıç yere düştü.
Almambet hemen kılıcı alıp, üzerine gelenleri gebertip karargahtan çıkarak direğe bağlanan alına bindi.
Öfkelenen babası sarayı sarsacak kadar bağırıp çağırdı. "Yakalayın! Öldürün! Gebertin!" diye bağıran Sooronduk'un sesi şehirde yankılandı.
Almambet sabaha karşı yedi geri nişan edinip sağa sola bakmadan yola koyuldu.
Sooronduk oğlunun peşinden, onu takibettirmek için asker gönderdi. Esen Han ve Batıdaki hanlara mektup yazıp, güvercinlerle gönderdi.
Erkesi gün han sarayına bir güvercin mektup bıraktı diye Esen Han'a küçücük bir kağıdı verdiler. Kağıtta şöyle yazılıydı: Bugün sabaha karşı Sooronduk'un oğlu Almambet Kırgızlara kaçtı. Batı yönüne doğru gidiyor.
Bunu okuyan Esen Han öfkelenip saçlarını yolarak vahşi haykırışlarla bağırdı.
"Kaçak Almambet'i elime canlı ulaştırın! Ya da başını kesip getirin!" diye bütün Çin'e buyruk çıkardı.
"Biz önceden söylemedik mi, çocuğun niyeti kötü, başa bela olacak diye, ulu Göğün oğlu!" dedi rahipler sevinerek.
Yakasız zırh gömleği, nalsız çizme giyen, ince bıyıklı geniş yüzlü, kızıl gözlü memur Kongurbay başta olmak üzere Bahadır Neskara'yı ve Büyük Yoloy'u kalabalık askerle takibe gönderdi Esen Han.
Kongurbay'ın askerleri Almambet'e beş günde ulaştılar.
Karınca gibi kalabalık asker Almambet'i uzaktan kuşattılar. Kuvvetten düşen Almambet sıra sıra gelen askerlere tek başına karşı koydu.
Bahadır kapının önünde bekleyen Kongurbay'a oktan önce ulaşıp böbreğini yumruklayarak geçti. Kongurbay atından düşmek üzereyken arkadaşları onu kurtardılar.
Almambet gerçek bahadırlığını şöyle gösterdi ki, sağa sola bakmadan kalabalık içine girip kılıcıyla mızrağıyla nice yiğidin canına okudu, bazılarını attan devirip kellelerini elma koparır gibi kopardı, askerleri kuşlara saldıran atmaca gibi kovaladı.
Almambet hiç uyumadan yedi gün yedi gece savaştı. O karşısına çıkan Çin hanı Neskara, Kalmuk hanı Coloy ve onların yanındaki pehlivanlar ile tekbaşına dövüşüp pek çoğunu safdışı ederek kalabalık orduyu alt üst etti.
Bir anda atı kılceyren tulpar halsizlenip sendeleyerek bir çukura düştü. Almambet bu sırada eyerinden bir yana sarktı, üzengiden ayağı kaydı. Bunu farkeden Alevke'nin oğlu Kongurbay atını kamçılayıp kükreyerek kuş gibi saldırıya geçti. Almambet yardıma yetişecek kimse olmadığı için hayatından umudunu kesmişti. Göz kapayıp açıncaya kadar Almambet'e Gök yardım etti. Kızıl perçemli mızrağı olan biri doğruca Kongurbay'a saldırıp, onun atına mızrağını sapladı. Kongurbay'ın tulparı kuvvetten düştü, Kongurbay hayatından umudunu kesip telaşla aşağıya doğru kaçtı.
Almambet "Bana yardım eden hangi yiğit acaba?" diye dikkatle baktı ki annesi Ekzer'i gördü. Zavallı anne doru kısrağa binip, erkek kıyafeti giyinmişti, yumaklanan siyah saçları tepesine düşmüştü. Biricik oğluna yardım etmek için, onsuz nasıl yaşarım diye düşünüp, eline mızrak alarak oğlunun peşinden gelmişti. Yerinden kımıldamayan arslan kah annesini dağa benzeterek, sevincinden kabına sığmıyordu, kah miskin annesine acıyordu. Almambet annesini gördükten sonra daha da cesaretlendi. Soğuksuyu geçip, dinlenen atına binerek Kongurbay'ı takibetti. Kongurbay'ın dört ayaklı kuş gibi uçarcasına koşan kara atına Almambet yetişemedi. Kaçanların arkasından kovalayan Almambet yakaladığını sağ bırakmadı.
Almambet kaçanların arasında kuşluk vaktindeki gölge gibi hareketsiz duran askeri görünce, önce onu gebertmek için arkasına mızrak vurdu. Üzengiden butu kayan asker başını çevirdi. O, Almambet'in babası Sooronduk idi. Onu gören Almambet'in vücudu deprem olmuş gibi sarsıldı.
"Sen miydin baba, sağ kal!" diye mızrağını çekip, kılıcını kınına soktu. Utandı mı ya da sinidlendi mi bilinmez atının boynuna asılıp, ocağına su basmış gibi elinden kuşunu uçurmuş gibi ezilip büzülerek üzüntü içerisinde atını geri çekti.
Almambet sinirlenerek yürürken çukurda annesinin bindiği doru kısrağın boş olduğunu gördü. Almambet'in kalbi çarpıp, dağ gibi atı sallandı. O uçarcasına koşup kısrağı yedeğe alarak "Asil Ekzer anneciğim." diye geniş sahrada yankılanan sesiyle bağırmaya başladı.
Annesinden ses çıkmadı, nerede olduğu bilinmiyordu.
Davul çalan kalabalık Çinli'nin Ekzer'in cesedini katıra yükleyip, Pekin'e doğru götürmekte olduklarını gördü Almambet. Tozu dumana katarak onlara yetişip annesinin cesedini kurtardı.
Sahrada, Almambet sırlı mızrağını yere vurup, gözlerinden yaş dökerek, kemikleri sızlayıp üzüntüden halsizlendi.
Bu sırada düşman, Almambet'i dört tarafından kuşatmış sel gibi geliyordu. Almambet atını gerip çekip Çinlilerle savaşsam, zavallının etlerini akbabalar yiyecek, gözlerini oyacaklar diye eğilerek annesinin cesedini belinden tutarak doğru kısrağa yükledi. Takibedenleri atlatıp ormana girdi. Annesinin cesedini yüreği sızlayarak büyük bir acı içinde toprağa verdi, üzerine büyük bir taşla işaret koydu.
Şafak söküp yeryüzü aydınlandı. Almambet gitmek istedi ama, güneşi orman, düzlüğü düşman örtmüştü.
Almambet, dindar biri idi, bir fırsatını bulup bu sıcakta dağ deresine dolu yağdırdı, ormana sel bastırdı, düzlüğü kara dumanla örttürdü.
Kılceyren'e binen Almambet güpegündüz yağmurdan kaçan askerler arasında dolaşıp atlarını beraberinde sürerek ormandan çıkıp Altay'ın yolunu tuttu. Tam on bir gün yol yürüdü.
Kökçö ile vaatleştiği günün üzerinden altmış gün geçmişken yoldaşlarıyla atlanan Kökçö "Almambet verdiği sözü tutacak, dost için ateşe girecek, namus için canını verecek bahadır sözünden dönmez, vaatleştiğimiz yere gelmişti" diye gök nehirin kıyısını takibetti. Öğlen olduğunda kenardaki dağ yolunda toz duman çıktı. Kökçö dikkatle bakınca kanlı atları sürerek gelenin Almambet olduğunu gördü.
Güz aylarının sonunda Er Kökçö Almambet'i babası Aydarkan'ın avuluna götürdü. Aydarkan, mal ve servete düşkün biri idi, o altı yüz atı arasında küçük bir kısrağı bulup kesti.
Almambet Kökçö'nun karargahındaki birinin evinde barınıp, dokuz yıl bekar yaşadı. O halkın sefil yaşamına acıyıp, bir yararım dokunsun diye, Moğolların, Tırgotların, Kalmukların atlarını, sığırlarını ve develerini getirerek yoksullara paylaştırdı. Yılda üç dört kez at getirip fakirin karnını doyurdu, yoksulu zengin kıldı.
Almambet 'diliği, dürüstlüğü, samimiliği ile obacakta değer kazanmaya başladı. Zavallılar, fakirler, şikayetçiler, kocasından boşananlar önceki gibi baylara ileri gelenlere, efendilere, beylere değil, bu belalı gaddar Çinli Almambet'e gelmeye başladılar. Almambet herkesin şikayetini, derdini dinliyordu. Kimsenin servetine, zenginliğine, şöhretine bakmıyordu. Herkesle yüzyüze konuşup, davanın köküne iniyor, kavgayı yatıştırıp meseleyi adil bir şekilde çözüyordu.
Kazakların, daha önceleri adillik taslayan bilgiçleri, hakimleri maslahattan, hakimlikten, ganimetten mahrum kaldılar. Bir defasında ileri gelenlerden altmış kişi bir araya gelip anlaştılar. Hile düşünüp, kendilerinin Almambet'e denk gelemeyeceğine kanaat getirdiler. Kardeş gibi birbirine yakın olan Kökçö ile Almambet'in arasını açtılar.
"Nazlanan güzel Ak-Erkeç namussuzluk edip yanına erkek aldı. Kadın erkeğe düşmandır. Babasını, askerlerini öldüren bu Çinli sana acır mı, Almambet seni öldürüp tahtına oturup Ak-Erkeç'' almak istiyor, onu ortadan kaldır" diye hep birlikte bir masal uydurup Kökçö'yü sarhoş ederek Almambet'e karşı çıktılar.
Kadınlara düşkün, safdil ve kaba olan Kökçö, mümtaz beylerin necis dedikodusuna inanarak Almambet'i kalabalığa öldürtmek isterken bahadır kılıcını çıkarıp kendini korudu, bir kaçını yıkıp ölümden kurtuldu.
Öfkelenen Almambet'e beyaz sarıklıların akıllısı, ipek elbise giyen güzel Ak-Erkeç ağlayarak şöyle akıl verdi: "Yolda Kırgızların bahadırı Manas'a uğra, senin kıymetini bilse bilse o bilir, sözümü unutma."
Karargahtan giden Almambet epey yürüdükten sonra "Kökçö sarhoşluğundan bana bunu yaptı, kendine gelip gerçeği öğrenirse peşimden adam gönderir" diye pek uzağa gitmeden savaş atı olan Kılceyren'i otlağa bıraktı, yollara bakıp bir gün yattı, iki gün yattı, üç gün yattı. "Kökçö değişmiş, niyeti bozulmuş" diye dertlenip ondan umudunu kesen bahadır Almambet atının başını sahraya çevirdi.
Hazret dağında. Ahşap dairesi ardıç ağacıyla tutturulmuş, sırıklarının ucuna kırmızı çuha geçirilmiş, kenarları deyilde kumaşından yapılmış, beyaz çuha ile kaplanmış, işlenmiş ipekle örtülmüş, sırıkları ve duvarları otuz çeşit boya ile boyanmış Karabörk'ün, adetlere göre yapılan on iki kanatlı beyaz çadırında uyumakta olan Er Manas rüya görüyordu.
Manas uyanıp "gece gördüğüm rüya iyi değil. Bunu halka anlatıp yordurayım" diye Kırgızlara haber gönderdi. Kırk gün sonra haber ulaşan yerlerin hepsinden halk geldi. Ya düşmanını yenememiş, ya da hanımı erkek doğuramamış, durup dururken ziyafet vermesinin anlamı nedir? Diye Manas'ın davranışına şaşıranlar oldu.
Manas at kestirip eğlence düzenleyerek ziyafet verdi. İnsanlar dağıldaktan sonra karargahına aksakallıları, bilgiçleri, ileri gelenleri, halkı yöneten beyleri, kırk çorasını çağırıp onlara karın yağı, yele altı yağı yedirip, şarap içirdikten sonra rüyasını anlattı.
"Sevgili halkım, size söyleyeceklerim var, yormanızı istediğim bir rüya var. Gece bir rüya gördüm, rüyamda Ak-kula'ya binip, cebe giyip yol yürüyüp sükunetle geliyordu, karşıma tığı altın, sapı bakırdan olan kırmızımtırak bir kılıç rastladı. Ganimeti elime alıp havaya salladığım zaman vızıldayan bir ses çıktı, keskin olup olmadığını denemek için ev kadar bir taşa vursam, taş et gibi kesilip ikiye ayrıldı, kılıç yere saplandı, kılıcı kuşanıp geliyordum, sağ tarafımı ağır hissettim, baktım ki, deminki kılıç arslana dönüşmüş. Tepeye çıktım, arslanın heybetinden hayvanların hepsi boyunlarını uzatıp eğildiler. Yine yürürken, arslan bir anda atmacaya dönüşüverdi. Beyaz atmaca gökte öterken, bütün kantatlılar yerde korkudan titriyordu. Kuyruk ve başı parlayan beyaz kuğudan beyaz tüyü var, alp kara kuşunun heybeti var; kuşu elime kondurup geliyorken uyandım. Millet, bunun anlamı nedir? Rüyamı yorunuz..." Manas, kıymeti pahalı kaftanı askıya iliştirip kapı söğesine dayanıp başını oturanlara çevirdi.
Böyle zor anda halkı kurtarıp, ihtiyacı karşılayan akıllı ve yenilmez Acabay oldu. "Bahadır işlerin düzelecekmiş, hayırlı rüya görmüşsün. Tanrı sana eşdeğerini verecek, Çin'e şerefini lekeletmeyen Er Almambet sana gelecekmiş. İşittim ki, Sooronduk'un oğlu Kazaklara gelip, birkaç yıl kalmış, ama pehlivanlarıyla anlaşamamış. Kökçö'ye darılmış. Çelik tığlı, arslanların arslanı, bahadırların bahadırı olan Almambet sana gelip katılacakmış. Sana destek olacakmış. Rüyadaki işaret Tanrının sevdiği kişilere verilir."
"Kimse seninle boy ölçüşemez, talihine kimse konamaz Acıbay ağa! Beylik kaftanı sizindir!" Bahadır Manas düşündüklerini iyiye yoran Acıbay'a memnuniyetini ifade ederek altı bin aileye bey olduğunun işareti olan kıymette pahalı kaftanı giydirdi.
"Rüyan gerçek olsun!" dedi oturanlar Tanrıya sığınarak.
Halk memnun olup ziyafetin keyfini çıkardıktan sonra evlerine döndü.
Ondan sonra yaz geçti, güz geçti.
Manas'ın karargahında altı yıldan beri kötülükten haber veren davul çalınmamıştı. Bugün davul çalındı.
"Altı yıldan beri Manas tırmanacak dağ, savaşacak düşman bulamadığı için canı sıkıldı galiba, toplanalım, ziyafet yapmak için Manas'tan izin istiyelim" diye durdu halk.
"Bahadır Manas, bizim yapacak işimiz nedir?" dedi kırk çoranın başı kırgıl gelerek.
O zaman Manas şöyle dedi:
"Bahadırlar beş aydan beri yer altı yağı, karın yağı, sucuk yiyip, şarap ve kımız için eğlenip yattınız. Kılıcınız paslandı! Tazınızı yağ bastı. At semirip doldu, atlanacak zaman oldu. İyisi ava çıkalım! Tadını çıkaralım!".
Bugün Manas'ın yiğitleri yağma için hazır bulunan seçkin tulpar (at) larını esirgeyip, ziyafetlerde bindikleri toburçak koşu atlarına bindiler, bazıları kazan aşı özledik diye atlanıp düşman yerine av, gece yerine tan arayıp çıktılar.
Manas iki gün ara vererek doyasıya eğlendi, pek çok geyik avlattı. Bu yetmiyormuş gibi doğuya doğru yürüye yürüye on beş gün yol gittiler.
Bahadır Manas yüksek dağlarla çevrili, sarı deredeki ufak tepelere, ördek ve kazlara, at ayağı değmemiş otlara, akaduran pınarlara, hayvanları bol olan Talas'a merak salıp, buraları tam karargah kurulacak yer imiş diye çok beğendi. Ceylanı koyun sürüsü gibi fazla olan geniş havzaya karargah kurup satranç, toguz korgol (bir oyun), toptaş, aşık oynatıp altı gün eğlendi.
Yiğitlerin hepsi çılgınca eğlenirken Er Manas rahat uyuyamadı, gönlü eminlik bulmadı, bir gök çadıra giriyor, bir dağa çıkıyordu, kalbi çarpıp, yer bakmaya giden yiğitlerini gözetliyordu.
Dağ eteğine çıkan kurt gibi yolda bir karaltı gözüktü. Bindiği at, boynu bir kulaç olan değişik bir tulpar idi, kendisi geniş göğüslü, geniş omuzlu, yay kuşanan, sadağı öküz beli gibi dağa benzer bir alp idi. Yaklaştığında gördü ki, o endamıl, başına hanlarınki gibi altın işlemeli kalpak giyen, başında kıymetli taş bulunan, insandan farklı heybeti olan, tuttuğunu koparan ölümden çekinmeyen, bahadırlık boynuzuna sahip bir yiğit idi.
Manas onu gördüğünde rüyamda görünen "Sevgili Er Almambet işte odur" diye tahmin etti. Dosta susamış gibi aceleyle yanına gitmekten çekindi. Onun gerçek yiğitliğini deneyeyim, kurallara göre iş göreyim, halkın adetini göstereyim diye Almambet'e gözükmeden dereye girdi.
Manas gök yayvandaki eğlencenin keyfini çıkaran arkadaşlarını yerinde bırakıp su kıyısındaki altın sadaklı beş bahadırına Almambet'i gördüğünü söyledi.
"Belindeki bağ gibi beş bahadır, sözümü dinleyin. Aşağıdan gelmekte olan kimse Almambet'e benziyor. Onu kuşatıp farkettirmeden yaygara edip ona saldırın, gerçek bahadırlığı o zaman bilinir. Yiğidin yüreğini deneyelim" dedi Manas.
"Hey, onu öyle şımartmayalım, Kazaktan kaçan Çinli'yi beşimiz bağlayıp gelemezmiyiz" dedi Sırgak.
"Bırak şimdi, kendini dev mi sanıyorsun Sırgakcığım. Akıllı iş yapalım. Benim gördüğüm Almambet, eğer gerçekten o ise tabiatı, heybeti arslan gibidir. Ona kötü muamele edip utandırmayalım? O çocukluğundan beri Çin'in köklü âdetlerine alışmış başı dertte olan, barınacak, yeri, sığınacak halkı, dayanacak dağı olmayan yalnız arslan gibi dolaşan garip, şaşkın bir bahadır. Ona ele konan kuş gibi iyi davranıp cana dost, direk edinelim. Ona adetlerimizi, liyakatımızı gösterelim. Değerini bilelim. Askerlerin birliğini, davranışını, yiğitliğni cesaretini görsün! Görüp memnun olsun! Alaya almıyalım! Disiplinsizlik etmeyin, sır vermeyin, askerlerimizin birliğini, çevikliğini, bahadırlığnı gösterin. Emrimi yerine getirmeyenin kanını dökeceğim."
Beş bahadır dağ deresini takibederek yola koyuldular.
Bu sırada beş bahadır birden bire tüfek atıp, davul çalarak, dereden çıkıp Almambet'e saldırdı. Almambet bunlar haykırışına çil yavrusu kadar bile değer vermedi, gerçekten kurşun yürekli, fil bilekli bahadır idi; kımıldanıp arkasına bakmadı bile. Yöneldiği taraftan sapmadan aç arslan gibi ulayıp, mızrağı belinde sallanıp, sağa sola bakmadan bastırıp gelmesin mi! Az önce bağırıp çağıran, hep birlikte saldıran, yiğitlik taslayan beş delikanlı Almambet'in heybetinden çekindiler, dilleri tutulup, kurda rastlayan köpek gibi sustular. Silahlarını yavaşça indirdiler, alaya kaldılar, sadece selam verdikten sonra sıraya girip durdular.
Bahadırlık taslayan Sırgak şimdi Almambet'e yol başlıyordu.
Almambet dört tepeli gök çadıra yaklaşırken karşısına birçok dil bilen akıllı Acıbay çıkıp atının dizginini tutarak konuşmaya başladı.
"Büyük olsan da alçak gönüllü ol bahadır, sözüme kulak ver. Tanrının emriyle Kırgızların mukaddes topraklarına, hanın kapısına rastladın. Böyle gaddarlık etme, halkımızın adetlerine göre davran. Hanımız nehirde kan akıtan sert tabiatlı bahadır, bizi cezalandırmasın, canımız sağ kalsın. Attan inde hürmetle hana selam er..."
Hakan Çin'de hanın huzurundaki âdetleri öğrenmiş, ayrıca Türk hanlarının köşkünde bulunmuş Almambet atından inip, han çadırana gelip, hürmetle selam verdi Manas'ın amcası Bakay'la el sıkıştı.
Kırgızlar, âdetlerine göre sarı altın ruhlu kaseyle kımız alıp geldiler. Almambet fincanı veren yiğide "evvel amcama, büyüklere sun" diye Bakay'ı gösterdi. Bizim adetlerimizi biliyormuş diye oturanlar şaşırdılar.
Bakay kaseye dudağını bandırıp büyüklük işaretini yaptı. Ondan sonra Almambet fincanı eline aldı. Nice günler aç kalıp dudakları kuruyan Almambet açlığını bildirmemek için, azıcık içmişti, kımız midesini yakmış olmalıdır ki, kamburlaşıp ter içinde kaldı, sonra başını kaldırdı.
O zaman Manas konuşmaya başladı:
"Bahadır, Ala-Dağ denen yere geldin. Kırgız denen halka geldin. Hoş geldin Bahadır! Keyfine bakıyoruz da, yolcu gibi bir halin var, bahadırlık heybetin var. Hangi ilden, ne zaman geldiğini anlat, Bahadır" dedi Er Manas kulağını verip.
Er Almambet kederlenerek şöyle dedi:
Adını sanımı sorma bahadır,
Halkından vazgeçen bir yalnızım.
Gözüme alıp ölümü,
Cevap verecek halim yok?
Şaşkın dolaşan insan gibi,
Yol sorsam ne fayda eder?
Böbürlenecek halim yok?
Budala dolaşır her yerde,
Yalnız gezen bir kimseye
Halkını sormak ne fayda eder?
Gideceğim bir yer yok,
Şöyle dolaşan biriyim.
Sığınacak halkım yok,
Şaşkın gezen biriyim.
Hayalde yok iş arayıp,
Şaşalayan biriyim.
At ulaşmaz yol arayıp,
Yol şaşıran biriyim.
Bahadır Manas halkına şöyle duyurdu:
"Göğlere yükselen Ala-Dağ'ı ve onun geniş kırlarını, uzun yollarını kim aşmamış ki halkım! Davet edip getiremiyeceğim Çin hanını Tanrı göndermiştir. Evime kut inmiştir! Belalı kırk bahadır, buraya gelin! Hana selam verin! Binmesine yürük, giymesine kürk elbise verin, esirgemeyin! Ak kulayımı çekin!"
Manas'ın ordusundaki yiğitler oraya buraya koşuşup, hakim beyler telaştan ne yapacaklarını şaşırdılar. Manas sözünü bitirir bitirmez, yiğitler Ak-kula'yı yedeğe alarak, dokuz ünlü koşu atını getirdiler. Atların hepsi eyerlenmişti. Ak-Kula'daki altın eyerin başına sırlı mızrak, yanına Akkelte kılıç, terkisine balta bağlanmıştı.
Kırgızlar Almambet hanın şerefine sarı oğlağı kurban kestiler. Manas hazineci kurnaz yiğide büyük heybeyi açtırdı. Almambet'in başına kızıl altın sikke (para) serpti. Yuvarlak başlı insanların talihi için kırk bin altın sikkeyi yiğitlerine talan ettirdi, kova kova yağları Almambet'in başından çevirip dört ayaklıların talihi için köpeklere yalattı. Üç canlının etini Almambet'in başında çevirip, bu kantlıların talihi için diye kuşlara yedirdi. Almambet'in eski giysilerini zavallı, gariplere pay etti.
Kırk çoranın içinde zor anlardı faydası değen, sıkıştığı yerde çare bulan, temiz sözlü Serek adında bilgiç biri vardı. O Manas'a şöyle dedi:
"Bahadır, Kırgızların adetine göre han geldiğinde şerefine at kesilirdi..." dedi Serek.
Manas bacaklarına vurup kahkaha atıp güldü.
"Evet Serekciğim doğru söylüyor. At kesmeden han karşılamak bizim adetimizde yoktur. Millet han geldikten sonra at kurban keselim, hazırlayın!"
Manas, bahadır Almambet'e cebe giydirdi. Ak-kulasının başladığı iki tulparı yedeğe alıp gelerek onlara hediye verdi ve şöyle dedi:
"Almambet hanım karargahıma gelmişsin, yola koyulacaksan Akkula atıma binip bu atları sürüp git. Mızrağım, tüfeğim sana emanet. Sana verecek hediyem bunlar, kabul et, kalacağım dersen işte halk, gideceğim dersen işte yolun."
Almambet ses çıkarmadı.
Atların sırasında Ak-kula da vardı. "At benimki" diye Almambet Ak-kula'yı aldı, onun yerine Sarala'yı bıraktı.
Mükafatı haketmeden at kesildi. Bunu halkın çoğu bildi, bilse de kimse Manas'a bunu sormadı.
Bu esnada söz ustası Serek işe yaradı.
"Bahadır, at kesilirken onun bir bedeli olmalıydı".
Manas etrafına bakındı. Bunu anlayan kırk çoro bir akıl buldu.
"Bahadır, at yarışının mükafatı için insan konulurmuş diye düşünsün Almambet. Biz çoralar mükafat olarak duralım" dedi kırk çoradan yedisi önüne çıkıp.
O zaman hiç gülmeyen Er Manas kahkahayla dişlerini göstererek gülmeye başladı.
Bu sırada yürük atların önü finişe geldi. Birinci yarışı tuynaklarının değdiği yerleri yer ocağı gibi oyan, toz çıkarıp, dağlar üzerindeki bulutlar gibi yayılan duman bırakan Almambet'in Sarala atı kazındı birinci yarışın mükafatı olan yedi yiğit Almambet'e verildi, onlar sevine sevine gelerek sahiplerinin hizmetine girdiler. Bundan itibaren bahadır evinde olduğu zaman kamçısını alıp, atından indiği zaman dizginini tutup oturduğu zaman döşek hazırlayan yedi yiğit Almambet'in emrine geçti.
Almambet'in kalacağına kesin gözle bakan Er Manas yeni dostuna değer verip onu iki gün kırda dinlendirdi.
Tepede yıldızlara yakın kahramana yandaş yatan, kuşlar ile bir arada uyuyan Almambet ile Manas; iki yiğit can sıkıntısını gderip, rahatladılar, iki gün iki gece yattıktan sonra kalbindeki sözleri birbirlerine anlatıp canciğer dost oldular.
Manas atalarının adetince Almambet'e şöyle dedi:
"Şimdi bahadır, Kırgızlara akraba oldun. Yatacağım dersen işte köşk, gezeceğim dersen işte ilim. Gitsen de sana güveniyoruz, kalsan da! Ama kalırsan başımızın üzerinde yerin var."
"Bahadır Manas, ben hayatımda hiçbir şey görmemiş çocuk gibi biriyim. Çok değişik şeyler yaşadım. Böyle bir zamanda Kırgızlarla geçinebilir miyim, geçinemez miyim diye tereddüt ediyorum. Halkın hakkında, bahadırların hakkında bir şeyler anlat, öğreneyim" dedi Almambet.
Manas şöyle dedi:
"Bahadır Almambet. Tüneğimden inen kutum oldun. Elime konan atmacam oldun! Can ciğer dostum oldun. İşlerim yolundadır. Şimdi sana halkımını durumunu anlatayım. Ecdadımız Türktür. Tanrıya, Yersu'ya Umay Ana'ya tapınıyor. Dağlara çıkıp, güzel yerleri mesken edinir. Sözüne çok özen gösterir. Kanunu ve nizamı ağzında, sırrı yüreğinde, erzağı terkisindedir. Bayrağını, göğün yüzünden ve yanan ateşin renginden almıştır. Damgasını ay ile gökten, canlılardan almıştır. Yiğitler yastıkta değil, şerefleri için savaşta ölürler. Yağmaya çıktığı zaman yoldaşı tulpar avı ile savaş silahı, sırlı mızrağıdır. Özgür kuşlar gibi kışın Batıda, yazın Doğuda dolaşan kaplan gibi kuvvetli halktır" dedi Manas.
Almambet sıra dağlara merakla bakarak şöyle dedi:
"Kendimizden başka halkları 'vahşiler', 'dağ haydutları', 'vadi haydutları' diye kimseyi muhatap saymadan kibirlendik. İnsanın kötüsü vardır, ama halkın kötüsü yok. Her halkta arsalanı da vardır, hayvanı da."
Manas şöyle dedi:
"Bahadır, Han karargahında babam Cakıp, danışmanı Baka, bütün Kırgızlar var, oraya gidelim?"
Keçe evinin önündeki seçkin yiğitlerden üçü 'Almambet oğlun geldi' diye Cakıp Bay'a hanımına müjde vermek için koştular.
Cakıp Bay Semerkand'ın dışındaki Bel-saz denen yaylada kısraklarını sağıp tay etini yiyip kımızdan çekilen şarabı içip yatıyordu. Üç yiğit birbirleriyle yarışarak müjdeyi ulaştırdılar.
"Bay ata, oğlunun bu dünyada yoldaşı, öbür dünyada arkadaşı, savaşta arslanı olacak biri bulundu."
"Bay ata, oğlunun dövüşte mızrağı, savaşta kılıcı, yağmada yürük atı olacak biri geldi."
"Bay ata, kaplan gibi saldıran, çelik kılıç gibi parçalayan, çekişen düşmanı sağ bırakmayan Almambet oğlun geliyor. Muştuluğunu söyle, bayım."
Cakıp Bay'ın cimriliği tuttu.
Muştuluk verecek mertliği gösteremeyip yiğitleri hanımına gönderdi. Sevgili Çıyırdı hanım müjdeyi aldığında karargahından çıkıp hayır dualar okuyarak Tanrıya şöyle seslendi:
"Ah, Tanrım, bundan on altı yıl önce rüyamda Manas'ın yanında Almambet'in bulunduğunu görmüştüm. Ondan beri ne zaman gelir diye bekliyordum, rüyam doğru çıktı. Müjdeye gelen yiğitler develerden dokuzunu üçünüz paylaşın."
Çıyırdı kuş tüylü teğelti konulan boz yorga (at) sına binip oğlumu karşılayayım diye on iki kadını beraberinde alıp yola koyuldu. Cakıp Bay altmış sakallı ihtiyarı peşine takıp acele hareket etti.
Cakıp Bay Manas ile Almambet'e herkesten önce ulaştı.
"Ah, kurban olayım oğlum Almambet! Sağ salim geldin mi? Seni bize Tanrı gönderdi" dedi Cakıp ağlayıp sakallarını ıslatarak.
Almambet, babasını hatırlamış veya Cakıp Bay'dan memnun olmuş gibi Cakıp'ın göğsünü öptü ve ağladı.
Bu sırada, arkadan saçları beyazlamış Çıyırdı hanımın sesi geldi.
Hanım boz yorgasının dizginini bırakıp altmış ihtiyarın arasından geçerek geldi. "Tanrım bana verdi. Biriciğim çifti geldi." Çıyırdı deve gibi bozlayıp Almambet'e sarılmıştı. Hanımın memelerinden yeni doğum yapan gelininki gibi süt fışkırıp aktı.
"Sevgili Anneciğim" dedi. Almambet memeleri emerek.
Şöhretli hanım Çıyırdı iki memesini çıkarıp sağ yanına Manas'ı, sol yanına Almambet'i alarak ikizleri emzirir gibi emzirdi.
Otuz yaşındaki oğlu iştahla meme emdiğinde memesini sıkıp, sütünü fışkırtan ve bununla zevk duyan gülyüzlü Çıyırdı'nın gevşeyip durduğunu görenlerin hepsi çok sevindiler.
"Halkım, anadan iki, atadan dört tane oldum" Er Manas.
Cakıp Almambet'in gelmesi münasebetiyle kırk bir hayvanı gariplere ve fakirlere sadaka verdi.
Bahadır Manas Almambet'i kutlamak için sekiz kabile halkını çağırıp ziyafet verdi. Çıyırdı hanımın beyaz evinde meyva konulan geniş sofrayı çevreleyip oturanlar arasındaki Almambet şöyle dedi:
"Bahadır Manas, halkını gördüm, Tanrı bahtını vermiş. Talihin varmış. Ak-kula atını mertlik edip bana verdiğin için memnunum. Babamın evindeyken söyleyeyim, Ak-kula'yı sana verdim. Bana Sarala yeter."
Almambet'in akıllılığını gören Kırgızlar çok sevindiler.
Dizilmiş olarak bekleyen kalabalık halkın ortasında Manas, yanında Almambet ve kabile reisleri yer almıştı.
İki yiğit beyaz söğüt çubuğunun uçlarından tutup durdular. Cakıp çelik bıçakla çubuğu tam ortasından kesti.
ATALARIN YURDUNDA (II. Bölüm)
"Almambet ile Manas, Tanrı huzurunda hayatta ve ölümde beraber olmak için halkın önünde dost oldunuz. Ananın beyaz sütünü emen kardeş ikiz kardeş oldunuz. Andı bozup birbirinize fenalık düşünürseniz, başınız işte bu çubuk gibi alınsın. Tanrı lanetlesin, Umay Ana belanızı versin!"
Epeydir suskun duran halk bunu tasdik etti:
Kötü niyetliyi yer vursun!
Üstü açık mezar vursun!
Anlaşma sona erip halk dağıldıktan sonra herkes kendi evine giderken Almambet tahsis edilen Ak Otağa yalnız gitti. Bunu gören Manas Almambet'e kız bulmayı düşündü.
İki gün uyumayan Manas sonunda Almambet'e kız bulmadan önce evvel kendisinin evlenmesi gerektiğini düşündü. Manas babası Cakıp'ın sırrını söyledi:
"Baba, yaşım otuzdan aştı. Kayıp hanın kızı Karabörk ele geçtiğinde, Şooruk'un kızı şımarık Akılay hediye olarak geldiğinde ç****iz evlenmiştim. İkisi de doğurmadılar, bana yoldaş olamadılar. Dünürlerinin keyfi iyi değil, tekrar düşmanlık besleyecektir. Örf âdetlere göre beğendiğim bir kızla nişanlanmadım, severek murada ermedim" dedi Manas.
"Söylediğinde haklısın oğlum" dedi Cakıp "oğlu evlendirmek babana farzdır. Nasıl bir kadın istiyorsun? Kimin kızını beğeniyorsun. Gönlündekini söyle."
"Lakırdı laf söyleyen
Geceli gündüzlü göz oynatan,
Yanında yiğitleri olan
Beyin kızı olmasın.
Hep bilgelik taslayan,
Ne iş yapsa gizleyen,
Pirin kızı olmasın.
Muhafızları yanında,
Şımararak yetişen,
Han kızından olmasın.
Kaymak yiyip evde yatan,
Babamın gözü açıkken,
Gözü mirasta olan,
Gideceğim erkek bey olsun diyen,
Zengin kızı olmasın.
Tabana çatlak, yüzü kalın,
Konuşmasını bilmeyen,
Köle kızından olmasın,
Baba kendin bilirsin,
Şöyle böyle kadınlar,
Beni memnun edemez.
Gösterişli olmayan hoş sözlü,
Nurlu yüzlü, cadı gözlü,
Dik boyunlu, düğme baş,
Kavrayışlı, ciğeri taş,
Kahkülü güzel, uzun saç,
Kocasına iyi davranan,
Halkı için çare bulan,
Tanrıya yalvarıp yaşayan,
Dünya güzeli olsun,
Düşünceli kız olsun"
Manas gönlündeki sırrı şaka yoluyla Cakıp'a anlattı.
"Baba, dostum Almambet'e de kız ara. Beraber evlenip, beraber düğün yapalım" Almambet'in nasıl bir kız istediğini bilmiyorum? Dedi Cakıp bahadıra gülerek.
Almambet yere baktı.
"Baba" dedi Manas. "Bana layık bulduğun kızdan üstün olursa olsun, eksik olmasın!"
Bunu işiten Cakıp Bay yanına yoldaş alıp, iki ata para yükleyip, Manas ile Almambet'e kız aramak için atlanıp yola koyuldu.
Cakıp Bay iki oğlumu evlendirip babalık farzımı yerine getireyim, uzaklara gidip kız aramalı demesinler diye Çarcuy ve Fergana'dan başlayıp Semerkand, Taşkent, Buhara'ya kadar dolaşıp kız aradı. Kız arayacağım diye ihtiyarın görmediği kalmadı. Ama gönlünce bir kız bulamadı. Sonunda Tacik yurduna geçerek otuz şehrin hanı Atemir'in Sanirabiyga denen kızını beğenip döndü.
Cakıp büyük Kara-Dağ'daki her yere dağılmış halkına geldi, onlara haber verdi. Manas Büyük Tepe'ye avlanmaya gitmişti, ona haber verdiler. Halk toplandıktan sonra Cakıp acele etmeden başından geçenleri anlatmaya başladı. .
"Han bahçesindeki cıvıl cıvıl gölde gezinip eğlenen kızları, çiçekler arasından gizlice seyredip oğlum Manas'ın söylediği gibi zarif, masum gözlü, uzun kirpikli, ince belli güzel bir kızı beğenmiştin. O Atemir padişahın kızıymış. Sanırabiyga kız sana layıktır, sana akıl verecek, gönlünü avutacak, tutumlu biridir. Onu alırsan yolun açılacak, kaçanlar eline gelecektir. İsrar ve inat ederek babasıyla konuşup onu razı ettim ve kızını istedim, razılığını aldım, küpe taktım. Başlık parası ve nişan duası için otuz gümüş sebikeli mal, altı gümüş sebikeli altın verdim. Yine bir kızı Almambet'e layık gördüm. Beni kaygılandıran bir şey var. Atemir han elden gelmeyecek, bulunmayacak kadar fazla hayvan isteyip şartını koydu" dedi Cakıp.
"Nasıl bir şart?" dedi Manas.
"Ben hayvan sayısından korkmam, ama o hayvanlarda bulunmayan renkli hayvan istiyor. Altmış devenin yarısı dişi, başları siyah, diğer kısımları beyaz olsun, yarısı erkek, baldırı beyaz, diğer kısımları siyah olsun diyor. Beş yüz altın yarısının yüzü siyah, burnunda beneği, alnında beyaz lekesi olsun, ön tarafı beyaz, kuyruğu siyah olsun, elli tanesi alaca, elli tanesi açık kızıl, elli tane kula, yirmi beşi al, doru, kızıl olsun diyor. Elli tane beyaz inek, boğası siyah, elli tane sarala, boğası beyaz, elli tane kızıl öküz, saral öküz olsun diyor. Koyunların bini siyah, bini beyaz olsun diyor. Kırk bin altın sikke para, iki erkek köle olsun diyor, Atemir. Dünürümün söylediği budur. Çin'de bu iş bu kadar değil mi, kız vermemenin ç****i bu diye düşünüyorum?" dedi Cakıp iç çekerek.
"Babacığım, bugün gördüğün yarın yoktur, kızma. Onları başım sağ olursa bulurum," dedi Manas gülümseyerek. Ben de Büyük Tepe'de uyurken bir rüya gördüm.
Kenarları kırık olan bir ayı tutup yatmışım. Almambet de böyle bir rüya görmüş. Bakay amcaya yordurduk: "Eline gelen ay aldığın yardır, kenarlarının kırık olması çocuk doğurmayacağına işarettir. Sonra dolgunlaşması da eşinin gecikip doğurmasını bildirir" diye yordu.
"O zaman Tanrım verecektir demek" dedi Cakıp Bay. Ak otağın tüneğine bakarak Tanrıya dua edip "Şimdi oğlum Manas, evleneceksen başlık parası hazırla..."
"Cümle Kırgız içinde hısım ve akraba, dost ve arkadaşlar yapacağı yardımı yapar" dedi Manas oturanlara bakarak.
"Hey millet, Manas evlenecekse nasıl elimizdekini esirgeyelim!" dedi Akbalta sakalını sıvazlayarak "Başı siyah olan beyaz deveden yüz tanesini ben vereceğim".
"Ne kadar dersen hazırım, beyaz başlı siyah deveden yüz tanesini ben bulacağım" dedi Berdike.
Kökötöy at vereceğini, Alımbek inek vereceğini, Oşpur koyun vereceğini bildirdiler.
Ak otağda oturanlar taş koymak suretiyle saydılar, on iki taifa Kırgızdan altı yüz on dörtkişi vardı, hiç biri boş kalmadan Manas ile Almambet'e yapacağı yardımı bildirdi, sonunda Atemir'in söylediğinden üç kat fazla hayvan bulundu.
Dünürbaşı olarak seçilen danışman Bakay mavi vaşaklı kalpağını giyip, gök ala kalkanını eline aldı, dünürlük işleriyle telaşlanıp altı gün uyumadı. Yedinci gen, Altay'dan göç ederken hayvanbaşı olup, Ala-Dağ'a yol başlayan kula kısrağını iyi dilek için önüne alıp, başına at başı kadar beyaz bula bağlayıp, arkasından hayvanları sürdü.
Kırgızlar sıbızgı (çalgı) çalıp, şarkı söyleyerek debdebeyle Atemir hanın şehrine Kanıkey'i almak için yola koyuldular.
Damat olacak Manas on iki bin seçkin bahadırı yanına aldı. Dünürevine doğru yola koyulan kalabalık kafilenin başından ayağına göz ulaşmıyordu. Aksakallılardan şoy, Kırgıl, Acıbay'ın başladığı büyük dünürler, Çıyırda hanımın başladığı yaşlı kadın akrabalar, seçkin bahadırlar, baba oğulun arkadaşları, kopuzcu, zurnacılar olmak üzere kırk kişi gidiyordu. Deveci Dörbön önünde üç yüz deve sürdü, atçı Salamar üç bin atı sürdü, inekçi Deldeş dokuz yüz ineği idare etti, koyuncu Kongurat otuz bin koyunu sürdü. Hüda göstermesin ki, göğe yükselen tozdan ve dumandan yol gözükmüyordu, gökte yıldızlar görünmüyordu. Yolda sıra sıra olan hayvanlar birbirine karıştı, dağ, ormanlardaki yırtıcılar, kurt, ayı, pars kaplanlar da sürüye karıştı. Dünürevine doğru yola koyulanlar on üç gün yürüyüp, on iki kapılı keyip-Badan şehrine ulaştılar.
Atemir hanın yiğitleri hana "Şehire düşman geldi." diye haber verdiler. Şehir halkı korkup askerleri telaşlanırken Manas'ın çoraları geldiler.
Atemir han şehiri kaplayarak gelen halkı, hayvanları gördüğünde şaşkınlık göstermedi. Düğün umuduyla gelen halkı âdet gereği de saygı selamla karşılamadı ya da gelen hayvanları tutup almadı, altmış bir Keyipli şaşakaldı.
Atemir han aklını başına topladı, şarkıcılardan şarkısını dinleyip, dünürü olan Kırgızların aklı selim ihtiyarlarını karargahına davet edip ağırlayarak örf ve âdetlere göre hürmet göstermeye başladı.
Damat olarak geldiği ilk gün çadırdaki Er Manas'ın yanına Atemir'in adamları çekinip giremedi. İkinci gün de Manas'la kimse ilgilenmedi.
Gece olunca bahadır sinirlenmeye başladı. Ak-kulasını çekti yanına Acıbay'ı alıp arzuladığı kızı görmeye gitmek istiyordu. Atemir'in övülen kızının aklındakini öğrenmeye, güzelliğini görmeye niyetlendi.
Bahadır Manas, yetmiş kabilenin dilini bilen Acıbay'la beraber geniş kaleye bir ç****ini bulup girdi. Hanın güzel gölünü dolaşıp Altın saraydaki Melike kızın karargahına ulaştı.
Acıbay kapıya bakan yedi kadın cariyeyi parayla kandırıp, Manas'ı Sanirabiyga'nın bulunduğu odaya soktu.
Manas, han olduğundan beri kadınların böyle zarifini görmemişti. Şu dünyanın haline bakın, güzel Sanirabiyga tam buluğ çağında idi. Sofada otuz altın lamba yakılıp, ev gündüz gibi aydınlatılmıştı.
Altın perdelerin arkasında altın taht üzerinde sakin yatan Sanirabiyga'ya Er Manas dikilip baktı. Manas'ın kalbi teke derisinden yapılan büyük tuluma doldurulan kımızın çalkalanması gibi küt küt çarpıp vücudunu titretiyordu.
Sanırabiyga Manas'tan ürküp perdesini çekti. Lambayı alarak yabancı adamın yüzüne baktı ki, iki gözü ateş gibi yanıyor, karşısında değişik yüzlü, dağ gibi kocaman, heybetli bir kişi duruyordu.
"Erkek yiğidin bakışından ürkme güzel" dedi Er Manas.
"Kapımın sögesinde siyah at gibi duran, perdeme elini uzatan kim o?" dedi kız sinirlenerek.
"Kız arayan bahadır benim. Kızın ziyaretine geldik güzelim."
"Dışarıda kız mı kalmamış? Alacağı kızı bilmeyen nasıl şeysin sen? Yakalanmadan defol!"
"Babanıza hayvan, altın, gümüş verip sizi almaya gelen Manas benim. Han karargahının muhkem kapısını açıp, bekçi kızları korkutup aşagelen Manas benim.
Sanırabiyga kızın adını işitip, karargahına girip mis gibi kokan perdesini açan Manas benim." "Kızı alacağım diye tahkir edip korkutma! Kız korkutan yiğit değildir, kız alacaksan usulüyle, liyakatıyla al. Kalın ile al. Hükümdarlık, mevki ve servetinle fazla övünme bahadır" dedi kız.
"Adım Manas olduktan sonra, kendim bahadır olduktan sonra neden korkayım. Devlet ve zenginlik elimdedir, istediğimi alırım, dediğmi yaparım, karşı koyarsan göreceğini gösteririm. Benim olacaksın," dedi Manas cesaretlenip kahrolarak.
"Manas denen sen isen, ben de Sanırabiyga'yım. Adın Manas olduğu için mi halkın sana eğilmesi lazım? Yeryüzündeki kızların ayağına uzanıp yatması mı lazım? Manaslar çoktur. Uşağımın adı da Manas, çobanımın adı da Manas, hizmetçimin adı da Manas. Babamın evini pisletmeden canlıyken buradan çık git! Şimdi gitmezsen ecelin gelir!" dedi han kızı, hançerini eline alıp öfkeyle Manas'ın üzerine yürüyerek.
Bahadır Manas kızın eline engellerken fırlayan hançer bileğini çizip geçti. Sinirlenen Manas Sanırabiyga'yı itti. Sanırabiyga'nın dikkati dağılıp, gözlerinden yaş dökülüp "Başıma geleni görürüm" diye direnip ses çıkarmadı.
Manas başka bir şey söylemeden han karargahından çıkıp askerlerinin yanına vardı.
Kan içmiş gibi hırsı tutan Manas, ordusundaki davulları aniden çaldırdı. Kalenin iki başına savaşa çağıran davul sesi hemen ulaştı. Davulun ardı ardına çalındığını duyduğunda dünürlüğe gelen Kırgızlar yiyeceklerini ve içeceklerini bırakıp, evlerden, sokaklardan, köşelerden çıkıp şehir civarındaki Manas'ın ordusuna dalga dalga yığıldılar.
Kalabalık ordu atlandı. Yaylara ok yerleştirildi. Mızraklar uzatılıp savaşa hazırlanılarak şehire gözdağı verildi.
Cakıp Bay ile Kökötöy yaygara edip sıra sıra olan bahadırların önünü engellediler.
"Dünüre iyi niyetle gelip, kız yerine karargahını basmak hangi atanın adetinde vardır? Durun! Atlarınızı geri çevirin!" Cakıp Bay Manas'a söz dinletemeyip çoralarına bağırdı.
"Oğlum Manas, kocadığımda senin dostluğunu, alacağın kızı, görelim diye gelip mızrağın ucunu, kılıcın tığını nasıl kana boyayıp gidelim? Sinirlerine hakim ol! Aklını başına topla!" dedi İhtiyar Kökötöy Manas'a öğüt vererek.
Bu sırada kazan kadar sarık saran Atemir Han altmış atı hediye alıp kapıdan çıkageldi.
"Hürmetli üstat Kökötöy han, Aziz Bakay Han dünürlerimin sözüne gelelim!" Atemir Han başını eğerek ellerini göğsüne alıp Kökötöy Han ile Cakıp Bay'ın önüne çıktı "kusur bizden geçmişze affediniz dünürlerim! Damadım Manas affetsin! Size atmış at hediye. Başım hediye. Kızı size vereceğim."
"Atemir hanın sözü yerinde söylenen söz oldu. Kız veren tarafın sözü olumludur. Bahadır Manas'ın düğününe gidelim millet" dedi Kökötöy beyaz sakalını sıvazlayarak. Kalabalık yeniden uğultu yaparak şakalarla eğlencelerle han karargahına doğru yöneldi. Kaledeki sönen mumlar tekrar gökteki yıldızlar gibi yanmaya başladı.
Şimdi Atemir Han damat Manas'a büyük iltifat gösteriyordu. Damat için beyaz ev dikeceğiz diye bahçesinden bir yer seçip almış ustaya bir gecede boz ev kurdurdu, duvarlarını dört halıyla örttürdü.
Karargah odasına kuş tüyünden atlas döşek konulup Manas yalnız bırakıldı. Atemir koşuşturmaktan belalı Manas'ı unutmuştu. İki gün, iki gece yemek yemeyen, kimseyi göremeyen bahadır Manas aklını oynatacak gibi oldu, kahrolarak evde yalnız kaldı. Yanında ne eğlence düzenleyip neşelendirecek kırk yiğidi var, ne de oyun düzenleyip gönlünü açacak kızlar var, şehir içinde gürültü, keman, kopuz, şarkı sesleriyle debdebe sürerken, tek başına kalan Manas sinirlenmesin de ne yapsın?
Manas savaşmaya düşman, dayanmaya dağ arayıp dururken dışarıda kırk çorasının başı Kırgıl gözüktü. Manas ona eziyet etti, Kırgılı söze getiremeyen Er Manas, onu kaldırıp yere vurdu. Bu esnada Serek Çora girmişti, ona da bağırdı.
"Hey, aptallar nerede kaldınız! Nerelerdesiniz? Niye gözükmüyorsunuz?" dedi Manas bağırarak.
Bakay girdikten sonra Manas ancak sustu.
Kimseye konuşma fırsatı vermeyen Serek, Bakay'ı gördükten sonra gücenmiş olmalıdır ki şöyle dedi:
"He, Manas niye kükrüyorsun, biz senin almaya geldiğin kadının mıyız? Kız gelmezse acısını bizden mi çıkaracaksın? Gözünü açsana?" Serek'in sözü Er Manas'ı etkiledi. O Bakay'ın idare ettiği dünür sahipleriyle konuşmadı.
"Ak-kula'yı çek, buraya!" Manas uşağına emretti ve zırhını giymeye başladı "Yiğitler atlanınız!"
"Manas, damat olarak geldin, katliam yapayım deme!" dedi Bakay Manas'a engel olarak.
Kara duman kesilen Manas Bakay'ın sözünü dinlemedi. Kırk çorosı ve askerleriyle atlanarak şehire meydan okudu.
Kırk çoro gafil yatan Kıybas'a baskın yaptı karşısına çıkıp havlayan köpeklerini yayla susturdu, ekmekçilerin tandırlarını harap edip, göze gözüken erkeklerini safdışı etti.
"Atemir han saraydaki kadınlar ve kızların başlarından sürüştürüp gün boyunca Manas'ın yanına kimsenin girmediğini, damadının yalnız kaldığını öğrendi."
"Lanet olsun, yine damadın kahrına kaldık, O kızmakta haklı" dedi Altemir Han boynunu kısarak, "Şimdi ben hangi yüzümle Manas'a gideyim".
Atemir'in üzüldüğünü duyan, kırmızı giyinen ay yüzlü on yedi yaşındaki pak Sanırabiyga kız babasının yüzüne baktı. Zarif, hoş tabiatlı güzel Sanırabiyga hem cinslerinden daha çekici idi: kurumuş dallara bakarsa hemen yeşerirdi, kanadı.
Kurumuş kelebeklere dokunursa kelebekler dirilirdi. Kuru yere su serperse çiçek bitip açardı, ipek gibi saçlarını tararsa yıldızlar beyaz kar gibi yağardı, kederlenirse gök tutulup dağı taşı kara bulut örterdi.
Gülyüzlü Sanırabiyga kuşunki gibi sesleriyle kız olduğu halde babasına akıl verirdi.
"Zorda kalsan da başını kaldır babacığım, bana izin ver. Bütün Tacik ve hemşerilerim için kendimi bağışlayayım. Manas'ın yolunu keseyim, ona sözümün doğrusunu söyleyeyim. Ben bir şeyler yapayım, onu savaşı durdurmaya ikna edeyim, alacaksa ebedi yarı olayım."
Atemir han dertli gönlünü avutan kızına özenle bakıp, zor anda akıl bulduğu için gönlünden razı olup "erkek olsaydı tahtımı verecektim, şimdi hanın y'rı olmaya layık oldu" diye düşündü.
Kız Sanirabiyga kırk kızı yanına alarak ay yüzüyle göz kamaştırarak yola koyuldu. Kızların önünde Sanirabiyga'nın küçük erkek kardaşı Akılbayıs altı beyi peşine alarak bayrak direğine beyaz mendil bağlayıp, altın kocaya özel tatlılar koyup kalabalık halde gelmekte olan Kırgız oldusunun önünü kesti. Beyaz bayrağı ve dizili kızları gören, ordunun önünde yürüyen kulağı delik, gözü keskin Bakay "Durun", işareti verdikten sonra sallana sallana gelmekte olan askerler atlarını geri çektiler.
Bu sırada ordunun önüne Manas geldi.
Sanırabiyga kız altın elbiseleriyle naz yaparak Manas'ın önüne geldi. Tatlı tatlı gülüp kuş gibi öterek şöyle dedi:
"Bahadır, kızların nazına o kadar darılma! Yarınızın denemesine dayanamadan Tacik halkını suçlamanız nedir. Kavgayı başlatan benim ama dayanamayan siz oldunuz. Kavganın başı benim, ama gaddar siz oldunuz. Sadece kılıcın hanı olmasını değil, akılın da hanı olun. Yarinizi cezalandırın, ama, halka dokunmayın. Yağma edip neye erişecekseniz? Huyunuzu öğreneyim, derken hançerim elinizi çizdi, kabahat benden geçti. Genç başım uğrunuza hediyedir, bahadır. Düğümü efendice çözün, öfkenizi basın, bahadır."
Sanırabiyga kızın akıllıca söylediği söz ilaç gibi geldi, Bahadır Manas'ın buz gibi olan yüreği eriyip, sakinleşti kıza bir şey söylemeden durakaldı.
"Kabahat bizde, dediğiniz olsun, Bahadır Manas, han kızı Sanırabiyga kardeşimi kara Kırgız hanının nikahına verdik" dedi. Atemir'in kardeşi Abılkasım.
Yağmaya gelen askerlerin önünde Abılkasım beğ şöyle duyurdu:
"Millet! Yol verin, dünürler geliyorlar. Kara Kırgızın hanı Bahadır Manas, Atemir hanın kızı Sanırabiyga'nın ziyaretine geliyor. Adet gereğince Sanırabiyga'yı üç gün sonra göndereceğiz! Düğüne davet ediyoruz! Debdebeye davet ediyoruz!".
Atemir Han şimdi Tacik halkının âdetleriyle kızın kocaya vermek istedi. Hazinesini açtırdı. Cümbür cemaat sıraya durup ortadan kız ve damada yol açtı. Kızın ve damadın önüne Kırgızların getirdiği üç yüz deveye yüklenen kızıl altın sadaka olarak saçıldı. Bu yetmiyormuş gibi, Atemir hazinedeki yüz bin altını da Allah rızası için saçtı.
Atemir han Manas için su kenarına mahsus bir boz ev diktirdi, evin tüneğini altından yaptırdı, evi halıyla döşetti, kuş tüylerinden yapılan yastık getirtip, atlas, şayı kumaş, ipek yorganda altı yüz adedini tahtına koydu. Nikah hutbesi okutup kız ile damadı eve bıraktı. Beyaz çadırın yanına sırasıyla kırk ev dikildi. Karargahtaki kırk kız her biri birden ata binerek gelip atlarını direğe bağladıktan sonra herkes yerine göre evlerine yerleşti.
"Bahadır Manas alacağı kızı, yatacağı evi buldu. Biz kırk çorası dışarıda mı uyuyalım ha!" Sözde usta olan Serek eğlenceyi başlattı.
Atemir Sanırabiyga kızının kırk hizmetçisini Manas'ın kırk çorasına vermek istedi.
"Sözde usta, kız tavlama yeteneği olan kapıda kalmaz. Kızları kendi iradesine bırakacağım. Kıza yarayan yiğit ev sahibi olacak, bize damat olacaktır" dedi Atemir han.
Böyle bir manzarayı kim görmüştü ki, kırk çoranın davranışına bir bakın. Dünürbaşı olarak gelen Bakay otuz beş yaşında diğer yiğitler onlardan küçüktü. Çoralar bıyıklarını kıvırıp, yakışan elbiselerden giyinip, kemerlerin kuşanıp, hangi kız hangimizi seçer acaba diye kabarıp durdular.
Manas söz söyledi, söylerken de şöyle söyledi :
"Ey bahadırlar, söze geliniz! Kendinizi kızlara seçtireceğinize alana çıkalım, yarışalım, atımız hangi eve giderse, şansımıza hangi kız çıkarsa onu alalım. Güzel bir eğlence düzenleyelim!".
Manası'ın söylediğini kızlar da kabul ettiler, halk da doğru buldu.
Manas'ın id****indeki kırk üç bahadır at seçmede zorluk çekti, sonunda yine kendi atlarını tercih ettiler. Epey bir mesafeye vardıktan sonra delikanlılar gibi çığlık atarak atlarını geri çektiler.
Şu eğlenceye bakın. Çığlık atan kırk yiğit münavebe ile tepinip, üstüste kamçı vurup, kendi atını kendi sürüp, birbirine bakmadan atlarına hiç acımadan tozu dumana katarak geliyordu.
Almambet'in Sarala atı önüne çıkıp ilk dikilen Aruuke'nin evine geldi. Bahadır Almambet nasıl bir kıza rastladım acaba diye boz eve girdi, gördü ki, çirkin, zenci gibi perişan bir kara kız oturuyordu. "Eyvah, şanssızlığıma bak, söz birdir, adeti bozmayayım" Almambet gönlünde böyle düşündükten sonra endişeyle evde otura kaldı. Baktı ki, Aruuke dua bilen, büyücü bir kız imiş, Almambet'i denemek için efsun okuyup görünüşünü değiştirmişti.
İkinci olarak, Bahadır Bakay miskin ama güzel kız Naarkül'ün evine Kökçoloğunu bağladı.
Kılavuz Sırgık kökkazığını koşturup, arkasında toz duman bırakıp güzel Siyagül'ün evine ulaştı. Ondan sonra Acıbay Karala atını kabilede benzeri bulunmayan Ulugat kızın evine çevirdi.
Dokuzuncu olarak gelen Çubak Seyilkan kızın evine yerleşti, koşturmaktan konuşacak hali kalmamıştı, kan ter içinde kalmıştı. Yirmi üçüncü olarak gelen Serek Narkızıl atını Talapbübü evine çevirdi. Kırk dördüncü olarak Ak-kula atıyla sallana sallana arslan Manas geldi.
Manas beyaz saraya ulaşınca önüne endamlı şık giyinen dünya güzeli Sanırabiyga çıktı.
"Bahadır atınız süper yürük imiş" Sanırabiyga gülerek vakit geçirmeden Manas'ın atının dizginini tuttu "Baktım ki, beyim sana rastlamışım, atından in bahadır."
Manas nazlanarak yürüyen Sanırabiyga kızın peşinden hazırlanın Ak Otağa girdi.
Ertesi gün düğün ziyafeti başladı. Sofralar bin türlü yemiş, tatlı, yemek ve şaraplarla doldu.
Düğünden memnun olmayan sadece Almambet idi, "Belalı kara kız nereden çıktı karşıma. Başkalarına güzel kızlar düştü" diye gönlü soğuyup kıza sırt çevirdi.
Aruuke'nin sırrını yalnız Sanırabıyga biliyordu. İğrenç kara kızı yanına çağırıp kulağına fısıldadı:
"Aruuke, Almambet hanı mahçup etme, Hakanın gözde adamıdır. Küçümsenecek biri değil. Çok önemli biri. Gönlüm Manas'ta ise, ona var. O bahadır Manas'tan eksik değil, yoksa Almambet beni alsın!"
Aruuke şöyle dedi:
"Ablacığım, diğer kızlar gibi kısmetime, bahtıma niye Kırgız çıkmıyor? Alnıma yazılmış gibi, o sersem huysuz Çinli nereden çıktı?"
Sanırabiyga kızdı.
"Öyle söyleme Almambet senin suratını görüp cahil zannediyordur. Gözünü aç, avucunda bakır değil, altın var. Farkını bil. Serseri Çinli diye gönlünü üzme! Almambet fazlasıyla güçlü biri!" dedi Sanirabiyga.
"Ablacığım, Aruuke nice yiğitler arasından seçe seçe sonunda Çin'den gelen cahile gitmiş diye halkım benimle alay etmez mi? Namusun için ona varmayacağım!"
Sanirabiyga suratı asık, ruhu sönen Almambet'in yanına vardı.
"Almambet ağabey, yanına gelen kara kızın durumunu anlatayım. O şöyle böyle bir kız değil, felaket bir kızdır. Altı yıldan beri yanımdadır. Kız doğuştan öyle zarif ve güzel ki, benden akılı, hepimizden bakımlıdır. Siyah gözlü, benzi kızıl, kaşı kara, ay yüzlüdür. Gerçeği söylersem, o sizden pek hoşlanmıyor. Bizi zorda bıraktı. Onu kendi haline bırakıp, tatlı sözlerle kendine alıştır, yavaş yavaş düzelir. Yaman kara kızan hoşlandım diye al. Öyle yapmazsan kaybedersin" dedi Sanırabıyga kız. .
Er Almambet söze uyarak Aruuke'ye gitti. Gidip gördü ki Almambet gözlerine inanamadı. Kara kıv evvelkinden de kararıp kazan kurumu gibi olmuştu, görünüşü insanı korkutuyordu.
Almambet toza bulanmış yüzü buz kesilen kızın yanında durmaya dayanamadı. Tekrar Manas'ın yanına vardı.
"Bahadır Manas, o kara kız ışıktan yaratılmışsa da, gökten inmişse de kadınlığa almayacağım. Bir belaya kalmak istemiyorum. Atım kazandı diye o kızı alırsam mutsuz olacağım. Beni küçümseyen kızı peri olsa bile almayacağım." Almambet ellerini silkerek atına binmeye kalktı.
Sanırabiyga kız bir boyunca uyumadan Aruuken ile konuşmasına rağmen ona söz geçiremedi.
Bunu öğrenen Er Manas çok kızdı.
"Hey, Atemir hanın kabahati bu. Kızları kızım diye, büyücü cadıları kadın diye toplayıp kandırıp kocaya vermesi nedir? Kızları yiğitlerimi sevmiyorsa, buradan gideceğim. Başka yerden bahadırları seven kızlar bulunur. Kadınlara muhtaç değiliz. Onlara kızlarından eksik olmayan kızlarımız var. Damadın yoldaşlarını sevmemesi damadı sevmemesidir. Kızları havalı olan yerin halkını kırıp geçeriz". Manas Sanırabiyga'yı tersleyerek giyinmeye başladı ve davul çalmaya hazırlandı.
Manas ile Almambet'in öfkelendiğini öğrenen Akbalta ve id****indeki ihtiyarlar su kenarındaki beyaz çadıra geldiler. Manas'ı araya alarak teskin etmeye çalıştılar.
Atemir Han Sanırabiyga kızın hizmetçileriyle bir süre konuştu.
Aruuke çok akıllı bir kız idi, söz dinlerdi.
"Han başını atlayıp geçen başın nereye varacak. Halka kötülük göstereceğime kendim göreyim. Allahın emrettiği nikahtan kaçıp huzur bulmak mümkün mü" dedi Aruuke Almambet'e varmaya ikna olarak.
Aruuke dikelen evine girip efsun okuyup eski güzel kız haline dönüşmüştü. Şimdi Aruuke'nin güzelliğine yalnız Almambet değil, onu görenler bayıldılar.
Almambet ile mutsuz Aruuke yanyana durdukları zaman düğünün tadı çıkmaya başladı. Usta şarkıcılar Aruuke'nin güzelliğine imrenerek şarkı söylediler.
Taciklerin dansı oynandı, şarkısı söylendi. Manas'ın id****indeki kırk üç çoraya nikah kıyıldı.
Büyük dünür Çıyırdı Hanım Atemir han ile hatununa döndü.
"Tanrımın nasibettiği padişah han dünürüm, akrabalarım! Kızınıza yakıştırıp ad veren baba anne sizsiniz. Şimdi Sanirabiyga bize gelin oldu. İzin verirseniz, oğlumun düğününde güzelce gelinimize kendi dilimize göre ad verelim ki, iki adı beraber kullanalım. Manas'ın karargahındaki hatun olma şerefine erdiği için "han anne" derecesini gösteren Kanıkey adını verelim.
" Bütün millet Çıyırdı'nın sözünü kabul gördü.
Narin belli, akıllı, nazlı, geniş alınlı, güzel gözlü, ince dişli, tatlı sözlü Kanikey şimdi Kırgız ihtiyarlarına eğilerek hürmet gösterdi.
İhtiyarlar yeni gelin için hayır dua ettiler.
Kanikey'in akıllılığı ve çalışkanlığı Tacikler ile Kırgızlar arasında duyuldu. Her şeyi önceden hazırlamıştı, topladığı çeyiz sadece kendi başına değil, hizmetçisi olan kırk kıza da yetti. Her hizmetçi kızın evini süsleyip onlara yine otuzdan şayı ipeki ve yorgan pay etti.
Manas ile Kanikey'in düğünü kırk gün sürdü. Halk eğlendi, gönlü açıldı, evli olanlar evine döndüler. Ayrıca Çıyırdı hanımın id****indeki dokuzyüz kadın dönerler yanlarında kırk üç kadını da beraberinde götürdüler. Böylece renge renk katıldı, her şey mükemmel gitti.
Almambet'in darılarak Manas'a geldiğinden midir nedir, düşmanla beraber savaşan, düğünü beraber yapan, avı beraber avlayan Kırgıza akraba olan Aydarkan'ın oğlu Kökçö uzun süredir ne haberleşti, ne de mektuplaştı. Manas üzüldüğünü belli etmeden içinde sakladı. "Günah Kökçödedir, ordusuna dokunmadım, ya otlağını zaptetmedim, yahut yiğitlerini öldürmedin, niye darılsın ki. Başına iş geldiği gün gelir" diye içinden üzülüyordu.
Derken bir gün karargaha Kökçö'den haber geldi.
"Bahadır Manas, sözüme şahit, Er Kökçö'nün mühürü işte bu, yazdığı mektup da budur" dedi haberci.
Bahadır Kökçö mektubunda: "Altay'daki Kalmuklar yer kapmak için Kazakları kovuyorlar. Manas yardıma gel" diye yazmıştı.
Bahadır Manas Kökçö'nün yardım istediği için memnun oldu, akrabalık dostluktan da öte bir şey dedi. Manas zaten göbek kanının aktığı, çocukluk günlerini geçirdiği güzel Altay'ı özlüyordu. Tekrar gitmek istiyordu.
"Yiğitler, Altay'daki Kökçö'ye yardım edelim. Atlanınız. Bir hafta hazırlık yapıp hareket edeceğiz" dedi, Manas.
Atı soluk aldıktan sonra haberciyi erkenden atlandırdı.
"Sen gidedur, yolu biliyoruz, gidip Er Kökçö'ye söyle. Manas geliyor de, düşmana cesaretle dirensin."
İki ay sonra Bahadır Manas ordusuyla Er Kökçö'nün Altay'daki avuluna davul çalarak gelip indi. Görmüş geçirmiş tecrübeli Er Kökçö Bahadır Manas'ın önünde bozkurt yarışı ve eğlence düzenleyip ona buğday unundan yapılmış ekmek sunarak onu türküyle karşıladı. Kalmuklar Manas'a haber gittiğini öğrenince ürkerek, kavgayı bırakıp Kazaklarla çoktan barışmışlardı.
Almambet ile Kökçö, iki yiğit birbirlerini özlemişlerdi, gözlerinden yaş akıtıp sarılarak görüştüler. Savaşmaya düşman bulamayınca bahadırlar çiçeklerle örtünen Altay'da eğlenelim, keyfimize bakalım, avcılık yapalım, diye Torbagoy dağına geldiler. Yedi gün kartal avladılar, av köpekleriyle geyik kovaladılar, at yarışı yaptılar.
Bir kere Hakan Çin tarafından çıkan kervanı gördüler, en önde beyaz bayrak tutan yaşlı bir kervanbaşı vardı.
Bahadır Manas kervana yönelip hal hatır sordu. Yanaşarak gelip selam verince, Kalmukça cevap aldı.
"Kervan kimin?" diye sordu Manas.
"Üsön'ün" dedi beyaz sakallı yaşlı.
"Üsön kim, amca?" dedi Manas. Kalmukça konuşsanız da, Kalmuk gibi giyinmiş iseniz de Kırgızlara çok benziyorsunuz, sizin kökünüz nedir?
İhtiyar beyaz kalpak giyenleri görünce hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kalmuk ve Hıtay, Kırgız yenik düşürdüğünde bizi köle olarak götürmüşlerdi. Şimdi ise Altay'da Cakıp kardeşimin oğlu Manas'ın han olup Kırgız halkını kurtardığını duyup yurdumuza dönüyorduk.
Manas, ses çıkarmadan dinledi. Bakay, dayanamadı, bağırıp Üsön'e sarılarak düştü. Bakay ağlamasını kesinceye, aklını toparlayıncaya kadar, Üsön dede halka yalvardı.
"Kurbanınız olayım, siz kimsiniz, neredensiniz?"
Kırk yiğidin başı Kırgıl söze karıştı.
Yaratan bize lütfetmiş Üsön ağabey, kardeşleri birbirlerine kavuşturdu.
Şimdi de Üsön dede ağlamaya başladı, ne konuştuğu belli oluyor, ne de yalvarışı, ne de ağlayışını durdurabiliyordu. Kahraman Manas, Kalmuklardan yorgun gelen akrabalarını Kaynar-Su kenarına davet etti, kısrak kesip, misafir etti. Yetmiş dört yaşındaki Üsönün başından geçenleri dinledi.
Nogoy hanın oğlu Üsön yirmi dört yaşında Kalmuklara esir düşmüştü. Hanımı doğumda vefat etmiş, küçük yavrusuna Kökçögöz diye isim vermişti. Sonunda Kalmuktan kadın alıp, altı çocuk sahibi olmuştu. Közkaman'ın çocuklarının büyüğü ve akıllı olan Kökçögöz idi. Üsön adını Kalmukça Közkaman olarak değiştirmişti. Közkaman Manas'ın haberini duyup oğullarıyla anlaşıp göç etmişti.
Manas akrabalarımı buldum diye, müjde verdi babası Cakıp Han'a. Bahadır Manas Ala-Dağ'a döndükten sonra Kalmuktan gelen akrabalarının her birine boz ev diktirdi, binmesi için at hediye etti ve herkese çok değerli kürkler giydirdi, otuz kırk baş inek, koyun ve at verdi her birine.
Manas'ın zeki hanımı Kanıkey, onlardan şüphelendiğini söyledi yalnız kaldıklarında "Bahadırım, kadın olarak erkeğin işine karıştığım için kızma. Hissettiklerimi senden saklayamam, yeni gelen Közkaman akrabaların bizden uzakta büyüdü, şimdi gelip bize akraba çıkıyor. Böyleler saman altından su yürütürler, sözün kısası sana iyilik yapacak gibi değiller, dikkat et! Benim sözümü dinle. Bunları dağıt, birbirini bulamasınlar" dedi Kanıkey üzülerek.
"Daha yeni gelmiş akrabamı, bana düşürmeye mi çalışıyorsun? Zaten akrabam çok azdı, kadınlığın tutup kıskanıyorsun değil mi? Beni akrabam değil nefret besleyen düşmanım da yenemez. Kardeşi kardeşe düşürme ve böyle konuşma!" diye Kanıkey'e kızdı Manas. "Bundan sonra erkeklerin işine karışma".
Kanıkey sustu.
"Kadınlık etmişsem kusur bende Bahadır. Sonunda kendim pişman olmıyasın" dedi Kanıkey bahadırı teskin ederek.
Manas, akrabası Üsön'ün oğullarının gelişi münasebetiyle, halkı çağırdı, toy verdi. Gururuna dokunan akrabalarının kıyafetlerini, eski eşyalarını yakmalarını emretti. Kalmuk dinindeki âdetleri kaldırıp yerine Kara Kırgız âdetini geçirdi.
Manas'ın kahramanlığı avuldan avula, Altaydan Ala-Dağ'a, hanlardan padişahlara, dünyanın öbür ucuna kadar yayıldı. İnsanlar da, kuşlar da, canlılar da onun kahramanlığını takdir ediyorlardı.
Fakat Manas'ın şanını şöhretini Kalmuk'tan gelen akrabaları, Közkaman'ın oğulları kıskandı. Kanıkey'in dediği doğru çıktı, Kalmuktan gelen akrabalar toplandığında Manas'a razı olmayanlar:" Akraba diye geldik fakat bizim eşyamızı yaktı, oradan getirmiş olduğumuz eşyalarımızı yaktı. Sıcak yerlere hapis etti." Sonunda kimsenin haberi olmadan Manas'ı öldürmeye karar verdiler. Öldürürsek istediğimizi yaparız, diye birbirlerine kimseye söylemeyeceklerine dair söz verdiler.
Aralarında anlaşamayan, birbirinin sözünü dinlemeyen, kötü düşünen oğullarının bu hareketini hisseden, Üsön oğullarına nasihatta bulundu.
"Oğullarım, bakıyorum bir felakete hazırlık görüyorsunuz. Sizi ataların, babaların yerine binbir zorlukla sağ salim getirdim, farzımı yerine getirdim. Bundan sonra yolunuzdan şaşmayın, ona, kıskanıp, bir zarar vermeyin. Sözümü dinleyin. Sizi adam eden Manas, onun yerine beni öldürün. Manas size iyilikten başka şey yapmadı. Siz de isyan çıkarmadan onun bayrağı altında, hizmet edin". Üsön'ün uğursuz oğulları onu dinlemediler, tersine onunla alay ettiler.
"Senin Manas'ını öldüren mi var, geri zekalı, cahiller ne bilir ki, kardeşin oğullarından daha mı değerli? Git söyle." Gelir gelmez Manas'a yaranmaya mı başladın? Git tabanını yala. Manas'tan bizim hiçbir şeyimiz eksik değil. O dardak, yaramaz, akılsız, kara gücüne gücenen haylazdır. Kaba kuvvet, akıl ile ortadan kaldırabilir."
İhtiyar Üsön oğullarının kötü niyetini, saçmalıklarını işittikten sonra:
"Ben ölmek üzereyim, babanın sözünü dinlemeyen günah işler. Tanrının yazdığını nasıl olsa da bir gördüm" diye oğullarına beddua ederek evine döndü Üsön.
Oğulların en akıllsı Kökçögöz kardeşleri arasında bir anlaşma düzdü:
'İhtiyar ağlarsa ağlasın, bunu Manas'a söylemezse iyi olur. Kurumuş ihtiyarı keşke buradar gebertseydik. Bir de Kırgız oğluyuz. Kırgız hepimiz için aynıdır. Ölürsek bir mezarda yatacağız, yurda hakim olursak mal ve dünya bizim olacaktır. Kalmuklar ve Çinliler ile anlaşırız. Hadi o kabadayıyı bir an evvel gebertelim. Ben gidip durumu öğreneyim' dedi. Kökçögöz Manas'a doğru atlanarak.
Kökçögöz kötü niyetle Manas'ın karargahına vardı. "Kardeşim biz sıcağa alışamadık, mümkünse serin bir yer ver" dedi denemek maksadıyla.
Bahadır Manas toplantı yapıp, danışmanlarıyla danışarak Kalmuk'tan gelen akrabalarına dağı yüksek, yeri serin olan Kaşgar ile Andican'a yakın Sayan Caylak, Üç-su denen yeri ayırıp verdi. Közkamanlar At-başı tarafa çabucak taşındılar.
Bahadır Manas, danışmanlarıyla akıllıları toplayıp, uzun zamandır düşündüklerini söyledi.
"Ey millet! Geniş Kırgız topraklarının tam ortası Talas'tır. Geniş Talas'ı Almambet'i karşılarken görüp beğenmiştim. Tanrının verdiği güzel yer imiş. Han karargahını Talas'a taşıyalım. Göçmeyeceğim diyen burada kalsın, ıssız yere ekin eksin"
Toplananlar Manas'ın söylediklerini doğru buldular.
Bir hafta sonra Manas Talas'a taşındı. Ilgın ağacı yetişen Keng-Kol, etrafı dağlarla çevrili, tepelerinde otlayan dağ koyunları, geyik sürüsü olan, rişi kılgan, kır pelini stıpa otları sallanan, baldıranları bilek kadar olan sağlam, bereketli yer idi. Derede bulunan orman koyu söğütlerden oluşuyordu, dalları çınarın dallarına, kuşları da Altay'ın kuşlarına benziyordu.
Talas'a göç eden Kırgızlar şimdi ebedi ocağımız burası olacak diye Tanrı'ya yalvardılar, dağa çıkıp dua ettiler, kula kısrak kurban kestiler, beyaz çadır dikip, tünekten beyaz oğlak başını sarkıtıp salladılar, böylece âdetlerinin gereğini yerine getirdiler.
Hızırın himayesindeki Büyük Manas bahadır bir yıl boyunca karargahını, barikatlı kalesini yaptırdı, rahat huzur içinde yaşadı, kibirli bahadır canı sıkıldığı zaman kuş salıp, av avladı, karargahına bakıp oyun eğlenceyle yatıp bekledi.
Issız yerin kurdu olan Kökçögöz kötü niyetini açığa çıkarıp kardeşlerine hilesini anlattı.
"Manas'ı savaşarak yenemeyiz. Ona zehir vererek onu hileyle öldürelim" dedi Kökçögöz. O Kaşgar'a ve Kalm'a gizlice adam gönderip hayvan ve servet karşılığında zehir alıp getirtti.
'Manas'ı konağa çağırıp, içeceğine zehir koyup gebertelim. Ondan sonra han karargahında kim ne yapacak, hangi kadını alacak, ne kadar servet alacak, hepsini şimdiden söyleyin, sonra birbirimizi itip kakışmayalım' dedi Kökçögöz.
Közkaman'ın küstah oğulları Manas'ın Ak-kulasını, han hazinesini, kadınlarını, servetini kapışmak için birbirlerinin yakalarına asılıp yumruklaşmaya başladılar. Kökçögöz kavgayı zor yatıştırdı.
"Hey aptallar, önce Manas'ı öldürelim de sonra servetini tartışalım" dedi Kökçögöz.
Kökçögöz ertesi gün Manas'ı kırk çorasıyla birlikte davet edip adam gönderdi.
Sıcak yaz günlerinin birinde Manas'ın karargahına akrabası Kökçögöz'den adam geldi.
"Bahadır, Kökçögöz, ağanız, Manas kardeşime haber verin, akrabasının kapısını, yaylasını görsün diye bizi gönderdi."
Temiz, saf dürüst olan Manas akrabasına misafir olup, iltifatını görüp gönlünü açmak için hazırlandı.
Bahadır Manas kırk çorasıyla birlikte dinlenmeden yol yürüyüp Çeç-Döbö ovasındaki özel olarak dikilen beyaz çadıra geldi, akrabalarıyla haşır neşir olup görüştü.
Üsön oğullarını kötü niyetini sezip Manas'ı zehirlemesinden kuşkulanıp zehire karşı otlardan yaptığı ilacı gizlice kımıza katıp bahadırın önüne getirdi. Uzun yol yürümüş ve susamış misafirelere ot kattığı kımızı içirdi.
Ertesi gün Közkaman Manas'ı çoralarıyla birlikte evine çağırıp misafir etti.
Çoraların içinden Sırgak, Serek tan atmadan geyik avlamaya gitmişti. Kalan çoralar, bahadır Manas'la birlikte Közkaman'a misafir oldular.
Közkaman misafirleri ağırlamak için hiçbir şeyini esirgemeden hazırlık yapmıştı. On iki kulaç sofra türlü türlü yemeklerle dolduruldu. Kalmuk ve Çin yemekleri çoktu, kımız, boza, şarap yetip aşıyordu. Kırk çora silahlarını çıkarmış keyifle hiçbir şeyden habersiz oturuyordu.
Çoralardan Baymak ile Bozuul atlarını otlatmaya götürürlerken karşısından Mengdibay çıkıp fısıldayarak "yemekleri yemeyin, zehir koydu" deyip yanlarından geçti. Sabahtan beri çoralar bunun doğru olup olmadığın bilemediler, ya da Manas'a söylemeye cesaret edemediler, kendileri kımız, boza içiyor gibi gözüküp saklandılar.
Bahadır Manas ve kırk çora içtikçe susayıp, bozayı, şarabı ve kımız karıştırıp içtiler, içleri yanıp gözleri karardı. Başları dönüp, şuurları gitti, dilleri tutulup bayıldılar.
Baymat ile Bozuul bir ara evden sendeleyerek çıktılar. Şuurlarını kaybederek ağlın bir tarafındaki atlarının yanına ulaşır ulaşmaz düştüler. Gerçekte ise iki çoro iyi idi, Közkaman'ın yiğitlerinin kuşkulanmaması için mahsus böyle yapmışlardı.
Kurnaz Közkaman kardeşlerini Baymat ile Bozuul'un bulunduğu yere çağırıp danıştı.
"Yetişiniz kardeşlerim, tamamını ortadan kaldırdık. Hepsi zehirlendi. Bu gece hepsi ölecek. Manas da ölecek. Kalanlarını koyun gibi boğazlayıp gebertelim" diyerek üzerlerini silkeleyerek kalktılar.
Bozuul, akşama doğru beyaz eve gizlice bakıp kırk yiğidin bitkin halde uzanıp yattığını gördü. Sadece Bahadır Manas bitkin bir halde sağa solo sallanıyordu, hareketlerini kontrol edemiyordu, gözü karardığı, başı döndüğü için çok zor oturabildi.
Kökçögöz eline kılıç alıp, Manas'ın üzerine atıldıysa da arkasına dolanıp, bir türlü yaklaşamıyordu. Üsön'ün yarı sarhoş oğullarının bazıları bu sırada Manas'ın lehine elinde olmayan altınları kapışmak için söz dinlemeden, ikiye ayrıldılar, ikişer ikişer tutuşup yumruklaştılar, her şeyi altüst edip birbirlerini sürükleyerek evden çıktılar.
Epeydir bir kenarda gizlice bakaduran Bozuul, çabucak eve girip:
"Yapma Bahadır Manas. Aç gözünü, burada bakıp durulur mu, burada ölünür mü" diye kulağına bağırıp, çaydanlıktaki suyu yüzüne serpti, elinden tutup yardım etti.
Şarhoş yatan Manas Bozuul'un sözünü işittikten sonra kendine gelip etrafına bakındı. Bitkin düşen çoralarını görüp kuvvetini toplayarak yerinden kalktı. Bozuul, bahadırı koltuklayarak kimseye sezdirmeden atları yanına götürdü. Baymat'ın hazırladığı ata Manas'ı bindirdi, Ak-kula, sevgili sahibini görünce kişneyiverdi.
Oynayıp duran atı gören Kökçögöz bağırdı:
"Hey köpekler! Hepinizi cin çarpmış, Manas ata binip gitmiyor mu! Eyvah, öldünüz! Manas sizi gebertecek! Takibedin!".
Kökçögöz Manas'ın boz evde kalan yay ile okunu alıp üzerine ok yağdırdı ve Manas'ın peşinden gitti.
Manas at üzerinde eskisi gibi oturamadığı için nehrin kıyısına geldiğinde oturalkaldı. Kökçögöz arkasından yetişip geldi.
Bahadır Manas hemen yerinden kalkıp Kökçögöz'den kaçtığına üzülüp Tanrıya yalvardı.
Bahadır Manas atına binerek kaçıp taşlı kayalı dar bir yola girerken Kökçögöz yayı Bahadıra attı.
Manas atıyla beraber yuvarlanarak büyük bir ardıç ağacının üzerine düştü.
Kökçögöz ardıç ağacına varıp Manas'a bakmadan o baş belasını öldürdüm diye atının başını çevirdi.
Kökçögöz gelip baktı ki, avlu alt üst olmuştu. Manas'ın kırk çorasını yer mi yuttu. Yoksa kendilerine gelip kaçtılar mı, hiç izleri yoktu. Kimse onları görmemişti. Küçük kardeşleri kırk çorayı değil, servet kapışmakla uğraşıyorlardı.
"Hey, aptallar durun! Manas'ı öldürdüm. Şimdi birimize itaat ederek iş görelim. Hanlığı bana veriniz. Manas'ın tahtına oturup, kadınını alıp, atına binip, altın dayağını alayım. Her birinize istediğini vereceğim" dedi, huyu bozuk Kökçögöz göğsüne vurarak "yarlığımı dinleyin! Han kuralını, âdetlerini bozmıyalım. Yarın atlanıp karargaha varıp Kanıkey'e söyleyin, biran evvel cevabını alın. Bana geleceğim derse yedi ay siyah giyinip yas tutayım demeden şimdi gelsin. Gelmeyeceğim derse omuzunu delelim, iyice tuzlayalım".
Kökçögöz Manas'ın karargahına Mendibay ile Mazeke'yi gönderdi
Avlanmaya giden Sırgak ile Serek bir kula boyun geyiği takibettiler ama bir türlü avlanamıyorlardı. Her defasında attığı ok bir tarafa kaydı. Akşama kadar çok zahmetler çektiler. Bu geyik değil sanki bir belaydı. Ya da kendilerine gönderilen bir işaret mi olduğunu düşünerek yorgun bir halde Kökçögöz'ün avuluna geldiler.
Avul sanki kazılan karınca yuvası gibi altüst olmuştu. At sürülerini süren oğlan avul civarında olup bitenleri anlattı.
"Kökçögöz Manas'ı kırk çorasıyla birlikte öldürüldü. Avulunu han karargahına taşıyor." dedi çırak oğlan.
"Manas'ın cesedi nerede, biliyor musun?" diye sordu Sırgak gözü yaşlı ağlayarak.
"Kökçögöz, Manas bahadırı Kara-Dağ'ın içinde öldürmüş diyorlar. Cesedi kayada kalmış" dedi oğlan.
Sırgak ile Serek avula tek başlarına saldırmaya cesaret edemeden, Manas'ın durumunu öğrenelim, yaşıyorsa görelim ölmüşse cesedini bulup götürelim diye koşturdular.
Toprağı oya oya basan Ak-kula'nın izi taşa bassa da belli olurdu. İki çora izi takibederek dağ geçidindeki dar yola gelerek durakaldılar. Ak-kula'nın izi buradan öteye gitmemişti, taşta kan damlası vardı. Kayanın üstünden eğilip dikkatle baktılar ki ev kadar büyük bir ardıç ağacının üzerinde Manas rengi beyaz kesilerek yatıyordu, yanında Ak-kula başını eğip duruyordu.
İki yiğit atlarını bırakıp dağdan aşağıya yuvarlanan taş gibi telaşle, Manas'a ulaştılar.
Bahadır Manas çok kan kaybetmişti, yay oku omuzundan girip, akciğerinin üst tarafına saplanmıştı. Bahadırın ölmemesini sağlayan gök ardıç ağacı idi.
İki çora Manas'a su verdiler, yarasına ilaç sürerek ayılttılar.
"Bana ne oldu?" dedi ayılan Manas gözlerini açarak Sırgak'a bakıp:
"Bahadır, öğrendiğime göre Kökçögöz kımız, bozaya zehir koymuş, kendine gelip kaçtığında peşinden takibeden Kökçögöz kendi oku ile beni vurmuş, dedi Sırgak."
"Ey Bahadır" dedi, sözden geri kalmayan Serek "Nefis insanı bu yollara düşürür. Siz şarabı değil, şarap sizi içmiştir. Tırnak kadar bir ok değse güvercin gibi yatakalmışsın, başını kaldır, bahadır".
Bahadır Manas üzüldü.
"Vay anasını, yalan dünya! Ya at üzerinde savaşta, ya dövüşüp okla ölmeden nefis yüzünden kötü akrabaların zehirinden kötü adla ölseydim halk ne derdi. Düşmanlar ne sevinirdi. Manas korkunç sahrada iki gün boyunca döşek üstünde başını eyere koyarak yattı, aklına bin türlü hayal geldi, yarası iyileşmedi, iki çorasının bakımıyla inleyip yattı.
Manas gözünü açmış yatıyordu, bir anda ağaçlar hışıldadı. Çırpınan ve uluyan birinin sesi duyuldu. Bahadır Manas'ın sekiz yaşındayken rastladığı ve uzun zamandan beri can yoldaş olduğu kırklar sanki hayvanları sürerek geliyor gibiydiler, arslanlar, parslar ayılar acılar içinde yatan Manas'ın yanına gelip her biri bahadıra bir ilaç sundular.
İçmesini beklediler.
Manas onların verdikleri ilaçları içtikten sonra gözlerini faltaşı gibi açtı, tamamen iyileşti ve ağrısı da kesildi yerinden fırlayarak kalktı, eskisi gibi oldu.
Manas iki çorasını şöyle dedi:
"Bahadırlar, beni kırklarım iyileştirdi. Şimdi kırk çoranın haberini alalım. Sonra halka varalım" onlar atlarına binip her yere baktılar. Rastladıklarından soruşturup kırk çorayı aramaya koyuldular.
Kökçögöz, Manas'ın karargahında Kanıkey'den cevap almaya giden yiğitlerini bekledi. Yiğitleri perişan bir halde döndüler. Kalçasına hançer yiyen Mengdibay feryat ederek:
"Bahadır Kanikey'e varıp 'Manas öldürüldü, hanlık mevkini yad adamlara kaptırmayacağım. Kardeşimin yerine ben han olarak alacağım, dul kalan kadınını kendime alacağım, yas bitinceye kadar bekleyemem" diye bizi Kökçögöz han gönderdi, açıkça cevabını ver diye Kanıkey'e söyledik. Öfkeli kadın Kanıkey: "Kötü rüya görmüştüm. Demek bunu görmüşüm. Kökçögöz'e gitmeyeceğim, ondan göreceğimi Tanrıdan göreyim, o zamana kadar senin gibi bir kurnazı Manas'ın ruhu için geberteyim diye hançeri kalçama sapladı" dedi Mengdibay ağlayarak.
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9